Joe Biden yönetimindeki ABD’nin yeni Suriye politikasını Rusya ile müzakereler üzerine bina edebileceği belirtiliyor. Dış Politika Araştırma Enstitüsü Ortadoğu Programı Direktörü Aaron Stein, ABD’nin Ortadoğu’daki yeni politikası ile ilgili en önemli sorunlardan birinin Suriye olduğunu, Suriye Demokratik Güçleri (DSG) ile birlikte mevzilendiği bu ülkenin geleceğiyle ilgili yol haritasını belirlemek için Rusya ile müzakere şeklini yeniden belirlemesi gerektiğini ifade ediyor
Stein, “Şimdi gelinen noktada ABD, Esad rejiminin başlıca destekleyicilerinin (İran ve Rusya) Şam'ın çökmesine izin vermeyeceğini varsaymalı. ABD ayrıca, kendi yerel ortağı DSG'nin, Esad rejiminin potansiyel çöküşü konusunda Şam ve Moskova ile bir geçici anlaşmaya ulaşma konusunda daha büyük bir çıkarı olduğunu varsaymalıdır. Çünkü kırılgan bir milis grubu olarak adlandırılan diğer büyük muhalefet bloğu Suriye Milli Ordusu, DSG'ye düşman ve eski El Kaide üyesi Hayat Tahrir el Şam'ın (HTŞ) hakimiyetinde Türkiye'ye bağlı bir grup” ifadelerini kullanıyor.
Başkan Biden’ın, 11 Eylül sonrası izlenen Orta Doğu'ya odaklanma politikasından vazgeçeceğini ve bunun yerine diplomatik enerjisini ve sonsuz olmayan savunma dolarlarını Asya ve Avrupa'daki önceliklere ayıracağını açıkça işaret ettiğini aktaran Stein, “Amerika’nın rakipleri olan Rusya ve Çin’e odaklanmak, Orta Doğu’daki devlet dışı aktörlerle yıllarca süren stratejik rahatsızlık ve meşguliyetten sonra doğru bir değişiklik. Bu politika sonuç olarak ABD'nin Suriye ve Irak'a yaklaşımını değiştirecek: Suriye iç savaşına müdahil olmak geri plana itilecek ve bölgesel öncelik Irak'taki ABD eğitim operasyonlarına kayacak” diyor.
Stein, Biden yönetiminin Orta Doğu'da muhtemelen birbiriyle ilişkili üç hedefe odaklanacağını öngörüyor: Birincisi, İran'la Ortak Kapsamlı Eylem Planına (JCPOA) geri dönmek ve sonraki tartışmaları keşfetmek. İkincisi İslam Devleti'nin bir tehdit olarak yeniden ortaya çıkmasını önlemek için Irak merkezi hükümetini desteklemek ve İran'ın ülkedeki nüfuzunu genişletme çabalarını köreltmek. Üçüncü ve daha genel hedef, ABD'nin Körfez Arap ülkeleriyle ortaklıklarını, Irak hükümetine İran'ın Doğu Akdeniz'deki nüfuzunu bastırması için daha fazla bölgesel desteğe yol açacak şekilde güçlendirmek.
Stein’e göre ABD, güçlerinin ve yerel ortaklarının bulunduğu ülkenin kuzeydoğusuna odaklanmayı, Rusya ile bombalanmayacak bölgelerin resmileştirilmesini, doğu çölünde İslam Devleti hakkında bilgi paylaşmak için bir mekanizma kurulmasını ve rejim ile DSG arasında resmi bir ateşkes yolunu açmayı düşünmeli.
Stein atılacak bu adımlarla Biden yönetiminin, Suriye'nin kuzeydoğusundaki zayıflatılmış ABD hedeflerini korurken, dünya ve bölgedeki diğer daha kritik önceliklere odaklanmasını sağlayacak.
Suriye'deki ana grupların her biri ABD dış politika hedefleri için net-negatif durumda olduklarından dolayı Washington'un elinde birkaç iyi seçenek kaldığına işaret eden Stein, “Esad rejimi iğrenç savaş suçları işledi; İsrail ile düşmanca ilişkileri var; ve kitle imha silahlarının yasadışı gelişimiyle ilgili bir geçmişi var. Suriye muhalefeti yönetim konusunda başarısız: HTŞ'nin ABD tarafından terörist olarak adlandırdığı gruplarla açık bağlantıları var ve DSG, ABD tarafından terör örgütü olarak kabul edilen PKK ile bağlantıları nedeniyle Amerika'nın Türkiye ile ilişkilerini baltalıyor. Bu kötü seçeneklerle karşı karşıya kalan Washington, Ankara ve DSG ile ilişkileri dengelemek için iğneyi ipten geçirmeye çalıştı” diyor.
Sonuç olarak ABD'nin Suriye konusunda Moskova ile diyaloğunu derinleştirmeye ilgi duyduğunun altını çizen Stein, bu çabanın parçalanmış bir Suriye'yi yönetmenin bedelini hasmına bağlamak için bir araç olacağı gibi aynı zamanda yönetimin ABD ordusunu Orta Doğu'daki çatışmalardan kurtarmaya yönelik kapsamlı çabasıyla eşleşen dar bir öncelikler dizisini korumaya çalışacağını belirtiyor.
Bunun için Biden’ın Obama ve Trump yönetimleri sırasında izlenen, ancak savaşın ağırlığı altında çöken iki öneriyi tekrar gözden geçirmesi gerektiğine işaret eden Stein’a göre bunlar; El Kaide veya İslam Devleti’nin bulunmadığı alanların çevresinde bombasız bölgeler kuracak olan Ortak Uygulama Grubunu (JIG veya bazen JIC olarak anılır) kurmayı yeniden değerlendirmek; ikincisi, Ürdün sınırına yakın güneybatı ateşkes bölgesi için üçlü müzakereler üzerine modellenmiş bir ateşkes düşünmek.
Bu ikiz çabaların, Moskova ile olası bir diyalog gündeminin çekirdeğini oluşturması gerektiğine işaret eden Stein, anlaşmanın sadece ABD'nin kuvvetlerinin olduğu bölgeleri etkileyeceğini ifade ediyor.
Bu görüşmelerin bir parçası olarak ABD’nin, Ankara’nın Ekim 2019’da kuzeydoğuyu işgalinden kaynaklanan Türkiye-Suriye sınırı boyunca rejimin varlığını kabul etmesi gerektiğini belirten Stein şu görüşleri dile getiriyor: “Bu kabul, rejim ile DSG arasında kuzeydoğuda kalıcı bir ateşkes, ABD öncülüğündeki bir arabuluculuk çabasının sonunda gelmelidir. Şu anda da bölgede zımni bir ateşkes var. Bununla birlikte, resmi bir anlaşmanın olmaması Rusya’nın Ankara'yı DSG'ye karşı bir sopa olarak kullanmasına yol açabilir, DSG'yi tavize zorlamak için bölgelerden güçlerini geri çekme tehdidinde bulunabilir veya Türk saldırısını önlemek için çok az şey yapabilir. Bir ABD önerisi üç tarafı DSG'nin elindeki bölgeyi bombasız bölge olarak belirleyecek bir anlaşmaya götürebilir. Bu sonuç Washington için mükemmel olmasa da DSG'yi korumaya yönelik bir adım olacaktır. Stein’e göre bu düzenleme, esasen Ekim 2019 sonrası oluşan statükoyu da resmileştirecektir. Türk işgalinin ABD'yi sınırdaki mevzilerini terk etmeye zorladığını ve DSG’nin de, Esad rejimi ve Moskova ile Washington'un boşalttığı bölgeleri doldurmak için anlaşmaya vardığını yazan Stein, “Amaç, Ankara'nın göz diktiği bölgelere Kürt olmayan güçleri yerleştirerek Türk işgalinin genişlemesini caydırmaktı. Türk işgalinin ardından Washington ve Ankara, Ankara’nın kazanımlarını resmileştiren ve Türk ordusunun daha fazla alanı işgal etmesi halinde ABD yaptırımlarıyla tehdit eden bir ateşkes kararı aldı” diyor.
Bu değişiklik göz önünde bulundurulduğunda Washington’ın Suriye'nin kuzeydoğusunun tamamı üzerinde kontrolü elinde tuttuğu Ekim 2019 öncesi bir konuma geri dönemeyeceğine de işaret eden Stein, “Bu nedenle ABD, Moskova'nın seçeneklerini sınırlayan ve Rusya'yı Washington'un rehberlik edebileceği bir sürece bağlayan bir tür anlaşmaya kilitlemelidir” ifadelerini kullanıyor.