Kürdistan Milliyetinin, Ontolojik ve Sosyolojik Hakikati

Kürdistani dinamiklerin milliyet fay hatlarını eskisinden çok daha farklı ve güçlü bir biçimde harekete geçiren, onlara birbirinden farklı depremler yaşatan başlıca amilleri; kitle iletişim araçları, teknolojik, ekonomik, sosyolojik, psikolojik ve .

13.02.2014, Per - 19:13

Kürdistan Milliyetinin, Ontolojik ve Sosyolojik Hakikati
Haberi Paylaş
Kürdistani dinamiklerin milliyet fay hatlarını eskisinden çok daha farklı ve güçlü bir biçimde harekete geçiren, onlara birbirinden farklı depremler yaşatan başlıca amilleri; kitle iletişim araçları, teknolojik, ekonomik, sosyolojik, psikolojik ve siyasal gelişmeler olarak sıralayabiliriz. Bu, Kürdistani dinamiklerin yaşadığı birinci süksesyondur. İkincisi ise, üzerinde yaşadığı jeopolitik ve jeostratejik fay hattı üzerinde hem kendisinin gerçekleştirdiği serhildanlar, hem de uluslararası güçlerin topraklarımızda ve ortadoğuda oynadığı roller sonucunda, Kürdistan’ın dört parçasında birtakım artçı baskıların çoğalmasına, sıkışmasına ve pek yakın bir zamanda diliminde Kürdistani bir milliyet patlamasına vesile olacağını şimdiden söylemek mümkündür. Ancak Kürdistan davasının, yükselme ve çökme elementlerini belirleyen temel parametre ve süksesyonların siyaset felsefesi, siyaset bilimi ve siyaset sosyolojisinin atacağı adımlara bağlı olacağını ayrıca hatırlamakta yarar var. Bu zaviyeden hareketle, Kürdistan milliyetinin ontolojik ve sosyolojik bir hakikat olduğu gerçeğini ana hatlarıyla belirlemeye çalışacağız.

Milliyet ve dinsel sosyolojide yaygın olarak kullanılan “komünoteler” kavramsallaşması sen ve ben ya da iki canlı organizmanın, ontolojik ve fizyolojik olarak birbirlerinden farklı ve ayrı topluluklar olarak görmesidir. Dolayısıyla ben varsa diğeri de ötekisi, ben yoksa ötekisi de yoktur. Hiç şüphesiz bu bilimsel tanımlama Kürdistan’ın ûmran ve asabiye popülasyonuna tekabül ettiği gerçeğidir.

Kadim ve geleneksel toplumlarda, İnsan ve milletlerin kimlik ve aidiyetlerine yönelik baskılama, presleme ve ötekileştirme egemenliği, modern ve seküler devletlere benzemediği gerçeğini çok sayıda sosyal bilimci ve din bilimci söylemektedir. Bu anlamda Anthony D. Smith’in işaret ettiği gibi; kadim zamanlarda insan toplulukları “bir klanın, bir dinin, bir ailenin, bir akrabanın, bir toplumun, bir etni-sitenin, bir şehir-devletin ve imparatorluğun” homojen bireyleri olmadığını söyler. kendi özgün kimliklerini mensubu oldukları etnik ve dini topluluğun inanç ve düşünce kurallarıyla ifade ettiklerine atıfta bulunur. Anthony D. Smith; modern zamanlarda ise, insan topluluklarının teritoryal devletlere bölündüğünü, her bölünen toritolyal milletin sınırları, bu sınırların müdafasını yapan düzenli ordular, yaşamlarını kolaylaştıran kurumlar ve kendi özgür iradeleriyle kendilerini yönetmeleri olarak sıralar. Dolayısıyla, Milliyet duygusu ve düşüncesi kadim zamanlardan modern zamanlara kadar insan fıtratının sahip olduğu en güçlü halkalarından biridir diyebiliriz. Anthony D. Smith milliyet duygusunun ve düşüncesinin fıtri bir meleke ve fıtri bir yöneliş olduğunu şu sözleriyle ifade eder: “Buna göre milletler, doğal sınırlara sahip oldukları gibi, doğada özgül bir kökene ve mekâna, özel bir karaktere, misyona ve kadere de sahiptirler.” (1) Smith millet ve milliyetçilik kavramların sorgulamasını “Ulusların Etnik Kökeni” adlı yapıtında Perennialism ve Primordialist kavramlara yüklediği anlamlarla açıklamaya çalışır. Smith; eski milletlerin tarihi mitleri, tarihi hafızaları, kendilerini modern zamanlara yeniden güncelleyerek, sosyal ve siyasal bir milliyetciliği hedefleyen bu ideolojiye “perennialism” ismini verir. (2) Anthony D. Smith, Primordialist pradigmayı ise; insan milliyetinin, fıtri ve biyolojik karakterini aydınlatmakla işe koyulan sosyal bir disiplin olarak açıklar. Smith\'e göre Ermeni ve Yahudi milletleri, sosyal ve siyasal olarak kendilerini yeniden güncelleyerek \"perennialis\" devletleşme temayüllerini gerçekleştirmişlerdir.

Modern paradigmanın önemli düşünürlerinden biri olan Ernest Gellner; ” Uluslar ve Ulusçuluk” adlı kitabında, milliyet ve milliyetçilik konularını modern dünyamızın sosyolojik ve siyasal bir gerçekliği olarak görür. Gellner, daha sonra millet duygusunun ve düşüncesinin ayıplanacak, garipsenecek ve bilim dışı gösterilecek hiçbir tarafının olmadığına güçlü vurgular yapar. Çünkü ona göre eski ve orta çağlarda insan milliyetleri, sosyal ve siyasal egemenliklerini belirli bir toprak üzerinde belirli bir egemenliğe bağlama ihtiyaçlarının olmadığına ama bugünkü modern kapitalsit dünyadaki üretim ve tüketim unsurları, milletleşme ve devletleşme temayüllerini zorunlu bir hakikat olarak karşımıza çıkardığını söyler. (3)

Dolayısıyla dünya milletler ailesini, eski ve orta kominal toplumlara geri götürmemiz nasıl mümkün görünmüyorsa, modern dünya milletleri arasında eşit bir yönetim ve eşit bir paylaşımında mümkün görülemeyeceği gerçeğini Kürtlerden hariç, iki yüz on üç dünya milleti kavramış durumdadır. Mamafih Kürtlerinde bu iki yüz on üç millet gibi, kendi kaderini belirlemesi kaçınılmaz görünüyor. Eğer topraklarımızın ve halkımızın özgürlüğünü simgeleyen devletleşme planımızı ikinci plandan birinci plana çekmezsek topraklarımızı elimizden alan, bize zülm eden Müslüman devletler asla bize saygı göstermeyecektir. Ve Müslüman toplumlar içinde hep, “İslam Ümmetinin” yetimleri olarak anılmaya mahkum olacağız.

Dolayısıyla Richard Falk’ın dediği gibi “her şeyin havada uçuştuğu” tüm değerler sıkalasının alabora olduğu böylesi bir dünyada bu saaten sonra teritoryal devlet modelinin ortadan kalkacağına ancak işgalci devletlerin sosyalistleri ve siyasal İslamcılar inanabilir.(4)
Dünya milletler ailesi tabiiyetlerini etnik kimlik üzerinde tanımlamışlardır. Bu etnik kimlik tanımlaması üzerine modern dünya milletler ailesi, siyasal egemenliklerini sivil teritolyal yönetimle belirlemiş olduğu hakikatidir. Kürt halkı artık milleyet ve milliyetçiliğin kötü ve haram bir duygu ve düşünce olduğu kandırmacasını görmelidir. Kürt halkının milliyet duyguları ve düşüncesi hiç bir zaman bu denli güçlü bir çelik halkaya bürünmemişti. Pek yakın bir zamanda işgalçi devletlerin topraklarındaki siyasal egemenliklerine son vererek bağımsız devletler ligine katılacakları kaçınılmaz görünüyor.

Bu zaviyede, yurttaş milletperverliği ile etnik millitperverliğin birbirinden çok farklı iki kavram olduğunu kavramamız gerekiyor. Yurttaşlık milletperverliği özgür irade ve politik düşünceyle idealize olurken; etnik milletperverlikte yurttaşlık bağını kuran, kan ve soy bağlarıdır. Herhalukarda bahs konusu ettiğimiz bu her iki milletperverlik duygu ve düşüncesi Kürdistan milletperverliğin siyasal egemenliğini ortak milli bir hafızaya taşıyabilecek kapasiteye ulaşmış olması oldukça sevindiricidir.

Dolayısıyla milliyet duygusu ve düşüncesi kadim zamanlardan modern zamanlara kadar insan fıtratının sahip olduğu en güçlü halkalarından biridir diyebiliriz. Hakeza kadim dönemlerden örnek verecek olursak M.Ö. XVII yılında Mısır’ı işgal eden Hyksos kavmini, Thebes firavunlarının uzun mücadelesini ve Hyksos kavminin Mısır’dan kovulmasını, Mısırlılar’ın milliyet hissinden başka bir durumla açıklayamayız. (5)

Dil (milliyet) ve din (ibadet) tıpkı ikiz kardeşin aynı bir annenin memesinden süt emesine benzer. Dolayısıyla dil bir milletin ontolojik ruhudur. O halde devtlet mi milleti yaratı, yoksa millet mi devleti yaratır? sorusuna şöyle karşılık verebiliriz: Dil,din ve kültür bir milleti meydana getirirken, millette bir devleti meydana getirir. Kürdistan milleti metafizik ve teolojik dönemini doyasıya yaşadı. Şimdi ise rasyonel ve pozitivist bilime ilk adımlarını atarak evrilmeye doğru gittiğini söyleyebiliriz.

Konumuzun daha somut anlaşılması için bir örnek verelim: Bir insanın kendi öz annesine ve babasına karşı beslediği duygu ve düşünce sevgisi ile insanın öz annesi ve öz babası olmayan bir anneye ve babaya karşı beslediği duygu ve düşünce sevgisi arasında bir ayrım sevgisi, bir farklılık sevgisi veya bir eşitlik sevgisi var mıdır? Bu soru ekseninde hareketle öz annemizin bize karşı besleyeceği sevgi ile öz olmayan bir annenin bize besleyeceği sevgi arasında kıyas yapamayacağımız kadar büyük bir farkın olduğunu hem biyoloji bilimi hem de teoloji bilimi söylemektedir. Her ontolojik yasa kendisine taksim edilen bir feleğin yörüngesinde sevişmesini yapar. Hiç bir ontolojik yasa diğer bir ontolojik yasanın sevişme eylemine müdahale edemez. Ettiği taktirde ontolojik yasalar devreye girer. Dolayısıyla her canlı anne kendi doğurduğu yavrusunu sever; bu sevgi türü tüm diğer sevgi türlerine galabe çalar. Örneğin, benim annemin, arkadaşımın veya her hangi bir akrabamın annesine şöyle bir teklifte ya da dayatmada bulunması ne kadar gerçekçi veya rasyoneldir: Kendi çocuklarınızı sevdiğiniz kadar benim çocuğumuda seveceksiniz. Eğer Kendi çocuklarınıza gösterdiğiniz sevginin aynısını benim çocuğuma göstermezseniz, sizi ayrımcılık ve bencillik yapmakla tanrıya veya hukuka şikayet edeceğim. İşte dillerin, farklı ontolojik renklerin, milletlerin, o milletlerin üzerinde doğduğu, yaşadığı ve öldüğü vatan sevgisinin yasaları, tıpkı anne ve yavrusunun sevişmesine benzer.

Bu anlamda Kürt milletinin içine düştüğü bu miskinliğin, köleliğin ve sevgisizliğin sebebini âlim ve mütefekkir Saidi Kurdi; “Cehalet, fakirlik ve bölünmüşlük” olarak özetler. Dolayısıyla Bir milletin neferlerini birbirlerine karşı kötülük ve ihanet etmelerini engellemenin en önemli amillerin başında milli bir duygu, milli bir akıl, milli bir zeka, evrensel ve bilimsel bir akıl kuşanmasıyla gerçekleşebilir. Bir milletin yaşamında saydığımız bu hasletler yoksa o milletin bireyleri birbirlerinin yazgılarına, musibet ve bela getirirler. (6)
Eşekleştirilmiş adamın biri bana şöyle dedi: \"sen diyorsun milliyet sevgisi, sen diyorsun Kürtlerin milli egemenlik meselesi ve son olarak diyorsunki, siyasal İslam yoktur! Pekiala, Allah\'ın hakimiyeti ne olacak?

Bende ona şöyle karşılık verdim: Haydi ordan! Allah\'ın, siyasal hakimiyeti kala kala köle Kürdistan’a mı kaldı? Halkımızın Allah\'ın uluhiyetiyle ve rububiyetiyle bir sorunu yoktur dedim. Yeryüzündeki kulları içinde onun hakimiyetine en güzel biçimde secde eden Kürt halkıdır. Aksine Allah\'ın hakimiyetine boyun eğmeyen, yeryüzünde memleketler işgal eden, oranın yerli halkını vahşice boğazlayan, günah ve tuğyanlık işlemekte sınır tanımayarak Allah\'a şirk koşan siyasal İslamdır. Kürdistan ne siyasal İslam\'ın ne siyasal komünistlerin Alamut kalesidir ve ne de Kürdistan halkı Haşhaşiler örgütüdür.

Kürdistan; Exmed\'e Xane, Meleye Ceziri, Cigerxwin ve Said-i Kurdi’nin ilim, irfan kalesidir. Kürdistan halkı, Şeyh Said, Seyid Rıza, Simko Ağa, Mahmut Berzenci, Molla Mustafa Barzani, Muhammed Qazi, Doktor Kasımlo’nun, onurlu ve şerefli evlatlarıdırlar. Değerli dindar ve mustazaf halkımızın İslamileşmeye ihtiyacı yoktur. İslamileşmesi ve insanileşmesi gereken biri varsa o da Türk devleti, Arap devleti, Fars devleti Türk İslamcılığı, Arap İslamcılığı ve Kürt Talibanıdır.

Bu zaviyeden hareketle diyebilirizki; hiç bir milletin ulusal kurtuluş mücadelesi örgüt, parti, cemaat, ideoloji, grup ve meşreplerin psikopotolojik mantığına hapsedilerek milli mücadele verilmemiştir. Ancak tüm bu yapılar milli cephede yeteneklerini ve enerjilerini birleştirdikleri taktirde, millet olmayı ve siyasal egemenliklerini kazanmayı başarmış olacaklardır. Polemik ve spekülasyonlarla Kürdistan davasını bir yere taşımamız mümkün değildir. Bütün Kürdistani uğraşları, emekleri, değerleri, bu uğurda verilen muazzam bedelleri, anlamlı ve değerli görmemizle ancak Kürdistan davasını diğer bir menzile taşıyarak milletperver olabiliriz. Kürt dinamiklerine, kürt liderlerine yönelik, küfür ve tekfir uslubunu hak ve hukuk karinesini aşan eleştirilerin yerine analatik ve bilimsel eleştirilerin daha anlamlı ve daha etkili olacağını düşünüyorum.

Dolayısıyla Kürt milletperverleri; KDP, PKK, YNK, PYD ve Goran hareketine karşı görüş belirtirken bir tarağın dişleri gibi musavi ve mutedil olmalıdırlar. Hepsini kardeş ve dost bilmelidirler. Bu kardeş ve dostların birbirlerine ve Kürt halkına karşı gerçekleştirdikleri çok büyük sayıda fedekarlıkları, iyilikleri olmuşken; aynı derecede olmazsa bile birbirlerine ve halkımıza karşı işledikleri çok sayıda günah ve suçların olduğuda bir gerçektir. Dolayısıyla Kürdistani dinamiklerin birbirlerine karşı enerjilerini ve yeteneklerini bu dakikadan sonra harcamalarını büyük bir felaket olarak değerlendiriyorum.

Milletleşmemiz ve siyasal egemenliğimizi kazanmamız için birbirlerimize merhamet etmek ve birbirlerimizi sevmek zorundayız. İşleyeceğimiz günah ve sevaplarımızı kardeşlik, milletperverlik, ahlak, bilim, adalet muvazanesi içinde tutmalıyız. Çünkü ülkemizin bağımsızlık ve halkımızın özgürlük maslahatı gereği milli kurtuluş çizgisi etrafında perçinleşmekten başka hiç bir çaremiz yoktur. Eğer bu milli ve ilmi olmayan alışkanlıklarımızı terk etmezsek birbirlerimizi yiyip bitireceğiz.

Sonuç olarak; halkımızın siyasal egemenliği, ülkemizin imarı ve inşası için yaşlısıyla genciyle, kadınıyla ve çocuğuyla karıncalar gibi çalışmalıyız. Öyle çalışmalıyızki, Japonlar ve Almanlar bu milli çalışma tempomuza hayran kalsınlar. Öyleki; ülkemize inşa edeceğimiz bilim ve demokrasi kültürümüz tüm inanç ve düşünce gruplarını kuşlar kadar özgür yapmalıdır ki Volter\'in torunları şaşkınlık içinde kalsınlar.

[email protected]

KAYNAKÇA
1- Anthony D. Smith,Küreselleşme Çağında Milliyetçilik sayfa, 29
2- Anthony D. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, sayfa 159
3- Gellner Ernest, Uluslar ve Ulusçuluk Hil Yayıncılık Sayfa, 74-117
4- Richard Falk, Yırtıcı Küreselleşme,Küre Yayınları, Sayfa11
5- Ana Britannica, XVI, Ana Yayınları.
6- Said-i Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi, sayfa 14

Nerina Azad
Bu haber toplam: 1064 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:19:43:41
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x