7 Haziran seçimlerinde HDP’nin ‘’Türkiyelilik’’ söylemine rağmen, Kürtler, ‘’Kürtlük vicdanı’’ olarak tanımlanabilecek bir bilinçle HDP’yi %13.2 lik bir oyla ödüllendirdiler, kredi verdiler. Tahminlere göre Bu sonuçta %1.5 gibi ‘’Kürt olmayan’’ bir oy vardı.
1 Kasım seçimleri, beklentilerin aksine sürpriz rakamlarla sonuçlandı. Kesin olmayan sonuçlara göre AKP %49.5, CHP 25.4, MHP %11.9, HDP %10.7 lik bir sonuç elde etti. HDP ve MHP’de düşme, AKP’de ciddi bir yükselme görülürken, CHP hemen hemen aynı kaldı.
Peki ne oldu da 5 ay içinde bu farklı tablo ortaya çıktı?
Öncelikle 7 Haziran seçimleri ile ilgili birkaç not düşmek gerekmektedir.
7 Haziran seçimlerinde HDP’nin ‘’Türkiyelilik’’ söylemine rağmen, Kürtler, ‘’Kürtlük vicdanı’’ olarak tanımlanabilecek bir bilinçle HDP’yi %13.2 lik bir oyla ödüllendirdiler, kredi verdiler. Tahminlere göre Bu sonuçta %1.5 gibi ‘’Kürt olmayan’’ bir oy vardı.
HDP’nin bu oy oranına ulaşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AKP’nin Kürtleri rencide eden söylem ve tutumlarının önemli bir katkı sunduğu genel kabul gören ortak bir görüştür. Bir diğer önemli etken, seçimlerden hemen önce, Diyarbakır’da meydana gelen patlama olmuştu. Patlama neticesinde zirveye çıkan ‘’Kürtlük duygusu’’ sandığa AKP’ye tepki olarak akmıştı.
Başkanlık hesapları için HDP’nin baraj altında kalmasını alenen isteyen AKP’nin adeta tahrik ettiği barajı aşma hedefi, 7 haziran seçim sonuçlarını belirleyen ögelerden bir diğeriydi. HDP’nin baraj altında kalması durumunda Erdoğan’ın başkanlık sistemine geçeceği gerçekliği, bundan ürken önemli bir kitleyi motive etti ve HDP’ye oy vermeye yönlendirdi.
Erdoğan ve AKP’nin sıkıntısı sadece Kürtler değildi; kabul etmek gerekir ki oldukça geniş bir cephe, AKP’nin ve özellikle de Erdoğan’ın sınırlanması konusunda zımnen görüş birliği içindeydi. Gülen Cemaati, askerler, değişik medya ve sermaye grupları da yine AKP’ye tutum almışlardı.
Dahası var: AKP’nin ilk yıllarında, Erdoğan’a ciddi destek veren ABD ve bir çok batılı devletlerin, Erdoğan’ın izlemiş olduğu rijit siyaset nedeniyle Erdoğan ve AKP’den hoşnutsuz oldukları açıktı.
Bütün bunlara, yeniden savaş ihtimali karşısında Kürdistan ve Türkiye’de toplumun en geniş kesimlerinin barış talebi eklenince, 7 hazirandaki tablo ortaya çıkmış oldu.
1 Kasım seçimlerinin gerçekleştirildiği atmosfer
Evet, 7 Haziran’da temel olarak bu sebepler, AKP’ye yenilgiyi, HDP’ye başarıyı getirmişti. Ama 7 Haziran seçim sonuçları bir ‘’zafer sarhoşluğu’’ içinde doğru analizlere tabi tutulmadı. Şimdi 1 Kasım seçimlerinin sonuçları da sağlıklı bir analize ve değerlendirmeye tabi tutulmamaktadır.
7 Haziranda aldıkları yenilgiyle, daha ilk günden yeni bir stratejiye yönelen Erdoğan ve AKP, 7 Hazirandan sonra bir koalisyonun oluşmaması yönünde bir tutum sergiledi ve erken seçim kararı alındı. Tek başına iktidar için çok boyutlu bir toplum ve siyaset mühendisliği ile 1 Kasım seçimleri için hazırlanan strateji, adım adım uygulamaya konuldu. Şiddeti, şövenizmi ve devlet terörünü yoğunlaştırarak, seçim ortamını sabote ederek, hem HDP’nin, hem de MHP’nin kozlarını ellerinden almaya yönelik derin bir stratejiyi uygulamaya koydular.
Suruç katliamı bu strateji için bir başlangıç oldu. Ardından Ceylanpınar’da 2 polisi öldürmesi ve KCK’nın çatışmasızlığa son verildiğini ilan etmesi, AKP’nin yeni gerginlik ve çatışmalı konsepti hayata geçirmesine uygun bir zemin hazırlamış oldu. Ardından Güney Kürdistan’daki PKK kamplarına yoğun saldırılar başladı. PKK de buna karakol ve polislere yönelik saldırılarıyla cevap verdi; belli ilçelerde hendekler kazarak, ‘’şehirlerde özgür alanlar yaratma ’’ çağrısıyla ‘’çatışmaları şehirlere kaydırma’’ yı gündemleştirdi.
AKP iktidarı, bir yandan saldırıları yoğunlaştırırken, bir yandan da MHP’yi aratmayan bir söylem ve siyasetle şovenizmi geliştirdi. Türkiye’nin bir çok yerinde Kürtlerin işyerlerine, Kürtçe konuşan insanlara, HDP binalarına sivil görünümlü paramiliter saldırılar geliştirildi. Bir çok insan katledildi.
YDG-H tarafından hendeklerin kazıldığı yerlerde sokağa çıkma yasaklarıyla, halkımız ablukaya alındı. Açlık ve ölümle terbiye edilmeye çalışıldı. Bir çok sivil katledildi. Hendekler ve hendeklerin kazıldığı yerlerdeki YDG-H uygulamaları ve sonuçları da Türk Devleti’nin bu saldırıları kadar halkımıza zarar verdi ve biraz da AKP’nin istemiş olduğu ortamın yaratılmasına zemin hazırladı.
Saldırı ve çatışmalar yoğunlaştırıldı. Kürdistan’ın bir çok yerinde artık seçim çalışmaları için neredeyse koşullar ortadan kalktı. Bu gerçeklik ve Kürt kamuoyundan yükselen itirazlar nedeniyle KCK ‘’seçimlere kadar çatışmasızlık’’ kararı almak durumunda kaldı. Tam da bu kararın açıklandığı gün, Ankara’da 100’ü aşkın insanın katledildiği bombalı intihar saldırısı gerçekleştirildi. Türk Devleti’nin Ankara’nın göbeğinde yapılan bu mitinge yönelik olası bir saldırıyı hesaba katan ciddi ve gerekli bir tedbiri almamış olması, sonrasında izlediği tutum, bu saldırının Devletin bilgisi dışında gerçekleşemeyeceği kanaatini güçlendirmiştir.
Ankara katliamı, HDP’nin can güvenliği sebebiyle tüm seçim mitinglerini iptal etmesine sebep oldu. Anlaşılan, katliam ve devlet terörüyle, HDP’yi bu kararı almaya zorlamak da AKP’nin toplum mühendisliğinin bir parçasıydı; yani ya katliam ya da sessiz bir seçim çalışması. Bu fiili durum da, kitlelerin motivasyonu, heyecanı ve desteğinde olumsuz bir rol oynamıştır.
AKP ve Erdoğan 1 Kasım seçimlerinde, Kürdistan şehirlerindeki aday listelerinde de önemli değişiklikler gerçekleştirdiler. Seçilme şansı daha yüksek adaylarla listelere şekil verdiler.
Milliyetçilikte MHP’nin, sosyal ve ekonomik programda da CHP’nin kimi kozlarını elinden alan AKP, tek başına iktidar olamaması durumunda, istikrarın sağlanamayacağı, seçimlerin yeniden tekrarlanacağı yönünde toplumda bir korku yarattı. CHP ve MHP’nin Türkiye seçmeninin gözünde AKP’ye alternatif olamadıkları da ayrı bir gerçekliktir.
AKP bir yandan da Kürdistan’da kendisine yakın STK ve kimi şahsiyetlerle yaptığı birkaç toplantı ile de, kaybettiği Kürt oylarının geri alınması yol ve stratejisini oluşturmaya çalıştı.
Bu konuda AKP’nin elini güçlendiren önemli bir faktör de, PKK’nin şehirlerde kazdığı hendeklerin ekonomik ve sosyal yaşama üzerinde bıraktığı olumsuz etkinin Kürt toplumunda genel bir korku ve tereddüte yol açmasıdır. Hendek kazılan ve çatışmalara sahne olan bölgelerde seçim sonuçlarının negatif verileri doğrudan görülmese de, ne önerdiği net olarak anlaşılamayan bu çatışmalı ortamın, Kürdistan ve Türkiye genelinde, Kürt kamuoyunu tedirgin ettiği, geleceğe dönük olumlu beklentilerinde ciddi bir kaygıya sürüklediği bilinmektedir. Bu kaygı, özellikle esnaf, sanayici ve işadamlarının HDP’ye yönelik desteğinin azalmasında önemli oranda rol oynamıştır.
HDP’nin oylarında azalmaya neden olan bir başka faktör ise, muhafazakar ve dindar Kürt seçmeninin ‘’CHP fobisi’’ni hesaba katmadan, CHP ile koalisyon kurabileceğini beyan etmesidir. AKP bu durumu gayet iyi değerlendirdi ve kendisini terk eden dindar Kürt seçmenin geri dönmesi için kullanmaktan geri kalmadı.
İmralı, Kandil ve HDP arasındaki görüş ayrılıkları, belirsizlikler, birbirini reddeden davranış ve siyasal yönelimler, 7 Hazirandan sonra HDP’nin 80 milletvekiline rağmen neredeyse işlevsiz bir duruma sürüklenmesi de Kürt seçmeninde ciddi bir kafa karışıklığına, belirsizlik ve kaygıya yol açmıştır. İstikrar, barış ve Kürtlük vicdanı için HDP’ye yönelen AKP’nin dindar oyları, neredeyse bir boşluğa düştüler. AKP de bu kafa karışıklığını kendi lehine çeviren bir ilişki ve siyaset tarzı uyguladı.
7 Haziran seçimlerinde HDP’ye, Demirtaş’a yoğun bir destek sunan kimi sermaye çevreleri ve medya grupları, 1 Kasım Seçimleri’nde gözle görülür bir şekilde geri adım attılar. Kamuoyu oluşturma , manipülasyon ve yönlendirmede ciddi bir rol oynayan bu kesimlerin bir çok neden ile açıklanabilecek bu gevşeme ve geri adımlarının, 1 Kasım Seçimleri’nde HDP’nin oy kaybında küçümsenemeyecek bir etkisi olmuştur. 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan koalisyon tablosu ve sonrasındaki belirsizlik ve daha önemlisi AKP’nin fiili sindirme uygulamaları, özellikle belli sermaye kesimlerinin AKP’ye karşı tutumunda yumuşamaya ve tekrar AKP’nin tek başına iktidarına yöneltmiş olabilir. Gülen Cemaati’ne yakınlığıyla bilinen sermaye gruplarına adeta el konulması, hem diğer sermaye gruplarının daha dikkatli hareket etmesine hem de Gülen çevresinin çözülmesine neden olmuş olabilir.
Bu tablonun oluşumunda Türk ordusunundaki AKP’ye karşı ‘’yumuşama’’ da rol oynamış görünüyor. 7 Haziran sonuçlarının ‘’istikrarsızlığı’’ körükleyen içeriği, Rusya’nın bölgedeki aktif hali ve İran, Irak Suriye ile oluşturduğu yeni konsept, Güney Kürdistan’ın bağımsızlık yürüyüşü, Rojava Kürdistan’ının yeni gelişmelere gebe oluşu, Kuzey Kürdistan’da 7 Haziran seçimleriyle birlikte Kürtlerin ‘’devletten duygusal ve giderek siyasal kopuşu’’nun hissedilir oranda hızlanması, ekonomik istikrarsızlık vb. bir çok faktörden dolayı, Türk ordusunun 7 Haziran seçimleri öncesi AKP’ye karşı olan olumsuz yaklaşımlarını belli oranlarda yumuşattıkları ve önceki rijit yaklaşımları gözden geçirmeye yol açtığı söylenebilir.
ABD başta olmak üzere, uluslararası aktörler de, Türkiye’nin ABD ile İncirlik Protokolünü imzalaması ve Rusya’nın aktif müdahalesiyle bölgesel konjonktürün daha da hassaslaşması ile birlikte Türkiye’nin istikrarsızlığını kendileri için bir risk görmeye başladılar. HDP’nin baraj sorununun kalmayışıyla birlikte, Erdoğan’ın başkanlık yolunun neredeyse kapanmış olması da ABD ve diğer aktörleri ‘’yumuşatan’’ bir rol oynamıştır. Bütün bu etmenleri ve 1 Kasımda da yeniden oluşabilecek bir koalisyon tablosunun üçüncü bir seçime yol açma riskini de dikkate alarak, 7 Haziran seçimleri öncesi AKP’ye karşı olan rijit tutumlar sergilenmemiştir.
7 Haziran sonuçlarının HDP’nin artık ‘’baraj sorunu’’nun olmadığını göstermesi, Kürt seçmende oluşan ‘’HDP barajı geçsin’’ psikolojisinin gevşemesine yol açmıştır. Yine Türk seçmende HDP’nin barajı geçmesinin Erdoğan’ın Başkanlığı’nın önünü keseceği gerçekliği, belli bir Türk seçmen kesiminde HDP’ye yönelimin temel nedeniydi. Ama 7 Hazirandan sonra ortaya çıkan tablo artık bu kesimlerin kaygılarını önemli oranda giderdiği ve HDP’nin bu anlamda bir ‘’baraj sorunu’’nun olmadığı görüldüğü oranda, bu kesimlerde başka partilere kayış eğilimi güçlenmiştir.
HDP’nin 7 Haziran sonrası sergilemiş olduğu kararsızlık da olumsuz etki yaratan bir faktör olmuştur. Seçim öncesi ‘’Seni Başkan Yaptırmayacağız’’ eksenli Erdoğan ve AKP karşıtı siyaset, seçimlerden hemen sonra, ‘’AKP ile koalisyon olabilir’’ yönündeki bir gevşemeye dönüştü. Ardından ‘’Savaş Hükümeti’’ne bakan verildi, sonra bu bakanlar geri çektirilmek zorunda kalındı. Bu kararsız tutumlar da HDP’den kopuşlarda etkili oldu.
7 Haziran seçim sonuçları özellikle Kürtlerin Türk Devleti’nden duygusal kopuşlarının, vicdani tepkilerinin açık bir dışa vurumuydu. Türk devleti tarihinde, ‘’tekçi’’ siyaseti yürüten tüm partiler ilk kez böylesi bir tepki ile karşılaşmışlardır. Bu aynı zamanda Kürtlerin giderek Kürdistani zeminde Türk devletinden kopuşlarına önemli bir zemin hazırlamıştır. Türk partilerinin artık Kürdistan’da siyaset yapamaz bir hale gelişlerinin yolu açılmıştı. Ayrıca 7 Haziran seçimlerinde, devletle 90 yıllık bir bağımlılık ilişkisi içinde olan, bir çok aşiret ya da etkili kesim Erdoğan’a inat ve Kürtlük duygularıyla, HDP’ye yönelmişti. Bu tablo Türk Devleti’nin derin aklını kaygı ve korkuya sürüklemiştir. Bu nedenle de onlarca yıldır kendisiyle iç içe olan aşiret ve diğer toplum kesimlerinin salt ‘’Erdoğan karşıtlığı’’ nedeniyle başka yerlere kayışlarının , ‘’devletin bekası için‘’ tehlikeli olacağı görülmüş ve daha sıkı bir müdahalede bulunulmuştur.
7 Haziran seçimlerinden sonra Kürtlerin Türk Devleti’nden bu kopuşunu örgütleyecek etkili bir siyasal odağın olmayışı, Kürdistani güçler açısından ciddi mesajlar içermektedir. Ama HDP, PKK, Kürtlerin vermiş olduğu bu ‘’emanet oyları, krediyi’’ ve oluşan bu kopuş tablosunu, 1 Kasım seçim sürecinde de yine sağlıklı bir şeklide değerlendirememiştir. 7 Haziran sonrası oluşan kopuşun, ‘’Kürdistan Hemen Şimdi’’ siyasetiyle siyasal, demokratik, kültürel, idari, sosyal, diplomatik, ulusal her alanda bir eğitim ve kurumsallaşmaya dönüştürülmesi yerine, ne olduğu , neyi içerdiği HDP, PKK tarafından bugün bile tam olarak bilinmeyen bir ‘’özyönetim’’ uygulamasına gidildi. ‘’Şehirlerde özgür alanlar yaratma’’ adı altında, aslında elde edilen kazanımların tahribatına zemin hazırlayan ‘’hendek kazma’’ vb. uygulamalara gidildi. Bu siyaset aslında uzun vadede kopuş sürecini yaralayan bir rol oynamıştır.
Ama açıktır ki, daha makul, dirayetli ve siyasal çözümde ısrarlı, bir Kürdistani parti ya da gücün seçim sahasında olmayışı da AKP’ye dönüşte önemli bir etken olmuştur. Kitlelere güven veren bir Kürdistani partinin , Kürt siyasetinde önemli bir boşluğu doldurabileceği , bu seçimle bir kez daha ortaya çıkmıştır. Kararsızlaşan kitlelerin devlet partilerine yönelimi yerine, Kürdistani zemine çekilmesi için de bu yaşamsal bir önem taşımaktadır.
HAKPAR 1 Kasım seçimlerinde oylarını 60 binden 110 bine çıkardı. Bu ebette ki bir başarıdır. Yine Diyarbakır bağımsız milletvekili adayı sayın Haşim Haşimi’nin tek başına Diyarbakır’da 11.500 oy alması da yine dikkat çeken bir başarıdır. Bu sonuçlar gelecekte hepimiz için aslında ciddi bir potansiyelin varlığının işaretidir. Ama HAKPAR’ın tüm Kuzey Kürdistan’da 13 bin oy alırken, Türkiye illerinde 100 bin civarında oy alması , hem HAKPAR’ın, hem de hepimizin iyi irdelemesi gereken bir durumdur.
Seçimlerden çıkarılacak sonuçlar
Kasım seçim sonuçlarından şu sonuçları çıkarmak mümkündür
1- Seçimlerdeki gel-gitlerin sebep ve sonuçları elbette ki önemlidir. Her kesim kendi açısından bunun değerlendirmesini yapıp sonuçlar çıkarmalıdır. Ama, seçim sonuçları bir kez daha Kürt ve Kürdistan sorununun seçimlere endeksli bir şekilde çözülemeyeceğini göstermiştir. Bu sorun parlamenter sayısına, parlamentonun ‘’vicdanına’’ bırakılamaz. Bu sorun bir ülke ve milletin kendi geleceğini belirleme sorunudur ve dünyadaki benzer örneklerde olduğu gibi, tarafların uluslararası garantörler nezdinde yapacakları görüşme ve mutabakatlarla bu sorunun çözümü esas alınmalıdır.
2- HDP’nin kaybettiği 1 milyon oyun büyük bir kısmı AKP’ye, az bir kısmı da CHP’ye yönelmiştir. Bu tablo Kürdistani güçleri sevindirecek bir tablo değildir. Açıkçası HDP’nin ‘’kayıp oyları’’, daha iyisine gitmemiştir. Aksine 1 milyon insanın bir umut kırıklığı olarak Kürdistan özgürlük mücadelesinde bir yara olmuştur. Yukarıda dile getirdiğimiz bir çok faktör ve HDP, PKK’nin yanlışlık ve belirsizlikleri elbette ki bunda önemli bir rol oynamıştır. Ama, kitlelere güven verici bir başka yol, kanal oluşturamayan Kürdistani siyasal güçlerin de bundaki payı gözardı edilemez.
3- Kürt ve Kürdistan sorununda olduğu gibi, seçimler ve Türkiye’deki iktidar değişikliklerinde de uluslararası ve bölgesel faktörlerin rolü önemli bir etken olarak hesaba katılmalıdır.
4- 7 Haziran ve 1 Kasım seçim sonuçları da dikkate alınarak, Kürdistan’daki dindar kesimlerin, alevilerin, diğer etnisitelerin, emekçi kesimlerin, köylülerin, aşiretlerin ve küçük ve orta sermaye gruplarındaki eğilim ve hassasiyetler, onları etkileyen faktörler, savaşın yarattığı etkileşimler ve bir bütün olarak yaşadıkları değişimler ciddi bir inceleme ve analize tabii tutulmalıdır. Somut veriler ışığında değerlendirmeler yapılmalı ve siyasal çözümlemeler de bu somut verilere dayandırılmalıdır.
5- Kürdistan halkının herhangi bir partiye verdiği oylar esasında ‘’emanet oylar’’dır. Kimsenin ‘’tapulu oyu’’nun olmadığı gerçekliği kavranırsa, gelecek, Kürdistani güçler açısından büyük imkan ve fırsatlar sunmaktadır. Kararlı, sabırlı, kitlelerle kucaklaşmayı esas alan, doğru siyaset ve doğru yöntem ve araçlarla halkımızın ve ülkemizin özgürlüğünü yakınlaştırabiliriz. Artık, her zamankinden daha fazla, ‘’tekçi’’ Türk Devlet partilerinin siyaseten ülkemizden tasfiye edilmesi ve siyasal yarışın Kürt ve Kürdistani partiler arasında cereyan edeceği yeni bir siyaset sürecinin geliştirilmesi için yoğunlaşalım.
6- Seçim sonuçlarından hareketle, Kürtler arası düşmanlığı körüklemeye, düşünsel ve siyasal farklılıkları uzlaşmaz karşıtlığa dönüştürmeye yönelik her türlü söylem ve tutum, Kürdistan özgürlük mücadelesine zarar verecektir. 1 Kasım seçimlerindeki 1 milyonluk oy kaybından sonra, özellikle HDP’ye yakın kesimlerden AKP’ye oy veren bu 1 milyonluk kitleye karşı küfür ve hakarete varan saldırılar yapılmaya başlandı. Unutmayalım ki 5 ay önce aynı insanlar HDP’ye oy vermişlerdi. Değişik partilere oy veren insanlarımızın Kürt ve Kürdistani partilere dönüşlerinin sağlanması için daha esnek ve sağduyulu bir davranışla, onların ikna edilmelerinin yolları güçlendirilmelidir. Tüm siyasetçi ve aydınların da bu konuda hassasiyetle davranmaları , gelecekte oluşabilecek ulusal demokratik ilişkiler açısından büyük önem taşımaktadır.
7- 1 Kasım seçimlerinde ortaya çıkan tablo Türk Devleti’nin ‘’tekçi’’ partilerinin %60’ı aşkın bir oran ile Kürdistan’da çoğunluk oluşturduklarını göstermektedir. HDP’nin aldığı %40’lık oranının içinde sorunu sadece ‘’Kürt sorunu’’ olarak gören, bir ülke ve millet sorunu olarak görmeyen ciddi bir oranın varlığı ve ‘’Türkiyelileşme’’ siyasetinin kitlelelerin bilincindeki yansımaları da hesaba katıldığında, mevcut tablonun Kürdistani bilincin geliştirilmesi yönünde hepimizin omuzlarına büyük görevler yüklediği açıktır.