Türkiye’de Kürdlerin Türk olduğu görüşü katı bir devlet politikası olarak uzun yıllar devam ettirildi. Devletin bu net yaklaşımı Kürdlerin bir kısmının asimile olmasına neden oldu. Bu sert, yoğun ve acımasız süreç; güçlü ve derin tarihsel, kültürel, sosyal yapıya sahip olan ve bunların verdiği güven sayesinde Kürdlerde nihayetinde başarılı olamadı. Kürdler bireysel ve toplumsal olarak Kürd olmamaya direndi. Kürdler zor koşullar altında bireysel ve grupsal çabalar ile dünyanın her yerinde dilini, kültürünü, tarih çalışmalarını, sosyal dokusunu güçlendirme üzerine üretmeye devam etti. Kürdler, devlet ve devletin propagandasından etkilenerek bu anlayışı savunanlar karşısında açıklıkla durmayı başardı ve nihayet asimilasyon politikası tersine çevrildi. Güçlü bir başlangıç olarak üniversitelerde Kürd dilinde lisans ve lisansüstü bölümler, ortaokullarda ve üniversitelerde seçmeli dersler, TV kanalı, radyo vs yenilikler yapıldı. Benzer kaderi yaşayan ve yaşamaya devam eden bir toplum daha var: Aleviler. Bu yazının başından sonuna genel olarak Alevilikle ilgili belirlemeler ve değerlendirmeler yapılsa da özne, odak ya da çıkış noktası Kızılbaş (Reya Heq) Kürdlerdir.
Aleviler de tıpkı Kürdler gibi asimilasyon girdabının içine alındı. Statüko tekçi, laikçi şiddetini Alevilerin üzerine de çevirdi. Özellikle Alevilerin Kürd olanları hem Kürdlük hem de Alevilik yönünü korumaya çalıştı. Aleviliğin bir din olmayıp İslami olduğu devlet politikasıydı ve bu politika cumhuriyetle birlikte başlamadı. Aleviliğin “İslam’ın özü ya da gerçek İslam” olduğu öne sürüldü, ancak kimse “öze dönelim” diyerek Alevi olmaya çalışmadı ya da “bırakalım Aleviler bu özü korusun, kendilerini güvende hissederek öğretilerini açıkça devam ettirsinler” demedi. İki ayda en az 40 bin sivilin katledildiği Dersim 38 yaşandı. Cem evleri ibadethane olarak kabul edilmedi. Aksine, Aleviliğin İslami bir farklılık olduğu öne sürüldü ve İslami kurallarla yaşamaya davet edildi, Alevi bölgelerine camiler yapıldı. Aleviliğin İslama dahil olduğu sadece devlet, iktidarlar, muhalefetler, ve diyanet tarafından savunulmadı, diyanet dışındaki dini gruplar da, ileri gelen kişiler de bu politikaya “sessiz kaldı.” Dini otoriteler Alevilerin İslam’daki yerini açıklama, tartışma gereği duymadı. Recai Kutan’ın 1998 yılında “Suriye’yi sapık bir alevi anlayışı içinde olan Nusayrilik yönetiyor” sözü Aleviliğe bakışı yansıtan ne ilk, ne son cümleydi.
“Alevilik İslam dışı bir dindir” ifadesini biz Alevilere birileri öğretmedi, anlatmadı, belletmedi [1, 2]. Aleviliği ev içlerinde ve Cemlerde yaşarken diğer dinleri de izleyen bizler, İslamiyetle bağdaşmayan ayrılıklar ve aykırılıklar fark ettik. Dedelerimizin dedelerinden öncesine dayandığı açık olan bir dokuya dahil olduk. Ovacık’ta, Pazarcık’ta, Besni’de, Şahinbey’de, Londra’da, Varto’da, Sydney’de, Kürecik’te, Wupertal’de, Banaz’da, Zile’de, Paris’te birbirinden kopuk yaşasa da, birbiriyle hiç etkileşmemiş olsalar da Alevilerin inançta, bakışta ve değerlendirme sistematiğinde birbirine benzediğini gördük. Bir Alevinin başka dinden birini Alevi yapmaya çalıştığına, Alevileştirdiğine şahit olmadık. Evliliklerle, arkadaşlıklarla aramıza katılanlara dinimizin gereklerinin dayatıldığına rastlamadık. İnancını yitirmiş bir Alevi de olsa, içinden geldiği toplumunun olduğu haliyle devam etmesi üzerine emek harcanması gerektiğini tartıştık. Merkezi bir dinsel yapı, yapılandırılmış bir ruhban hiyerarşisi olmadan da köklü bir dinin evlerin içinde kendini nasıl canlı kıldığını ve devrettiğini yaşadık. Politikleşmemiş pirlerimizin ne kadar da saygıdeğer, dini bütün, kendi inanç dünyasının ve toplumunun telaşında olduğunu gördük. Cenaze törenlerimizin kendine özgülüğünü izledik. Toplumumuz inancından soyutlanırsa ya da inancını kaybederse bu kadim toplumdan geriye ne kalırdı? Bu gözlemleri, düşünceleri, çabaları herhangi bir dine duyduğumuz nefret ya da tahammülsüzlük üzerinden yapmadık; kendimizi tanımladık. Ortada bir Alevi toplum gerçeği vardı ve bu, hem biz Aleviler hem de diğer dinlerce kabullenilmeliydi. Kısacası, dönen dönebilir ancak biz yolumuzdan dönmeyiz.
Dizayn.. (: kavramsal, sosyo-kültürel, sosyo-politik ve siyasal kimlik)
Kolektif kimliği ifade eden Kızılbaşlık kelimesi yerine Alevilik kelimesinin ikame edilmesi, basit bir tercihten ibaret değildi. Alevilik 16. yüzyıldan beri daha çok Ehl-i Beyt ve soy merkezli kullanılmıştır. Kızılbaşlar ise 19. yüzyıla dek kendilerine nadiren Alevi demiştir, ancak 19. yüzyıldan itibaren devlet tarafından sadece Alevi adı kullanılmaya başlandı. Böylece Kızılbaşlara “dışta” değil “içeride” bir yer tahsis edilmiş olundu. Yalnızca günlük dilde değil, yaklaşık 150 yıldır resmi yazışmalarda Alevilik kelimesinde ısrar edilmesi, “Alevilik paradigmasının” zihinsel dizaynının kavramsal dönüşümünü belgeler. Bu kavramsal dönüşüm bile Kızılbaşlara bakışta, tanıma, tanımlama ve hak tanımada bir ilerleme, iyileşmeyi günümüze dek getirmemiştir. Dahası, Dersim, Maraş, Çorum, Sivas yaşanmıştır. Kızılbaşlar ise Alevi kelimesini de sıkça kullanmaya başlamıştır.
Tahsîs-i akâid..
Devletçe İslamiyet bölgesinde bir Alevilik çatısı oluşturuldu. Hıristiyanlık, Musevilik ve İslamın 4 ana mezhebi dışındakiler İslamiyete daha yakın da olsa (Nusayrilik gibi) bu çatının altında ifade edildi (Türk İslam Tarih Tezi). Bu doğal bir süreç içinde böyle olmadı, yani Hz. Ali ortak noktasında belirerek olgunlaşan bir Alevilik bunu sağlamadı; bunun böyle olmasını devlet istedi. Örneğin, Nusayriler ile Kızılbaş Türkler ve Kızılbaş (Reya Heq) Kürdler de Alevi olarak nitelendi ve zamanla da bu kabullendi çünkü başka şansları yoktu. Bektaşilik ise daha farklıdır. Dahası, bu toplumlar da birbirine nazikçe yaklaştı, diğerini kendine benzetmeden, benzemeye zorlamadan yakınlaştı, Alevilik adı altında birbirlerini savundu ve korudu. Bu bağ günümüzde de oldukça kıymetlidir, bir arada yaşamın sağlıklı ve güçlü temelini oluşturur, bu nedenle de korunmalıdır. Oysa, her iki toplumda da yaşamış olanlar Kızılbaşlarla Nusayrilerin dinsel anlamda en önemli benzerliğin Ali sevgisi olduğunu bilir. Nusayriler belli bir perspektifle de olsa İslamla bağdaşır ve onu referans alırken, Kızılbaşlarda buna rastlanmaz. Bu nedenle Alevilerin sadece Müslümanlarla değil, Alevi olarak bilinen topluluklarla da benzerlik ve farklılıklarını yeniden gözden geçirmesi, tanımlaması gerekmektedir. Bu tanımlama ayrışma değil, süre gelen dayanışmanın, birbirini olduğu gibi kabulün ve hoşgörünün devam etmesi temennisi iledir.
Alevilik Sünni olmayan demek değildir, Şiilik değildir, İslam da değildir; İslam dışı bir dindir. Neyi kapsıyorsa, elde ne varsa o kadar bir dindir. Atalarımızın olduğu gibi bize devrettiği Alevilik sistematiğini İslamiyetin temel referanslarıyla izah etmek mümkün olsa şimdiye kadar zaten yapılırdı ve bizler de razı olurduk. Tarihimiz boyunca bu yapılamadı ve bu tür tartışmalar hala da dinmedi. Bu yapılamadığı için, şimdilerde güçlü bir figür üzerinden kabullenme sağlanmak isteniyor. Bunu da, hangi nedenle olursa olsun kendi toplumundan uzaklaşmış, toplumuna yabancılaşmış yani Alevilikle dinsel bağı kalmamış insanlarımız yoluyla yerine getirmek kalıyor. Bir Alevi bir başka dine göre yaşamaya başlamışsa o artık din değiştirmiştir. Aleviliğin İslam ile alakası yok dediğimizde Aleviliğin tarihsel temas geçmişinin tamamını reddetmek gerekmiyor. Alevilik Hz. Ali’yi, Ehl-i Beyti de kabul eder, içerir; karakterini, mücadelesini ve kararlılığını benimser ancak odağı Hz. Ali değildir. Alevilik Ali karşıtlığı demek hiç değildir. Ali’siz ya da Ali’li Alevilik diye bir şey yoktur. Alevilikte Ali de yer alır, bu dinler arası etkileşimin bir sonucudur ancak Hz. Muhammed neyi ifade ederse Hz. İsa da, Hz. Musa, Hz. Davud da benzerini ifade eder. Aleviler tümünü eşit mesafede kabullenir ve saygıyla anar.
Devlet dininin kılıcı
Türkiye’de statüko, vesayet zihniyetince öne sürülen “nüfusun yüzde 98’inin Müslüman olduğu” söylemini tüm toplumun koşulsuz kabullenmesi ve kullanması beklenir ve bu cümle, bu bakış “birlik bütünlüğün” kanıtı olarak ifade edilir. “Alevilik İslam içidir” sözü, bir zamanların “Kürd diye bir şey yoktur, karda yürürken çıkan kart kurt sesi yüzünden Kürd denildi, Kürdlük fikri yabancıların, emperyalistlerin bir oyunudur, birlik beraberliğimiz için bir nifaktır” yaklaşımının ya bir benzeri ise? Bu cümlenin bir asimilasyon aracı olabilme ihtimali yok mudur, bu ihtimal rahatsızlık vermez mi?
Aleviliği Kabullenmeyen Cemaat
Bazı Müslüman Türkler de, binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan ancak Türk ve İslami olmayan birinin “kendilerinden” olmadığını tartışır, “güvenilmemesi gereken” olarak niteler. Bir Alevinin yaşam şekli İslama çok az uysa da, bir Alevi “biz İslam değiliz” dediğinde çoğu Müslüman bunu kabullenmez, direnir çünkü duyduğunu savunduğu kadarıyla Aleviler Hz. Ali’nin taraftarıdır (gerçekteyse o dönemdeki bu mesele dini değil, politik bir taraf tutmaydı. Son bir iki yüzyıldır ise bu taraf tutmanın dinsel olduğu Kızılbaşlara kabullendirilmek istenmektedir). Din derslerinde de Hz. Ali taraftarı olduğumuz öğretilir. Bir dönem Kürdlerin Türk olduğunun daha doğrusu Kürd diye bir milliyetin olmadığının kabulü nasıl tartışılması lüzumsuz bir gerçek olarak kabul edildiyse, bir Alevinin de İslam içi olduğu aynı biçimde kabullenilmiştir ve bu kabul örgün eğitim aracılığıyla topluma iletilmiştir. Bu yaklaşım asimilasyon politikalarının bir sonucu, kaçınılmazı olarak kimi Aleviler tarafından da benimsenmiştir. Statükonun dayattığı dini yorum ve yaşantıya direnmiş Müslüman Türkler; ve dahası, Kürdlükleri yüzünden ciddi sorunlar yaşamış kimi Müslüman Kürdler bile “biz Aleviler İslam dışıyız” net cümlemizi yadırgar ve kabullenmekte zorlanır.
Çoğu Müslüman, Türkiye’de hemen herkesin Müslüman olduğu gibi bir kanıya sahiptir. Komşulukta, iş yerinde, alış verişte, sınıfta, kahvede, kafede yani herhangi bir yerde bir ya da birkaç kişinin arasında kendi olağan dillerini, literatürlerini rahatça sergiler: yerine göre kandilinizi kutlar, ramazanı hayırlar, oruç tuttuğunuzu varsayar, iftarda oruç açmaya davet eder, “teravihi nerede kıldın”, “Cuma namazına gidelim” der, Kuran’ın yaklaşımından, hadis ve yorumlardan bahseder. Çoğu Müslüman, karşısındaki Aleviye genellikle statükonun homojenist kabullerinin etkisi altında bakar ve aklına karşısındakinin İslam dışı olabileceği gibi bir ihtimal gelmez. Aleviler yüzlerce yıllık belleğe sahip olan kendi halinde, kendinde bir toplumdur. Değerler eğitimi de (Türk tarih tezi gibi) bu nedenle, belli bir değerler silsilesinin öğretilmesi, anımsatılması, benimsetilmesi üzerine devam eder. Tüm bunları yaparken kendini dinleyen, kendinin eğittiği, öğrettiği, arkadaşlık yaptığı kim ya da kimlerse, onun Müslüman olmama ihtimali zihinlerde belirmemektedir. Bu hemen hemen yerleşik ruh halinin yansıttığı cümle, bakış ve tutuma itiraz ettiğinizde bu itirazınızın yersizliği konuşulmaya başlanır.
Bir alevi sadece İslamiyete değil diğer tüm dinlere de eşit mesafede durmalıdır. Hıristiyanlık, İslamiyet ve Musevilik birçok konuda benzer yaklaşıma sahiptir. Bazı Aleviler İslami görüş ve uygulamalara, İslami hükümlere göre yaşayan insanlara bir Alevi gibi değil, Türkiye’ye özgü laikçiler, vesayetçiler, demokratlar, solcular, hak arayıcıları gibi bakmakta ve fikir beyan etmektedir. İslami bir kurala bir Müslümanın itiraz etmesi ile bir Alevinin itiraz etmesi arasında farklar vardır. İslamiyetin bir kabulüne bir Müslüman itiraz ederse “iç tartışma, yeniden yorumlama ya da belki reform” denebilir, ancak bunu bir Alevi dile getirdiğinde “dine saldırı, saygısızlık” olarak algılanabilir. İslamiyeti sorgulamak, eleştirmek, hele hele küçümsemek, aşağılamak değil bir Alevinin, kimsenin yapmaması gerekendir. Ancak, Aleviler Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe baktıkları gibi İslamiyete bakmamaktadır. Aleviler, İslamiyete de diğer dinlere baktığı gibi yani o dini kurallar bütününe saygıyla ve günümüzde geldiği noktayı kabullenmiş olarak bakmalıdır. Bir Alevinin sahip olduğu düşünce, tutum ve yaşantısını bir Müslümanın islam hukukuna, Şeriate göre değerlendiremeyeceğini, devletin de bunu yasalarla garanti altına almasını, yaşam tarzını yasalarla korunmasını talep etmekten başka bir seçeneği yoktur.
Musâiplik, Tarık, Düşkünlük
Alevilik doğuştan gelir; bir çocuğun Alevi olması için annesinin ya da babasının Alevi olması yeterlidir. Alevilerin evlerinde Kur’an yoktur, olsa bile bulunma nedeni bir Müslümanın evinde bulunma nedeniyle aynı değildir. Bir Alevinin evinde bulunan Kuran ya 12 Eylül’den kalmadır ya da merak, tanıma, araştırma amaçlıdır. Evlerimizde seccade yoktur, olursa eğer bu, misafirlerimiz namaz kılabilsin diyedir. Aleviler camide ve evde namaz kılmaz, Ramazan orucunu tutmaz, Hacca gitmez, kelimeyi şahadet getirmez, abdest almaz; küçükken Kur’an kursuna gönderilmez, aileleri tarafından İslami cemaatlerin ellerine, evlerine, okullarına teslim edilmez, Fatiha ve diğer sureler zorunlu din derslerinde öğrenilir. Kadın, erkek ve çocukların özgürce katıldığı Cemlerde ibadet dışında, bireysel ve toplumsal meseleler tartışılır. Alevilerin sohbetlerinde İslam ileri gelenlerinin sözleri, yaşamları, meselleri tartışılmaz, gündelik sorunlarda onların meseleye yaklaşımları araştırılmaz, çözüm yolları benimsenmez. Alevilerde çok eşlilik hemen hemen yok gibidir; salonda, sofrada, sokakta, ibadette, düğünde, cenazede kadın erkek ayrımı, haremlik selamlık yoktur, kadınlar başlarını örtmez, küçük kız çocuklarının evlendirilmesine günümüzde nadir rastlanır. Bunların olması bir Alevinin diğer bir din ya da dinlere üstten bakmasını gerektirmez. Bir din basit ya da karmaşık olabilir, örneğin Alevilik bu haliyle birilerine ilkel gelebilir; ancak bu, o dine bağlı olanları ilgilendirmez. Bir din diğeri ile yarıştırılamaz, kıyaslanamaz, neyse odur, tartışılamaz. O dinde, geleneğinde yer alan ve artık değişmesi gerekenler o dinin mensuplarınca yapılır. Tıpkı Hıristiyanlarda, Müslümanlarda olduğu gibi.
Önemli olansa, biz Aleviler herhangi bir dinin hukukuna dayalı yaşamıyoruz, yaşamak da istemiyoruz. Aleviler İslamın tebası, ümmetin bir parçası ya da azınlığı değildir. Sayıca çok ve destekli bir kesim ile sayıca az ve yapayalnız bir diğer kesim arasında bir gerilim olursa bunun adı iç savaş ya da mezhep çatışması değil, çok olanın az olanı katletmesidir, katliamdır (Maraş). Bir alevinin vatandaşı olduğu devletin yasaları vardır. O yasaları reddetmek mümkün değildir. Biz Aleviler din devletinde yaşamak istemeyen bir toplumuz, hayatımızın dini kurallara göre düzenlenmesi ve yönlendirmesi fikrine tamamen uzağız. Her dine eşit mesafede duran, kurumlarında herhangi bir dinin temsilinin ya da sembollerinin yer verilmediği, istihdamda ve hizmette dini kökenin ayrımcılık nedeni olmadığı, dini alandan tamamen çekilmiş bir yönetimin güvencesinde yaşamak istiyoruz. Devlet memurluğu alımlarında dinimizden dolayı elendiği mülakat esnasında yüzüne söylenen pek çok insanımız vardır.
“Cahil, bilgisiz, medeniyetsiz, vahşi Kızılbaşlar..”
Binlerce yıldır süregelen Alevilik; paradigma yoluyla ulu hakan, tek adam, ikinci adam rejimleri de dahil statüko tarafından sadece dışarıdan hırpalanmadı, ayrıca kendini demokrat, aydın ya da sol gibi gösteren birey, örgüt ve partiler tarafından içeriden de hırpalandı. Bir taraf İslamlaştırmaya çalışırken, bir başka taraf “laikliğin teminatlarından biri” adı altında Aleviliğe yabancılaştırırken, bir diğer taraf Aleviliği hor gördü, gerici gördü ve insanlarımızı Alevilikten uzaklaştırdı ancak hepsinin ortak noktası Alevilerin asimilasyonu oldu. Bugün Aleviler her türden girişimi, müdahaleyi ortaya çıkarıp dinlerini bunlardan arındırmalı ve kendini ortaya koyabilmelidir. Bunca yıldır yaralanan, eksilen Aleviliğin nasıl toparlanacağı konusundaki tartışmaları özünü koruyabilmiş, kendini bilen mürşidlerimiz ve pirlerimiz yapmaktadır. Paradigmadan, paradigmanın her dönemdeki temsilcilerinden, savunucularından diyanetten ve eğitimden etkilenmeyerek kendi gerçeğinin yol’undan sapmamış yani hala geleneklerimizi sürdüren mürşid ve pirlerimize sahibiz.
Alevi kökenli bir birey kendisini bir başka dine tabi hissediyorsa yani din değiştirdiğini ve bunu özgür iradesiyle yaptığını belirtiyorsa kararına saygı duymak zorundayız. Aleviliği terk ederken sonradan tabi olduğu dinle Aleviliği ilintileyip, yeni dininin içinde Aleviliği kaybettirmesine kimse razı olmayacaktır. Alevilik binlerce yıldır kendini korumuş güçlü, derin bir dindir. Bir din inananları kalmadığında tarihten silinir; ancak bir dinin inananları aracılığıyla özünü, geleneklerini deformasyona, inkara ve nihayetinde yok oluşa sürüklendiğine tarihte rastlanmasa gerek.
Vesayetin, statükonun kadınların baş örtüsüne ve bağlanış şekline müdahalesine, ikna odalarına nasıl karşı çıktıysak; Alevilerin kendilerini özgür bir süreçle tanımlamalarına izin vermeyen; paradigmayı sahiplenerek tüm gücü ve heybetiyle Alevilere kabul ettirmeye çalışan; paradigmanın önünde eğilmeyenleri ellerindeki güç ve yetkiye dayanarak kabullendirmeye çalışanları da onaylamıyoruz.
Alevilik felsefesinin, ritüellerinin diğer bir dini, toplumu, rejimleri endişelendiren tarafları mı var? Alevilik bir insan olarak sembolize edilseydi eğer; insanlara, canlılara, doğaya zarar mı verirdi; ne zaman verdi? Şiddet, kötülük, cehalet, açgözlülük, suç, kibir, sıra bilmeme, namertlik, güçlüyü kayırma, haksızlık, kaypaklık, ikiyüzlülük mü yayardı; ne zaman yaydı? Alevilik kendini özgürce yaşasa, ifade etse; kime, neye zararı olur?
İnancının gerektirdiği giyimi yüzünden eğitim hakkı elinden alınanın, Kürdlüğü inkar edilenin, Aleviliğinin farklı doğası görmezden gelinenin hissettiği baskının, çektiği eziyetin yoğunluğu benzerdir.
İnancı, dili, görüşü, tercihi, reddettikleri, yönelimi, yaşam şekli yüzünden baskı görenlerin, eziyet çekmişlerin, hala da baskı görmeye, eziyet çekmeye devam edenlerin bugünlerde etrafındaki Alevilere “Alevilik İslam dışı değil, değil mi?” diye sormadığını umut edelim! Eğer duymak istenilen yanıt alınıyorsa; Alevilerin yüzlerce yıllık tedirgin, kamuflajlı yaşamı henüz sona ermemiş demektir.
Aleviliği Kabullenmeyen İktidar, Muhalefet
“Biz açıklama bekliyoruz. Alevilik İslam dışı mıdır?” apaçık sorusuna ana da dahil muhalefetin yanıtsızlığı, aslında tarihi boyunca bu konuya iktidarla farklı yaklaşmaması mıdır? Hatta, iktidara ve Aleviler dışındaki topluma bunu ileten ve Aleviliğin İslam içi olduğunu devlet politikası haline getiren geleneğin bir parçası olabilir mi?
“Aleviler solcudur” yaftası bizi bir özne, bir katman olmaktan çıkarıp; “sağcılıkla, gericilikle, şeriatla mücadele” karşısında çarpık laikliğin nesnesi, savunucusu, fedaisi, mahkumu haline getirmiştir. Bunlara sessizliğin nedeni ise bize ilişilmemesidir, can güvenliğimizdir. Alevilere çok yönlü zarar veren “korkutma yoluyla sindirme” psikolojisinin sürdürülmesi bizim dışımızdaki her kesimin yararına olmuştur. Sosyalistler için “devrimci”, sosyal demokratlar için “solcu, ilerici”, tek adamcılar için “laikliğin bekçisi” olarak görülen Alevilerin Aleviliğinin gerçekte ne olduğuna, diyanetin ve eğitim sisteminin yaklaşımına sıra geldiğinde tüm o ilerici yapı ve kesimler birden sessizleşir, tepkisizleşir. Bu nedenle hangi etnisiteye, dine, zümreye, siyasete ait olursa olsun kendine özgürlükçü, hoşgörülü diyen herhangi bir kesimin ilk şartı Aleviliğin İslam içi olduğudur. Türkiye’de birbirine zıt görünenlerin Alevilik karşısındaki bu ortak tutumdaki ödünsüzlüğü, özellikle 50’li yıllardan bu yana güçlenmiştir. Ancak, diğer dinler gibi Alevilik de kabullenilmesi gereken bir toplumsal gerçekliktir ve tüm toplumsal gerçeklikler gibi kendi özgünlüğü ile saygıdeğerdir; varlığının yasalarla tanımlanması, korunması bir zorunluluktur.
Kürdler konusundaki paradigma kaybettirdi, utandırdı, ağlattı ve o paradigmadan kurtulma yolundaki adımlar herkese kazandırıyor. Bu kıymetli bir deneyimdir ve bu deneyim Alevilik konusundaki paradigmanın da aşılabileceğinin umudunu verir. Aleviliğin İslam dışı ya da içi olduğu bile Alevilerin kendi iç tartışması, iç meselesidir ve bu tartışma için Alevilere fırsat verilmelidir. Aleviler bu ya da bir başka konuda görüş istediğinde diğer dinlerin temsilcileri önemli ve saygıdeğer referanslardır. Aynı zamanda, diğer dinlerin temsilcileri ve inananları Alevilik hakkında bilgi istediğinde mürşidlerimiz ve pirlerimiz referanslarımızdır. Toplumların tarihsel doğası rahat bırakıldığında kazanan ve gelişen tüm toplum olacaktır.
Gerçeklerin demine Hü…
1-https://www.pirha.net/alevilik-islam-midir-13279.html/21/12/2016/