Kürtlerin tarihi ve özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında yaşanan olaylar ve isyanlar hakkında yazdığı kitaplar ve araştırmalarla öne çıkan Tarih mütahasısı, araştırmacı yazar Mahmut Akyürekli katıldığı Rudaw TV programında dikkat çekici bir röportaj gerçekleştirdi.
Tarih mütehassısı, araştırmacı yazar Mahmut Akyürekli, Rûdaw TV’de Kawa Emin’in sunduğu “Pencemor” (Parmak İzi) programına konuk oldu.
Akyürekli ile yapılan Kürtçe röportaj Türkçeye çevrilerek üç bölüm şeklinde yayınlandı.
Daha önce 1 bölümü verilen Akyürekli röportajın ikinci bölümünde ise Şeyh Said ayaklanması, Azadî ve Xoybûn hareketleri, Dersim ve Ağrı isyanlarını ve ilk yıllarını yaşayan cumhuriyetin bu olaylar kapsamında Kürtlere yaklaşımını anlattı.
Tarihçi yazar Mahmut Akyürekli röportajı II. Bölümü şu şekilde;
Programımızın bu bölümünde, özellikle sizin de üzerine önemli çalışmalar yaptığınız Şeyh Said ayaklanması, Mele Said ê Kurdî, Dersim Katliamı ve Seyid Rıza hakkında konuşmak istiyorum. Bu konularda önemli kitaplar yazdınız, önemli arşivler yayınladınız. Önce Şeyh Said’le başlayalım:
Şeyh Said Piranlı olmadığı hâlde ona neden Piranlı Şeyh Said diyorlar? Sorusuna Mahmut Akyürekli;
‘’Şeyh Said Piranlı değil. Şeyh Said’in ataları Palulu onlara “Mala Şêx Ali’yê Paloyi (Palevî)” derler. Ayaklanma Piran’da başladığı için bazı kesimler veya bölgelerde Piranlı Şeyh Said diyorlar. Türkiye’de kimse Piranlı (Dicleli) demiyor, sanırım sizler Kürdistan’da Piranlı Şeyh Said diyorsunuz.
İşin tarihi hikayesi şöyle: Şeyh Said’in ailesi 1.Dünya Harbinde (1914) Rus işgali öncesi Hınıs’taydı. Hınıs halkı savaş sırasında muhacir oldu, cephenin gerisine taşındılar. Savaş bölgelerinde yaşayan Kürtlerin hepsi Ruslar geldiğinde yurtlarını terk ettiler muhacir oldular. Benin ailem de muhacir olmuş. 1916 kışında Karlıova’dan yaya 1300 KM ötede Afyon’a gitmişler, barınamayınca oradan 1300 KM daha yürüyerek bu kez Mardin’e geçmişler. Savaş zamanında Şeyh Said ailesinin bir kısmı Piran’a göç etmişti. Rus Savaşı bittikten sonra Şeyh Said diğer kardeşleriyle birlikte dönse de akrabalarının bir kısmı Piran’da kalmış. Kardeşi Abdürrahim Piran’da evlendiği için oda Piran’a yerleşmişti.
Azadî meselesi, Beytüşşebap meselesi nedeniyle 1924 sonbaharında Cıbıranlı Halid Bey tutuklandığında Şeyh Said de ifadeye çağrıldı. Zamanın Hınıs kaymakamı Kürt. Kaymakam Şeyh’e Efendi; “Yaşlıyım, Bitlis’e ifade vermeye gelemiyorum. İfademi talimatla Hınıs’ta alınız” şeklinde müracaat et deyip yol gösteriyor. Müracaatı üzerine İfadesi Hınıs’ta alınıyor fakat Şeyh tedirgin oluyor çünkü Halid Bey’in, Yusuf Ziya’nın tutuklandığını biliyor. Onlarla ilişkileri var. Bunu üzerine irşada çıkarak bölgeden uzaklaşmak istiyor. Oğlu Şeyh Ali Rıza o sırada ağnamı (küçük baş hayvan sürüleri) satmak üzere Halep’e gitmiş. İşi bitikten sonra gemiyle Trabzon’a oradan Erzurum’a gelmek üzere yola çıkmış. Gemi İstanbul’dan geçiyor. O da İstanbul’a uğramış. Bir gece Seyit Abdülkadir’in evinde misafir olmuş. Şeyh Said irşada çıktığı zaman Şeyh Ali Rıza’da İstanbul’dan yola çıkıyor. Şeyh Said ve Şeyh Ali Rıza Erzurum -Bingöl arasında bulunan Şûşar mıntıkasında görüşüyorlar. Şeyh Said bundan sonra irşada devam ediyor. Üç ay irşad ve görüşmeler yaparak Piran’a ulaşıyor.
Genç’in (Bugün Bingöllün ilçesi) mebusu Hamdi’nin istihbarat raporunda Kürtler arasında bir hareketin oluştuğunu, Said Nursi’nin Erzurum’a gelip halk içinde gezdiğini, Şeyh Said’in Palu’ya doğru giderken yol üstünde bazı mahallerde hükümet, Cumhuriyet aleyhinde vaazlar verdiğini, bunların niyetinin iyi olmadığına dair tespitlerini Ankara’ya bildiriyor. Şeyh Said, irşad faaliyetlerinde sürekli cumhuriyet aleyhinde vaazlar veriyor. Sanırım halkı Mayıs’ta yapılması düşünülen ayaklanamaya hazırlamak için çabalıyordu.
Azadi’nin organize ettiği Seyid Abdülkadir’in liderliğinde Mayıs’ta Şemdinli’de büyük bir hareket planlandığını Kasım’ın ifadeleri ve hatıratından vs. belgelerden biliyoruz. Muhtemelen bu harekete hazırlık için halk motive edilmeye hazırlanmaya çalışıyordu. Aynı gaye için Cıbıranlı Halid Bey, Mele Said’i Kürdi de çalışıyor. Yani herkes kendi çapında halk arasında propaganda yapıp halkı bu programa hazırlıyordu. Bunu adlandırmıyorlardı, gününü, tarihini dillendirmiyorlardı fakat halkı psikolojik olarak hazırlıyorlardı.’’ Yanıtını verdi
Şeyh Said ve Mele Said Nursi Azadi’ye üye miydiler? Sorusunu cevaplayan Akyürekli;
Kanaatime göre öyle. Kimin Azadi’ye üye olup olmadığı hakkında bir belge yok fakat yaptıklarından ve ilişkilerinden yola çıkarak üye olduklarını söylemek mümkün. Halid Bey, Hacı Musa (Hoyti), Yusuf Ziya tutuklandığında Şeyh Said’in umudu kırıldı. İrşada devam ederken olacaklara göre vaziyet alma durumundaydı. Piran’a geldiğinde bir olay yaşandı. Kendisini karışılmaya gelen kitlenin içinde üç firari vardı. Jandarma gelip bu üç firariyi isteyince olaylar çıktı. Bunun üzerinde tartışma yaşandı. Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Abdürrahim genç, tahammülsüz, sıcak kanlı. Tartışmada silah kullanıldı çıkan arbedede iki asker vuruldu.
Olaylardan sonra Şeyh Said’in çevresindekiler Şeyhi Piran’dan çıkardılar. Oradan Hani’ye, daha sonra Lice’ye gittiler. Halk arasında Şeyh’in kıyam ettiği şeklinde bir söylenti yayıldı, bunun üzerine yeni katılımlar oldu.
Lice’ye geldiğinde olay yayılmış duyan halk baltasını, tüfeğini alan kalabalığa katılıyordu. Olaylar dönülmez bir noktaya geldiğinde Şeyh devam etmek durumunda kaldı. İşin esasına bakarsak rejimden yana sıkıntılarını sürekli dile getiriyordu amam tasarlayarak ayaklanmayı başlatmamıştı. Yargılanma safhasında “kaderi ilahi beni Piran’a sürükledi Piran vaksı çıktı önünü alamadık” şeklindeki sözleri planlayarak yapmadığının resmidir. “Ben köyden (Piran’dan) çıktım kıyam koptu. Olunca bende başına geçtim” ifadesinin bir başka yerinde. Şeyhin ifadesine göre mesele tasarlanmış bir hadise değil.
Şeyh Said meselesi planlı olmasa da Kürtlerin 1924 Anayasasında yok sayılmaları, Laikliğin agresif tatbiki, medreselerin bloke edilmesi gibi öneli değişimler toplumda rahatsızlık yaratmıştı, dolayısıyla halk özelikle dindarlar ile Kürtler olası bir başkaldırı için hazırdı. Cumhuriyete karşı memnuniyetsizlik bu olayla ayaklanmaya dönüştü. Piran olayları duyulunca ok yaydan çıkmıştı, Şeyh Said istese de önüne geçilmez hale gelen ayaklanmaya devam etmekten başka bir seçeneği yoktu.
Hadise Dini bir sebebi olduğunu söyleyen Akyürekli; ‘’Cumhuriyet laiklik getirmiş, Hilafeti kaldırmıştı. Şeyh Said’in vaazlarında, “Türklerle aramızdaki bağ İslam’dı, Mustafa Kemal bu bağı kesti ve aramızda bir bağ bırakmadı” ifadesini bunun için kullanıyor. Bu yüzden de bazı tarihçiler, Şeyh Said meselesinin milli bir mesele olmadığını sadece dini bir mesele olduğunu iddia ederler. Mahkeme bu kanaatte olmadığı için iddianamede “Güya dini ve şeri ve fakat herhalde müstakil bir Kürdistan hükümeti teşkil ve tesisi eylemek.” şeklinde itham ediliyor. “Şark İstiklal Mahkemesi Karaları I. Cilt, 1925 Diyarbakır Elâzığ Yargılamaları” kitabımda İddianame ve Kararın tamamını yayınladım.
Tutanaklara göre mahkeme başkanı Şeyh Said’e soruyor. “Fetihten sonra (Diyarbakır’a yapılan saldırı kastediliyor) bir Kürdistan kraliyeti yapacaktınız, öylemi?” sorusuna Şeyh’in cevabı, “Krallık falan bizim niyetimizde yoktu. Şeriat ahkamı tatbiki idi. Ben ne riyaset kabul ederdim ne de elimden gelirdi” diyerek cevap veriyor. Şeyh mahkemede yalan söyledi diyerek saygısızlık edemeyiz. Ne ise o…’’
Yaşananları, ‘Şeriat eksenli Kürdi bir hareket’ olarak nitelendiren Akyürekli;
‘’Mahkeme kayıtlarının tahrif edilmediğini düşünürsek ki, ben edilmediği kanaatindeyim, olaya “Şeriat eksenli Kürdi bir hareket” demek mümkün. Sadece bir tarafa bağlayamayız. Tabii şeri meselede olsa onun çözümünün Kürt gücü ve desteğiyle olması gerekiyor düşüncesi önde. Birçok belgede Hilafet Komitesi’nin de bu işe dahil olmaya çalıştığını, ilgili olduklarını okuyoruz.
Yeni rejim, Osmanlı Halifesi Sultan Vahdettin ve diğer hanedan mensuplarının hepsini sürmüştü. Onların da böylesi karşı devrim denilebilecek bir harekette sıcak bakmaları gayet doğaldı. Mesela, Şeyh Said Ayaklanması yaşandığı zaman Abdülhamid’in oğlu Şehzade Selim Suriye’ye gelmiş sınırın ötesinde bekliyordu. Başkaldırı başarılı olsaydı Türkiye’ye dönüp Hilafetini ilan etme düşüncesinde olduğunu söylemek sanırım abartı olmaz. Seyid Abdülkadir’in Hilafet Komitesi ile ilişkileri vardı. Yurt dışına kaçmış Çerkesler de meseleye ilgi duyuyorlardı özelikle Kurtuluş Savaşının önde gelen isimlerinden Çerkes Ethem ve kardeşleri sürgünde yaşadıkları Ürdün’de meseleyi yakında takip ediyorlardı. Suriye’ye geldiklerine dair söylentiler de vardı. Hareket bir zaman daha devam etse muhtemelen iştirak edeceklerdi.
Sonuç olarak şöyle demek sanırım yanlış olmaz: Olay şeri, fakat Kürtlerin 1924 anayasasında yok sayılmalarından dolayı hak taleplerini, Azadî hakikati, Seyyid Abdülkadir’in dahil edilmiş olmasını üst üste koyduğunuzda Şeri olduğu kadar Kürdi karakterin hâkim olduğu açık. Az önce savcının suç tanımından bahsederken “güya dini ve şeri ve fakat herhalde müstakil bir Kürdistan hükümeti teşkil ve tesisi eylemek…” şeklindeki sözleri bence meselenin gayesini ortaya koyuyor.
Okumalarıma göre asıl program, Seyyid Abdülkadir’in Şemdinli’ye geçmesi ve orada büyük bir ayaklanma başlatması şeklinde. Beytüşşebap meselesi yaşandığında planın gizliliği bozuldu. Liderler tek tek yakalanıp içeri atılınca Mola Said Van’a gidip çileye girerek kendini kurtardı. Şeyh Said ise kıyama mecbur kaldı. Dikkat edilirse daha Şeyh Said tutuklanmadan Seyyid Abdülkadir ve oğlu Seyyid Mehmet’ti İstanbul’dan Diyarbakır’a getirip alelacele idam ettiler.’’ Değerlendirmesinde bulundu
Bazı tarihçiler Şeyh Said İsyanı’nın Türklerin provakasyonu olduğunu söylüyor. Bu doğru mu, Türkler mi bunu yaptı? Sorusuna Mahmut Akyürekli;
‘’ 2015’ten önce elimizde belge yoktu. Belge olmadığı zaman da herkes kendine göre bir şeyler üretiyordu. Belgelere ulaştığımızda böyle bir şey olmadığını anladık. Ayaklanma mahallinde, bölgede askere alınmış Kürtlerden başka devlettin ciddi bir askeri gücü yoktu ki provokasyon yapabilseydi. Niye böyle bir şey yok, onu izah edeyim: Piran meselesi yaşandığında Bölgedeki askerlerin neredeyse tamamı Kürt. Ayaklanma başladığında bunların çoğu silahlarını alıp ayaklananlara iştirak ediyorlar. Onlar katılmadan önce Şeyh Said’in mahiyetinde sanırım yirmi adet silah yoktu. Ayaklananlar arasında bir subay yoktu, askeri bir hazırlık yapılmamıştı, güç yoktu, ordu yoktu. Hepsi silahsız aşiret halkından oluşan müritlerdi.
Devletin Kürtlerden başka bölgede fazla gücü olmadığının bir göstergesi Diyarbakır’a baskın düzenlendiği zaman batıdan asker sevk edildi, birlikler Suriye’deki Fransız hattından geçirilerek Diyarbakır’a getirildi. Benim kanaatim hadise ne tasarlanmış ne de provokasyondu, tesadüfen oldu. Şeyh Said’in “Kader beni Piran’a sürükledi” ifadesine dikkat etmek lazım.’’ Cevabını verdi.
Şeyh Said neden Bitlis’e değil de Diyarbakır’a yöneldi? Sorusu üzerine Akyürekli;
‘’Bunu bilmiyoruz. Bu konuyu bir iki defa dile getirdim fakat bizce malum bir sebebi yok. Cıbıranlı Halid Bey, Yusuf Ziya o sıralarda Bitlis’te tutukluydu. Devletin Bitlis’te Diyarbakır kadar gücü ve savunma imkânı yoktu. Her şeyden evvel Diyarbakır muhkem surlarla tahkim edilmiş bir merkezdi
Daha önceden hazırladığı bir yol haritası veya plan olmadığı için o günün şartları ve etrafındakilerin telkinleri ile Diyarbakır’a yöneldiğini söylemek mümkün. Muhtemelen Bicar ağalarının bazılarının yakınları Diyarbakır’da hapiste olduğu için hareketi buraya yönlendirdiler. Şeyh Said çok mütevazı biriydi, insanlara güvenirdi. Çevresindekiler bir şeyler söylediğinde onlara inanırdı. Planı olmayan, askeri olmayan, operasyanel olmayan bir hareketten bahsediyoruz. Eğer Bitlis’e yönelselerdi bence Bitlis’i çok rahat alırlardı. Halit Bey’i kurtarabilselerdi hareket askeri bir lidere de kavuşmuş olacaktı. Doğuya doğru yayılmaları başarılı olmalarına kapı açabilirdi.’’ İfadelerini kullandı.
Askerlerin Şeyh Said’e katıldığını söylüyorsunuz. Madem öyle neden başarılı olamadılar? Sorusuna ise Akyürekli , şu cevabı verdi;
‘’ Şeyh Said’e katılan subaylar çoğunlukla düşük rütbeli jandarma sınıfının subaylarıydı. İçlerinde Halit Bey kıratında bir kurmay yoktu.
Devlet ilk iş olarak Kağızman’da Osman Nuri Paşa komutasındaki kolorduyu bölgeye sev ketti. Çünkü Osman Nuri savaş tecrübesi olan, sekiz yıl ömrü cephelerde savaşarak geçmiş bir kumandan. 1. Dünya Harbinde Kürt Aşiret alaylarıyla beraber Ruslara karşı savaşmış; Kürtleri, aşiretleri tanıyan biriydi. Bölgedeki subayların bir zamanlar kumandanlığını yapmış, onlarla tanışıyordu. Haliyle etkili oldu. Doğu cephesi böylece kontrol altına alındı.
Güney aksındaki Suriye o zamanlar Fransa’nın kontrolündeydi. Devlet Fransa’dan izin alıp batıdan asker sevkiyatını Fransa hattından (Suriye’nin kuzeyinden) trenle geçirip bölgeye intikal ettirdi. Hal böyle olunca hem Güney hem de Batı yönüyle kontrolü ele alındı.
Askeri strateji ve idareden yoksun, hazırlıksız bir hareket. Bunlar başarısızlığın askeri sebepleriydi, bir de diğer sebepler var; Kürt aşiretlerinin büyük kısmının destek vermemesi, Tarikatlar ve Şeyhler arasındaki rekabet, kış şartlarında her yere haber ulaştırılma güçlüğü vs…’’
Diyarbakır bölgesindeki bazı aşiretlerin Şeyh Said’e karşı çıktığını söyeleyen ve neden karşı çıktılarını değerlendiren Akyürekli;
‘’Evet, Şeyh Said’e karşı çıkanlar oldu, Remanlar karşı çıktı, Bekıran aşiretinin bir kısmı ile Lolan, Xormekan Alevi aşiretleri karşı çıktı. Hınıs, Muş, Bitlis’te Şeyh Said’e karşı çıkanlar, destek vermeyenler de vardı. Mesela Şeyh Said İran’a geçmek istediği zaman Bıllıkîler Murat’ın karşı yakasında silah sıkıp o tarafa geçmelerine engel olmaya çalıştılar. İmsak söktüğünde yakındaki Melemi köyüne yöneldiler. Ortalık kar, çamur dışarda namaz kılmak mümkün değil. Gece boyunca dışarıdalar, üşümüşler, yorgunlar, kapalı bir yerde Namaz kılıp soluklanmak istiyorlardı. Köylü kapılarını kapatıyor, Camiyi de açmıyor. Üstelik bu köyde Kadiri postnişin bir Şeyh ve tekesi vardı.
Dar günün dostu yok…
Ayaklanma zamansız başlamıştı, hazırlık, temas, geniş bir istişare yoktu. Başarılacağına inanılmıyordu, insanlar korkuyorlardı. Ayaklanma başlayan kadar halkın genelinin haberi yoktu, tabiri caiz ise bir oldu bitti ile başlamıştı, dolayısıyla bir kısım aşiretler, hatta meşayihin (şeyhlerin) bir kısmı, isim vermekte bir mahsur yok; Norşin Şeyhleri, Bitlis, Muş bölgesinde etkili olan Hazret ailesi vs. onlar bile bu yükün altına girmediler, korktular. Koçkıri’de üç sene önce neler yaşandığını insanlar az çok biliyordu. Şeyh Said olayı bir anda zuhur etmişti, nitekim iki ayda bitti. Eğer iki ayda bitmeyip, bir iki ay daha direnselerdi muhtemelen Dersim katılacaktı, diğer aşiretlerin de büyük bir kısmı ikna olup katılacaktı, başarısızlık olunca herkes çekinip geri durdu.’’ ifadelerini kullandı.
İsyan sürecinde, iki-üç aylık süre zarfında Şeyh Said ve Türkiye Devleti arasında iletişim olmadığını daha sonra sadece bir yerde olduğuna değinen Mahmut Akyürekli şu ifadeleri kullandı;
‘’Sadece bir yerde. Bir subayı esir alıyorlar. Diyarbakır Fis Alayı’nı esir aldıkları zaman Alay Komutanı Albay -ismini şu anda hatırlayamadım belgelerde var- Şeyh Said’le konuşup ikna etmeye çalışıyor. Sohbet esnasında Albay, “bu yaptığınız iyi bir şey değil, başarılı olma şansınız, bu işin sonu da yok. Devlete devlet lazım. Teslim olmanı rica ediyorum. Teslim olursan senin elçin olabilirim, küçük bir cezayla bundan kurtulman için elimden geleni yaparım” diyor. Bu sözlerden sonra Şeyh Said kısmen ikna oluyor, hatta teslim olmaya niyetleniyor fakat E’mer ê Faro ile arkadaşları karşı çıkıyor. Çünkü kıyam başladığında birçok firari ve kaçak Kürtlerde de ayaklanmaya katılmıştı. Ayaklanma onlar için kurtuluştu. Bunlar Şeyh Said ayaklanmasından önce kaçaktı, firariydi. Eğer yakalanırlarsa belki ceza alacaklardı belki de idam edileceklerdi. Bazıları adi suçlu idiler burada anlatamayacağım işler içinde olmuş olanları vardı. Şeyh Said meselesi ortaya çıktığında bunu kendileri için kurtuluş gördüler, Şeyh’e inanmalarından ziyade kendi kurtuluşları için ayaklanmaya katıldılar. Onların kurtuluşu Şeyh Said’in başarısına bağlıydı. Dolaysıyla Şeyh Said’in teslim olmasını istemiyorlardı. Hatta E’mer ê Faro, müdahale ederken “Efendi, sen kabul etsen de biz kabul etmiyoruz. Eğer sen bu saatten sonra Türklerle anlaşırsan biz anlaşmayız” deyip o yolu kapatıyorlar.’’
Şeyh Said İran’a geçmek istiyor muydu? Sorusuna Akyürekli;
‘’Diyarbakır baskını başarısız olunca işin bittiğini anlamıştı. Takipçileri ve etrafındakilere “herkes evine gitsin bu iş burada bitti” diyerek insanların daha fazla zarar görmesini, ölmesini istemediği için dönün çağrısı yaptı. Sırdan halk dağıldığı. Şeyh Said ona yakın olan yaklaşık 100 atlı ile İran’a yöneldi. Niyetleri İran’a geçmekti. Çabakçur’a gelip oradan da Solhan’a geçtiler. Solhan’da Mellekan köyünde Şeyh Abdullah’ın evine gidiyor. Şeyh Abdullah Şeyh Said’in akrabası, ayaklanma sebebiyle idam edilen 37 kişiden biri. Mellekan’dan adam gönderip Binbaşı Kasım’ı Varto’dan getiriyorlar. Kasım o zamana kadar işin içinde değildi. Hani Kasım “haindir” diyorlar ya, hain olması için başından itibaren işin içinde yer alması gerekmez mi? Neyse… Kasım’ı getiriliyor “sen askersin güvenli yolları da İran’ı da bilirsin bizi İran’a götür” diyorlar.’’ Yanıtını verdi
Kasım hadisenin başından itibaren olayların içinde değil mi? Kasım neden İran’a geçmesi için ona yardımcı olmadı. Sorularına ise ise Akyürekli ;
‘’Şubat sonunda Varto’ya baskın düzenledikleri zamana kadar Kasım’la ilişkileri yok. Varto’yu aldıklarında teklif ediyorlar fakat Kasım onlara katılmayı kabul etmiyor. “Sizin yaptığınız bu hareket başarıya ulaşamaz” deyip karşı çıkıyor. Kasım ile Şeyh Ali Rıza (Şeyh Said’in oğlu) arasında bazı tartışmalar da yaşanıyor. Bunları Kasım’ın hatıratında okuyoruz. Kasım Osmanlı Binbaşısı, ömrünün büyük bir kısmı savaşta geçmiş, İran’da Hemedan’da, Kafkas Cephesinde Sarıkamış’a ta savaşmış biri. Bir hareketin başarıya nasıl ulaşıp ulaşamayacağını az çok tahmin edebilecek öngörüye sahip. Bu işte başarı olmayacağını da tahmin ediyor. Ben şahsen şuna inanıyorum: Kasım başarılı olacağını bilseydi en başından itibaren işin içinde olur, en iyi mevkii kapardı. Zeki, kurnaz biri, başarı olunmayacağını görünce kendini kurtardı. Nitekim Mahkemede berat etti, kurtuldu.’’
Yardımcı oldu gözüktü fakat meseleyi istediği şekle çevirdi. Kendisini kurtarması lazımdı. Şeyh Said, Kasım’a “biz İran’a geçeceğiz. Sen subaysın Türklerin usulünü biliyorsun. Askerin stratejisini, nasıl hareket edeceklerini biliyorsun. Bizi İran’a geçir” diyor. Kasım reddetmiyor. Hem bacanağı hem de saygı duyduğu bir insan. “Tamam” diyor. İran’a gitmek üzere yola çıkıyorlar. Murat’ın önüne geliyorlar. Karlar erimeye başlamış, Murat Nisan’da azgın geçit vermiyor, karşı yakaya geçmeyince Kasım, “Efendi kurtuluşumuz zor, Teslim olalım belki hafif bir ceza ile kurtulursun” deyip Şeyh Said’i ikna ediyor. Bir mektup yazıp Varto’daki askeri birliğe gönderiyor. Mektupta teslim oluyoruz deyip buluşma yeri belirliyor. Teslim olma noktasına doğru hareket ediyorlar. Yolda kafilede olan bazı beyler meseleye müdahil olup karşı çıkıyorlar, tartışma yaşanıyor bunu üzerine Şeyh Said fikir değiştiriyor. Kasım ise sorumluluk almış, mektupta onlarla beraber olduğunu yazmış dolayısıyla işin bozulması halinde kendisinin ipe gideceğinin farkında. Kasımla kardeşi gecenin karanlığında havaya rast gele ateş açıyorlar, çıkan kargaşada kafile dağılıyor, biri birini kaybediyor fakat Kasım Şeyh’e hep yakın duruyor. Nihayette sabah olunca Şeyh Said’in elindeki tüfeği alıyorlar. O sırada askeri bir birlik beliriyor gelen birliğe teslim oluyorlar. Yaşananlara bakıldığında Kasım’ın Şeyh’i bir plan çerçevesinde teslim ettiğini söylemek daha doğru olur.
Aslında devletinde Kasım’a çok da güveni yok. Osman Nuri Paşa Kasım’ı iyi tanıyor, Rus savaşında birlikte savaşmışlar. Paşa bir zamanlar Kasım’ın komutanıydı. Yakalandıktan sonra Varto’ya getirildiklerinde Osman Nuri Paşa, “Kasım’ı idam edelim, eğer Kasım’ı idam edersek Kürtler üzerinde büyük bir tesir yaratır, büyük bir korkuya yol açar. Hadiseler daha rahat suhulette erer” fikrini ileri sürüp idam izni istiyor fakat Şark İstiklal Mahkemesi yargılamadan idama müsaade etmiyor Şeyh Said’le birlikte Diyarbakır’a göndermeleri talimatını veriyor.’’ Cevabını verdi.
Akyürekli Cıbıranlı Halit Bey’in durumunu ise şu sözlerle özetliyor, ‘’Şeyh Said’in yakalandığı geceye kadar İdama mahkûm edildiği halde Bitlis Cezaevinde tutuluyordu. Cezası infaz edilmiyordu, çünkü idam edilirse Kürtler arasında infialle sebep olur düşüncesi vardı. Devlet onun idamı Şeyh Said ayaklanmasını kontrol edilemez hale getirir endişesindeydi. Şeyh Said yakalanınca bu endişeler ortadan kalktı. Aynı gece Cıbıranlı Halid Bey’i kurşuna dizerek -askerlerin ölüm cezası kurşuna dizilmekle infaz edilirdi-, Yusuf Ziya Bey’i sehpada idam ederek ölüm kararları infaz edildi. ‘’
Şeyh Said mahkemede kendisini iyi savundu mu? Kasım Şeyh Said aleyhinde tanıklık yaptı mı? Yaptıysa neler söyledi sorularını yanıtlayan Akyürekli;
Çokta iyi diyemeyiz, İstiklal Mahkemelerinde savunma çok da anlamlı değildir zira önceden verilen kararları sadece tasdik ediyorlardı, savunmanın önemi yoktu mahkemeler şekliydi. Mahkeme kararlar o kadar keyfi idi ki; “sanığın idamına, tanıkların bil ahire dinlenmesine” şeklinde mizaha konu olacak kadar.
Kararları Ankara, Mustafa Kemal veriyordu, mahkeme usulü yerine getirmekle görevliydi. Zaten Şeyh Said de yalan söyleyecek bir insan değildi. Olan biten ne ise doğrusunu anlatı. Kendini kurtarmak için kişiliğinden ödün vermedi, yalan söylemedi.
Her şeyi, yani bildiği her şeyi anlattı. Azadî hakkında çok fazla bir şey anlatmadı. Bilgisi mi yoktu veya korumaya mı çalıştı ondan emin değilim. Azadî hakkında kendisine sorduklarında “onu bilmiyorum” deyip konuya ilgisiz kalıyordu. Kasım’ın onları bildiklerini söylemekle yetiniyordu.’’
Kasımın tanıklığı konusunda ise;
‘’Mahkemede söylediği ve hatıratında da teyit ettiği şu sözleri ile: “…Şeyh Said’in Yusuf Ziya’dan mülhem(etkilenerek) bir isyan fikri taşıdığını düşünmedim. Erzurum’dan avdetimde(dönüşümde) Hınıs’ta Şeyh Said’le beş saat devam eden münakaşamız üzerine tamamen bu fikirden vaaz geçtiğini temin etti fakat biraz sonraki hadisat(olaylar) bu fikrin kendisinde hala mevcut olduğunu fiilen ispat etti.” Kasım Azadî Hareketi hakkında konuşmaktan da çekinmedi, kendini kurtarmanın bir yolluda bu idi. Konuşmalarında, ifşalarında kimse zarar görmedi, çünkü artık saklanacak bir şey kalmadığı gibi Halit Bey’in ölüm kararı da infaz edilmişti.
Azadî Hareketinin oluşumu hakkında kısmi bilgiler vererek harekette yer alanların isimlerini verdi. Azadî’nin gerçek adının “Kürdistan İstiklal ve İsti’hlas (İstîxlas) Cemiyeti” olduğunu onun ifadesinde öğrendik. Verdiği isimlerin nerdeyse tamamı yakalanmış, cezalandırılmış kişilerdi. İtirafçı gibi görünebilir fakat olayları anlattığında zaten o kişilerin hepsi ya öldürülmüş veya yurtdışındaydılar. Kasım’ın önceliği kendini kurtarmaktı. Onu da başardı. Mesela Halid Bey hayattayken Kasım’ın onun hakkında bir şey anlattığına dair bir belge, bilgi yok, dolayısıyla en azında ben bir tarihçi olarak ispiyoncu falan diyemem fakat rahmetle de yad edeceğim biri değil.
Şeyh Said meselesinin en iyi hülasasını Kasım yapıyor. Seyid Abdülkadir’in 1925 Mayıs’ında ayaklanmayı planladığını anlatırken mevzuyu Şeyh Said meselesine getirerek “Efendi (Şeyh Said) perşembeyi çarşambadan önce getirdi” diyor. Bana göre Şeyh Said meselesinin anahtarı bu cümle. Kasım’ın bu sözleri Şeyh Said meselesinin hülasasıdır benim nazarımda.
Bunu hâkim mi söylüyor?
: Hayır, Kasım ifadesinde söylüyor. Hatıratında da yazmış, “bu iş Mayıs’ta başlaması gerekiyordu Efendinin hareketiyle erken başladı, plan bozuldu hareket sekteye uğradı” demeye getiriyor. Kasım’ın meseleye bakışını “Binbaşı Kasım’ın Hatıraları (Azadi ve Şeyh Said Hakkındaki İfadeleri)” adıyla kitaplaşan çalışmamda verdim, bütün hatıratını mahkeme kayıtları ile teyit ederek yayınladım. (Avesta Yayınları İstanbul 2020)’’ değerlendirmelerinde bulundu.
Bildiğiniz kadarıyla ya da ulaştığınız belgelere göre Atatürk mahkemeye müdahale etmiş mi? Sorusuna Akyürekli;
‘’ Tabii ki. Zaten İstiklal Mahkemelerinin üyeleri hukukçu değildi. Hepsi milletvekiliydi. Biri asker, diğeri maliyeci, bir diğeri memurdu. Hiçbiri Hukuk okumamıştı. Atatürk’ün talimatı neyse onu uyguluyorlardı.
Şark İstiklal Mahkemesi üyeleri arasında Atatürk ile özel şifre ile görüşen onun talimatlarını mahkemeye ileten Revanduz doğumlu Ali Saib adında bir Kürt’tü. Hasan Hayri Bey’in yargılamasında idam kararını onun başkanlığındaki heyet verdi. Atatürk’ün bilgisi dışında sinek uçmayan bir ülkeden bahsediyoruz. Müdahale etmez olur mu?’’ cevabını verdi.
Şeyh Said Ayaklanmasının bir bayrağı var mıydı? sorusuna Mahmut Akyürekli;
‘’Başlangıçta yoktu. Sonra kelime-i tevhit yazılı bir sancak kullandılar. Size o sancağın fotoğrafını da vereceğim. Bir de hikayesi var, şöyle: Şeyh Said’in Lice’de İmam bir müridi var. Ayaklanmanın ikinci günü Lice’ye girdiklerinde onun oğlu gelip Şeyh Said’e bir sancak veriyor, Keennehü “ayaklandınız, size bir bayrak lazım” der gibi.
Zemini yeşil, üzerinde de “La ilahe illallah Muhammed Resulullah” yazılı atlastan yapılmış. Öncesinden özellikle hazırlanmış bir bayrak yoktu.’’
Bayrağın Şeyh Said’in kendi yaptığı bayrak olmadığını ifade eden Akyürekli; ‘’Ayaklanma hazırlığı yapılmış bir organizasyon değildi ki; teşkilatı, kumandanı, bayrağı olsun. Lice’de kendisine verilen sancak o günden sonra kullanıldı.’’ Dedi.
Ayaklanma suçlanmasıyla kaç kişi tutuklanıp kaç kişi idam edildi? Sorusuna Akyürekli;
‘’ 5.900 kişi yargılandı. 435 kişi hakkında idam hükmü verildi. Şeyh Said ve 37 arkadaşı aynı günü Diyarbakır’da idam edildiler. Gömüldükleri yeri de gizli tuttular hala nerede defnedildiklerini kesin olarak bilmiyoruz. Tahmini görüşler var, kanımca onlar doğru fakat belgesi yok. Devlette bugüne kadar mezarları şurada demedi.’’ cevabını verdi
Şark İstiklal Mahkemesi kaç yıl devem etti sorusuna Akyürekli;
‘’Mahkeme iki yıl sürdü. Üç dört ay Diyarbakır’da kaldı. Buradaki işlerini bitirdikten sonra Elazığ’a (Harput’ta) taşındı. Çünkü Mahkeme heyeti için Elâzığ (Harput) daha güvenliydi. 1925 Ağustos ayından 1927 sonuna kadar yargılamalara Elazığ’da devam edildi. Dersim Milletvekili Hasan Hayri Bey, Hesenanlı Albay Halit Bey Elazığ’da yargılanıp idam edildi. İdam hükmü olanların 100-150 si yakalanamadı. Kararları gıyabiydi. Diğerleri yakalanıp idam edildi. Kaçabilenler 1928’de çıkan aftan istifade edip kurtuldular. Kurtulanların arasında Şeyh Said’in kardeşleri Şeyh Mehdi ile Şeyh Abdürrahim de var.’’ Yanıtını verdi
Onlar Suriye’de miydi? Sorusuna ise Akyürekli şu yanıtı verdi;
‘’Evet, Suriye’deydiler. Yalnız Şeyh Said’in çocukları Şeyh Ali Rıza ile Şeyh Selahaddin Irak’a geçmişlerdi. Xoybûn kurulurken Şeyh Ali Rıza Suriye’ye geçti. Kürt aydın ve siyasetçilerle Suriye’de bir araya gelerek Xoybûn Örgütü’nü kurdular. Xoybûn’nun kuruluşunda Ermenilerle ittifak ettiler. Aynı topraklarda hak iddiaları söz konusuydu sanırım bu sebeple ittifakları bozuldu buna rağmen Ermeni bazı liderler Ağrı’da Kürtlerin yanında yer aldı.’’
Hasan Hayri’den söz ettiniz. Kürdistan tarihinde özellikle de Güney’de Hasan Hayri hain olarak geçiyor. Hatta kendisinin “Mezarımı yol kenarında bir yere kazın ki Kürtler oradan gelip geçerken onlara ihanet ettiğim için her seferinde mezarıma tükürsün” dediği geçiyor bu doğru mu? Sorusuna Akyürekli;
‘’Bunları söyleyenler ona büyük haksızlık yapıyorlar. Allah’ın rahmetine kavuşmuş bir kişiye iftira etmek çirkin bir davranış. Kim yazmış, Belgesi ne, neye göre bu iddialarda bulunuluyor? Bunlar külliyen yalan şeyler. Belgesiz, mesnetsiz dedikodularla insanları karalamak ahlaki bir davranış değil.
Bu tip müfterilerin Hasan Hayrı Bey’e yönelik suçlamalarda kullandıkları meclis konuşmalarından biri şöyledir: “Kürt ile Türk’ün halası (kurtuluşu) tevhitlerindedir (birleşmelerindedir)”. Bu konuşma 1. Dünya Harbi akabinde Mondros aşamasında yapılmış. İki halkın ittifak ederek varlık mücadelesi vermeleri gerektiğini söylüyor. Tarihsellik çerçevesinde meseleye baktığımızda bu ifadelerin doğru olmadığını söylemek mümkün mü? Aynı tarihte Şeyh Mahmut’ta Türklerle ittifak içinde. M. Emin Zeki Beg Türk Genelkurmayında Kurmay Binbaşı.’’ Cevabını verdi
Şeyh Said meselesinde tavrı nasıldı? sorusuna ise Mahmut Akyürekli şu yanıtı verdi
‘’Şeyh Said meselesindeki tavrını anlatayım: Ayaklananlar Harput’a girdiğinde liderleri Şeyh Şerif gidip Hasan Hayri’nin evine misafir olmuştu. Hasan Hayri onları vilayete götürüyor. Birlikte Müftü Kemalettin Efendiyi Valilik makamına seçiyorlar. Hasan Hayri, Hozat’ta oturan kuzeni Mehmet Celal Efendi’ye bir telgraf çekerek Dersim aşiretlerinin ayaklanmaya katılmalarının sağlamasını istiyor. Hozat o zamanlar Dersim’in merkeziydi. Telgraf Hozat’a ulaştığında Postacı Jandarma komutanına veriyor. Mehmet Celal Efendi’yi Hozat’ta tutukluyorlar, sonra da Hasan Hayri’yi tutukladılar. 1926’da Elazığ’da ikisini de idam ettiler.
Mahkemenin başkanı Hasan Hayri Bey’in Millet Meclisinde arkadaşı Mazhar Müfit Bey’di, aralarında dostluk bağları vardı. Atatürk “onu idam edin, en büyük hain Kürtlerden biri de bu” şifresini gönderiyor. Müfit Bey arkadaşı hakkında bu kararı veremeyeceği için mahkeme başkanlığından çekiliyor. Yerine Hacim Muhittin Bey atanıyor ancak oda aynı gerekçelerle çekilince başkanlığa Revanduzlu Ali Saib (Ursavaş) atanıyor. “Şark İstiklal Mahkemesi 1925-1927” adlı kitapta detaylı yazdım. Kürdün kasabı yine bir Kürt…
Hasan Hayri Bey sivri dilliydi. Koçkıri meselesinde idamların ertelemesi için meclisi o ikna etmişti. Dersim halkının İstiklal Mahkemelerinde yargılamalarına karşı mecliste sert muhalefet yapmış, maçına ulaşmış, başarmıştı. Meclis kürsüsünde Atatürk’ü tenkit edince şimşekleri üzerine çekmişti. Atatürk’e karşı çıkışı Hasan Hayri Bey’in sonunun başlangıcı oldu.’’
Akyürekli Hasan Hayri beyin meclis konuşmasını şöyle aktardı “…. Müsaade buyurun efendim. Harbi Umumide bu adam (Enver) işleri gördü diye bütün umuru(yetkiyi) bu adamın eline verdik. Haddinden ziyade iş verdik, o da nihayet bu vatanı tepe taklak döndürdü. De buyur! Bunu biz mi yaptık, Enver mi yaptı? Bunu biz yaptık, onu oraya biz attık, çünkü ona salahiyeti biz verdik” deyip Enver üzerinden örnekle Gazi Mustafa Kemali kast ederek “Şimdi bu zatı muhteremi de Enver Paşa\'nın akıbetine uğratmak istiyorsak bunu (yetkiyi) verelim.” Mustafa Kemal’e karşı bu sözleri söylemek herkesin yapabileceği bir şey değildi. Bu laflar Mustafa Kemal’e dokunuyor.
Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) 1916’da 16. Kolordun Komutanı olarak Kafkas Cephesi Silvan karargâhını kurduğu zaman, Hasan Hayri o dönem onun muhafız bölüğü kumandanıydı. Atatürk, Hasan Hayri’nin kim olduğunu, karakterini iyi biliyordu. Hasan Hayri sivri dilli ve dediğinin arakasında duran biriydi, Atatürk’le araları günden güne açıldı. Hasan Hayri, Cıbıranlı Halid Bey’in de okul arkadaşıydı, halkını seven Kürt meselesinde duyarlı biriydi.’’
Yani Hasan Hayri’nin hain olmadığı konusunda eminsiniz? Sorusuna Akyürekli;
‘’Kime neye göre hain veya kahraman? Göreceli bir mesele bana göre değil.’’ Cevabını verdi.
Siz Saidi Nursi hakkında farklı bir şey söylüyorsunuz. Bazı tarihçiler onun, “Biz Müslümanız, Müslüman Müslümanı sırtından vurmamalı” diyerek Şeyh Said’e karşı olduğunu söylüyor. Böyle bir şey var mı? Sorusu üzerine Mahmut Akyürekli;
‘’Bu söylemde bulunmuş olabilir ama bunu 1925’te söylemedi. Tamamen çarpıtılma. Rus savaşı esnasında “hepimiz Müslümanız, Ruslara karşı savaşmak, beraber hareket etmek mecburiyetindeyiz” mealinde sözleri var. Nitekim kendisi bizatihi cephede savaştı, Ruslara esirde düştü.’’ Cevabını verdi
Said Nursi, Şeyh Said Ayaklanmasında böyle bir şey demedi mi? Sorusuna ise Akyürekli şu cevabı verdi;
‘’ Hayır. Şeyh Said Ayaklanmasından üç ay önce Said Nursi Erzurum’a geliyor. Orada Cıbıranlı Halid Bey ile görüşüyor. İki Said’in görüşmüş olması da ihtimal dahilinde. Erzurum’dan Kanireş’e (Karlıova’ya) geçiyor, Toklular köyünde (Eski adı Toxlan, bende bu köylüyüm) Cıbıranlı Büyük Halid Bey’in Oğulları Baba Bey ve Kâmil Beyle görüşüyor. İki kardeş daha sonra Şeyh Said’le idam edildiler. Çapakçur’da Nahiye Müdürü Tayip Efendi’nin evinde de misafir oluyor. Tayip Efendi’de Şeyh Said’le idam edilenlerden biri.
Bana sorarsanız işin esası Molla Said’de Şeyh Said’de Kasım’ın mahkemede açığa vurduğu Mayıs’ta yapılması planlanan Şemdinli ayaklanması için halkı motive edip hazırlamaya çalışıyorlardı. Şeyh Said ayaklanması olduğunda Mola Said bölgedeydi. Bir şeylerin yanlış gittiğini fark edince Van’a gidip bir mağarada inzivaya çekilerek, “bu işlerin içinde yokum” imajını oluşturdu. Bununla kendini kurtardı. Sizin aktardığınız sözler 1914’te sarf edilmiş. “Biz Türkleri sırtlarından vuramayız” demiş. “Kardeş ve dindaş olduğumuz için bize layık olan şey birlikte mücadele edip memleketimizi kurtarmaktır” mealinde bu ifadeler Şeyh Said meselesi ile alakalı değil. Türk Nurcuların kendilerince ürettikleri argümanlar, gerçekle alakası yok.’’
Ağrı Ayaklanması bir aşiret ayaklanması mıydı yoksa ulusal bir ayaklanma mıydı? Xoybûn Ağrı Dağı ayaklanmasına nasıl dahil oldu? Sorusunu yanıtlayan Akyürekli;
‘’Hoybun’un (Xoybûn) kurulmasından kısa bir müddet sonra Ağrı’da bazı olaylar oldu ve isyana dönüştü. İşin aslı inzibati bir meseleydi. Cumhuriyetten sonra Kürt aşiretleri ile devlet arasında bazen sorunlar yaşanıyordu. Hangi aşiret sorun çıkarsa devlet onların ağalarını Batı’ya sürgüne yolluyordu. Celali’nin bir kolu olan Hesesori aşireti reisi Bro ê Hesê Têli’de bunlardan biriydi. Sürgüne gitmemek için ayaklandı, Bıro’nun başlattığı İsyan bir sene kadar sürünce Hoybun bunu fırsata çevirmek istedi. İhsan Nuri Ağrıya gönderdi, onun Ağrı’ya ulaşmasıyla isyan ulusal bir karakter kazandı. 1929’dan sonra 1930’a kadar tamamen ulusal bir hareketti.
İhsan Nuri Ağrı’da Cumhuriyet ilan etti, meclis, ordusu oluşturdu. Ağrı hareketi Şeyh Said, Koçkıri ve Dersim meselelerine göre planlı ve sistematik bir çerçevede geliştiğini söyleyebilirim. Ağrı’nın planlı ilk Kürt bağımsızlık hareketi olduğu düşüncesindeyim.’’ Değerlendirmesinde bulundu.
Kürt bağımsızlık hareketinin başarısızlığı konusunda ise Akyürekli;
‘’Yapamadılar, çünkü devlet artık güçlenmişti. Rusya Türkiye’den yana tavır aldı, İran’da öyle. Mesela İran toprak becayişi (değiştirme)yaptı. Türkiye Maku’yu İran’a verip Ağrı Dağı’nın doğu yakasını aldı. Eğer bu becayiş yapılmasaydı, Ağrı Dağı’nın arka tarafı yani doğusu Türklerin eline geçmeseydi ayaklanma bastırılamazdı.’’ değerlendirmesinde bulundu
Ruslar hiçbir zaman Kürtler ’in yanında yer almadığını söyleyen Akyürekli
Ruslar Türklere yardım etti mi? Sorusuna ise şu cevabı verdi
‘’Ruslar her zaman Türkiye’den taraf olmuştur, 1917’den itibaren hiçbir zaman Türklere karşı bir hareket ve eylemin destekçisi olmadılar. Azadî meselesinde de Türkiye’den yana idiler. Azadî mensuplarının onlarla görüşmesi sonrasında Azadi ifşa oldu. Muhtemelen onlar Ankara’ya bilgi verdiler. Şeyh Said meselesinde, Ağrı İsyanında durum farklı değil. Rusların Kürtlere bakışında tek istisna Mele Mustafa Barzani’nin uzun yolculuğu ve sonrasıdır. Tarihleri boyunca onlar Kürtleri, Kürtler de onları sevmemiştir. 1.Dünya Harbinde Kürtler; Rewanduz, Xaneqîn, Salmas, Erzurum, Kars, Ağrı, Van’da en büyük acıları Ruslardan taraf yaşadı. Acı örneklerden bir tanesini müttefikleri olan İngiliz görevlinin yazdıklarından vereyim: “Ruslar Rewanduz’u işgal ettiklerinde çok kötü davrandılar, çıktıklarında şehir viraneye dönmüştü. Durum o kadar kötüydü ki, Halk aylarca bitki kökü, kedi-köpek eti hatta insan etti yedi. Rus işgalinden evvel kentte 754 hane yaşıyordu işgalden sonra kalan hane sayısı 60 kadardı” diyor Gertrude L.Bell. “Mezopotamya’da Sivil İdare” adlı kitabında.’’
‘’Dersim’de büyük bir katliam yapıldı. Türkler, Dersim’de ne yapmak istedi? Kürtlere ne söylemek istediler? Sorusu üzerine Akyürekli;
‘’Kürtlere karşı yapılan en büyük katliam Dersim’dir. Resmî belgelere göre 13.160 kişi katledildi,11.818 kişi sürüldü. Gayrı resmi kaynaklar ve halkın söylemlerine göre yaklaşık 30-35 bin kişinin öldürüldüğünü biliyoruz. Kadın, çocuk, yaşlı demeden 30 binden fazla kişi de sürgün edildi. Dersim Aşiretlerinin çoğunluğu Zazaki (Kirdî, Kirmançkî) konuşur. İster Kurmanc ister Zaza tüm Dersim Kürt aşiretleri Alevidirler. Rejimin hazzetmediği bir yapı.
Türkiye bir Ulus Devlet. Bu tarz devletler tek millet üzerine inşa edilir. Varsa diğer halklar asimile edilirler. Dolayısıyla Kürtlerin asimile edilmesi lazımdı. Asimile olmayanların bir şekilde sindirilmesi, dağıtılması, halledilmesi gerekiyordu. Buda iki şekilde mümkündü: Biri her türlü silahla öldürmek, diğeri ise asimile etmek. Daha kolay asimile edebilmek için, önce korkutup dağıtılmak istendi. Hazırlık çalışmaları yapıldı, raporlar hazırlandı. Kürt köylerine giden Çerçilere (Seyyar Satıcılara) bile Kürtçe konuşma yasaklandı. Çünkü dil önemliydi, dil yaşıyorsa bir toplumu asimile edemezsiniz. Kürtçe yasaklandı, konuşanlar cezalandırılıyor içeri atılıyordu. Kürtler direnince, yerlerinden çıkarmak için askeri harekete baş vuruldu.
Dersim aslında Kürtlere göz dağı vermek için seçilmiş bir bölgeydi: Hem Kürt hem de Alevi olan Dersim özel olarak seçildi. Çünkü sebep bulmak zor değildi. Dersimliler yılarca aşiret kolları kurup birbirlerine saldırıyorlardı. Talan bir nevi iktisadi müesseseydi, çünkü Dersimin coğrafyası ancak altı ay erzak tedarik edilebilen bir yerdi, kalan altı ayın rızkını dışarda bulmak zorundalardı. Aşiretler bazen zengin olan Sünni Türk köylerini de yağmalıyorlardı. Devlet bu sebepleri gerekçe göstererek Dersime hareket yapıldı.
Sünni Kürtler arasında “Bunlar Kızılbaş, Rafızi, Allah tanımaz. Bunların önce Hristiyan olup öyle Müslüman olmaları lazım” şeklinde menfi propagandalar yaparak Kürtlerin Dersim’in yanında yer almaması sağlandı. Türk Alevilere de “bunlar Kürt” diyerek. Türkler tarafından olabilecek tepkileri baypas edildi. Tecrit edip yalnız ve umutsuz bıraktıktan sonra Dersim’e girip katliam yapıldı.’’ Yanıtını verdi.
Şii ve Sünni Kürtleri karşı karşıya getirdiklerini söyleyen Akyürekli;
‘’Maalesef. 1938’de kelimenin tam anlamıyla katliam yaşandı. Derin mağaralara sığınan çocuk, kadın, yaşlı insanları gaz ile öldürdüler. 3.Ordu manevra kapsamında Dersim’e girip tarama faaliyeti yaptı. Acaba Türkiye’den başka Dünyada hangi ülke kendi insanını askeri manevrada canlı hedef olarak seçmişti? Emsali olmayan bir travma yaşatıldı. Kalanları ülkenin Batısına sürüldüler. Sonuçta hedeflendiği şekliyle Dersim insansızlaştırıldı.
İşin hakikati şu ki, Dersim üzerinden bütün Kürtlere ders verildi. 1938’den 1968’e kadar Kürtler bırakın isyanı yapılanlara itiraz bile edemediler.’’ ifadelerini kullandı.
Dersim ve Seyid Rıza mı ayaklandı, Türkler mi onlara saldırdı? sorusuna ise Akyürekli şu yanıtı verdi;
‘’ Müsaadenizle bu oldukça mühim sorunuzu biraz açarak cevaplıyayım: Mesele oldukça kapsamlı onun için biraz arka planına girmem lazım ki sizlere doğru anlatabileyim. Çünkü bu meselenin kökleri “Devletin Kürt politikası” ile alakalıdır. Kürtler üzerinde yapılan çalışmalar, uygulanan programlar, hazırlanan raporlar, iskân kanunları, askeri hareketlerin hepsinin temelinde Kürtlerin asimile edilip oluşturulmaya çalışılan yapay ulus içinde eritmekti.
Kürtlerin asimile edilmesi içinde liderlerinin bir şekilde saf dışı edilmesi gerekiyordu. Lidersiz tolumlar kolay asimile olurlar. Dolayısıyla devlet gelecekte problem çıkarma ihtimali olan liderlerinin hepsini fişlemişti. Seyid Rıza, Şeyh Said, Mola Said, Cıbıranlı Halid, Hesenanlı Halid, Kemal Feyzi, Hasan Hayri, Seyit Abdulkadir, Bedirhaniler, Cemil paşazadeler vs…. Bunların tümü devletin hafızasına yerleşmiş, defterinde kırmızı kalemle kayıtlı. 1920’den itibaren de bunları arada çıkarma hesapları yapılmış. Biraz mutedil olanları Batı’ya, Türklerin meskûn olduğu bölgelere sürüldü, daha güçlü ve karalı olanları ise, ayaklanma, vergi vermeme gibi gerekçeler gösterip askeri hareketle yok edildi.
Devlet nezdinde en tehlikelilerinden biri olan Seyid Rıza’ya dönersek: Birinci Dünya Harbinde, Birinci Şeyh Hasan Aşiret İhtiyat Süvari Alay kumandanı sıfatıyla savaşa katılmıştı. Devlet onun otoritesini, gücünü ilk defa burada fark ediyor. Öne çıktığı, göze batığı ikinci hadise Koçkıri’dir. 1920’de Koçkıri bastırılınca aşirettin ileri gelenleri Dersim’e iltica edip sığındılar, Dersim’de otorite Seyit Rıza; Koçkıri aşiret Reisi Alişan Bey ile Ali Şêr Efendi onu tarafından misafir edildi, saklanıldı.
Ankara bunları sürekli not ediyor. Meselenin sulh edilmesi, Koçkıri aşiretinin affı için devrede olan Seyit Rıza, Dersim aşiret liderlerini bir araya getirip Ankara’ya telgraf çekip Koçkıri halkını sahipleniyor, onlar adına sulh talebinde bulunuyor. Arayı bulmak için görevlendirilen Erzincan milletvekilleri Hacı Fevzi Efendi ve Emin Bey ile askeri yetkililerle Dersim aşiretleri adına Koçkıri’yi müzakere eden de Seyit Rıza. 1923 seçimlerinde Hasan Hayri Bey aday gösterilmediğinde Hozat’ı işgal edip protesto eden Seyit Rıza. 1933’te Sin Köyünü basıp 17 kişiyi oğlunu intikamı için öldürten Seyit Rıza.
Seyid Rıza hem Ağa hem de Dede, Pir dolayısıyla oldukça nüfus sahibi. Güçlü bir feodal.
Dersimde olan her kan davası, kız kaçırma, kol baskınları gibi aşiretler arası meselelerde cemaat kurup çözüm üreten bir otorite. Devlet bunların hepsinin farkında. Müfettişlerin, istihbaratın raporlarında “geleceğin Dersim’in zapt olunmaz lideri” şeklinde ifadelerle dikkat çekiliyor.
Bölgeden uzaklaştırmak aşiretlerle bağını kesmek için Şeyh Said meselesinden hemen sonra 1927’de Seyid Rıza’yı Dersim’den çıkarıp, ikametini 1927’de Elazığ’a (Harput’a) aldırdılar. Ermenilere ait metruk ev ve arazi verdiler. Sanırım iki yıl sonra Vali değişince verileni tekrar geri aldılar, bunu üzerine Seyit Rıza Dersim’e döndü.
Devlet açısında Dersim asimilasyonun uygulanacağı en zor coğrafya idi, boşaltılması planlanmıştı. Engel olarak seyit Rıza ve diğer Dersim aşiret Reisleri görülüyordu. 1937’de Harçik Çayı üzerinde yapılan bir asma köprünün yakılması ve karakol baskını gerekçe gösterilerek operasyon yapıldı. Seyid Rıza, altı aşiret reisi ile Seyidin oğlu Şeyh Hasan yakalanıp Elazığ’da yargılanıp idam edildiler.
İsmet İnönü, 1937 Ekim’inde Meclis’te bu mesele bitti mealinde yaptığı konuşmada “Dersim dağları Ankara sokakları kadar huzurludur” ifadelerini kullanarak Dersim gailesinin bittiğini deklere ettiğinden birkaç gön sonra Başbakanlıktan çek(tir)ildi, yerine ittihatçılığı ile tanınan Celal Bayar getirildi. İsmet Paşa’nın tart edilmesine sebep olan Çankaya Sofrasında Atatürk’e “Bu memleket daha ne kadar içki masasında sarhoş idare edilecek” sözleri bu tartışmalar üzerine yapıldığı da rivayet edilir.
Bayar Katı bir ittihatçı, Kürtleri sevmeyen biriydi. O ve atayanlara göre Dersim dağıtılmalı, buradan Kürtlere bir ders verilmeliydi. Çünkü 1937’de yapılanlar baştakileri tatmin etmemişti. 1938’de Dersim’e oldukça kapsamlı ve kanlı bir hareket daha yapıldı. Bu katliamın gerekçesi ise Dersim’e medeniyet götürmekti(!).
3. Ordu manevra kapsamında Dersime girmiş taş üstünde taş bırakılmamış, insanlar katledilmiş, derin mağaralara sığınan çocuk, kadın, yaşlı her kim varsa, devrin Polis Şefi, sonranın Dış İşleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangıl’in ifadesi ile “fare gibi zehirlenerek” öldürülmüş, kalanlar sürgün edilerek Dersim imansızlaştırılmış, viraneye çevrilmişti.
Götürülen medeniyet her ne ise artık Dersim dağlarındaki Kurda, Kuşa, Ayıya, Çakala, Domuz öğretilecekti…
Hülasa Dersim, Kürtlere ders vermek için seçilmiş bir Kürt coğrafyasıydı. Devlet bu konuda muvafık olmuştu. 1938’den 1968’ kadar Kürtler Jandarmanın, tahsildarın, memurun keyfi uygulamalarına bile itiraz edemeden otuz yıl sindiler. Kısacası Kürtler Dersim üzerinden tedip edildiler yani, tepelenerek, ezilerek, öldürülerek, sindirilerek terbiye edildiler. Onun için Dersim’i yazdığım kitabımın adını “Dersim Kürt Tedibi” koydum.’’
Seyid Rıza mahkemede nasıl bir ifade verdi, ne dedi? sorusuna Akyürekli: Elimizde onun gerçek belgeleri yok. Yanıtını verdi
Seyid Rıza, bildiğiniz kadarıyla Kürtçülük yaptı mı? Dini yönü mü ön plandaydı Kürtlük yönü mü? Sorusunu değerlendiren Akyürekli;
‘’Hayır, Seyid Rıza’nın zihninde var ama o gün için ortaya atılmış böyle bir fikir, düşünce yok. Okur yazar değil fakat farkındalığı yüksek, birikimi zengin, geniş bilgiye sahip. Kürtlüğünün farkında. Koçkıri aşiretinin niye kırıma uğradığını iyi biliyor. Erzincan görüşmelerinde ve sair konuşmalarında Kürdi karakteri belirgin, dini yönü önde bir lider. Neticede Kızılbaş Dedesi, Piri ama o gün için Kürtlük adına, Alevilik adına bir eylem veya talep içinde olmamış. ‘’ ifadelerini kullandı
Mahkeme kayıtlar yok mu? Başak Belge, hatırat yok mu? Sorularına ise Akyürekli sırasıyla şu yanıtları verdi;
1)Maalesef. Mahkeme kayıtları yayımlanmadı, hala gizli tutuluyor. Şark İstiklal Mahkemesi, Koçkıri meselesinin evrakını 80-85 yıl sonra bulup ilk kez okumak, üzerinde çalışmak bana nasip olmuştu, Dersim meselesinde de birçok evrakı ilk defa ben yayınladım, umarım mahkeme kayıtlarına ulaşmakta ilk bana nasip olur.
2 )Zaman zaman çıkıyor. O zaman, Harput polis şefi İhsan Çağlayangil’in anlattıkları var, şimdi CHP genel başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu gençlik yıllarında onunla röportaj yapmış, bazı şeyler kaydetmişti. Mesela gaz kullanımını biz o röportaj vesilesi ile öğrendik. Sonra birçok belgeyi, kullanıldığına dair emareleri elde edip yayınladım.
Son zamanlara kadar 1937’yi yaşamış tanık vardı. Birçok araştırmacı sözlü tarih çalışmalarıyla olayları çözecek veriler oluşturdu. Mahkeme kayıtları ile Seyit Rıza’nın mezar yeri hariç Dersim konusunda saklı bir şey kaldığını düşünmüyorum. “Dersim Kürt Tedibi”ni yazarken yirmi den fazla olay tanığıyla sözlü tarih çalışması yaptım, katliamı tanıklarıyla görüştüm. Dersim konusunda bugüne kadar en az 40.000 belge tetkik ettim. Bilmediğimiz tek bir şey var oda idam edilen Seyit Rıza ve arkadaşlarının cesetlerine ne olduğu veya nereye gömüldüğü.’’
O zaman Dersim’de hiçbir olay olmasa da Seyit Rıza evinde çıkmasa da bunlar olacakmış diyebilir miyiz? Sorusuna ise Akyürekli;
‘’ Evet gelişmeler, raporlar, uygulanan asimilasyon politikaları, Kürt İskân politikası, resmi kayıt ve belgelerde öyle düşünmemizi teşvik eden yüzlerce sebep var. Ayrıca Seyid Rıza’nın dirayetli nüfus sahibi bir Kürt lider olması ölümü için yeter sebepti. Dersim de Kürtlere ders vermek için uygun bir sosyoloji ve coğrafyaydı. Devlet bir gün sorun çıkaracağını düşünerek Seyit Rıza’yı idam etti, Dersimi kırıp Kürtlere ders verdi.
Dersim Terletesinin hikâyesinin özeti de bu.’’ Cevabını verdi.
Mahmut Akyürekli
Tarih mütehassısı, araştırmacı yazar Mahmut Akyürekli, Kürtlerin tarihi ve özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında yaşanan olaylar ve isyanlar hakkında yazdığı kitaplar ve araştırmalarla öne çıkıyor.
Geniş bir arşive sahip olan Akyürekli’nin araştırmaları kadar hayatı da dikkat çeken ayrıntılarla dolu.
Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü’nden 1983’te mezun olan Akyürekli, üniversite eğitiminin ardından Yüksek Lisans eğitimini “Dersim Olaylarının Sebep ve Sonuçları” üzerine yazdığı tez üzerine 1985’te yarıda bırakmış, 10 senelik öğretmenlik hayatını da noktalamış. 25 yıl ticaretle meşgul olmuş.
2010 yılında akademik çalışma ve araştırma alanına geri dönen Akyürekli, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde yüksek lisansını tamamlamış. Tez konusu olan “Dersim Olaylarının Sebep ve Sonuçları”, “Dersim Kürt Tedibi” isimi ile kitap olarak yayınlamıştır.
Ulus devlet Kürt ilişkileri, Yakın dönem Kürt Tarihi, Milli mücadele ve Cumhuriyetin kuruluş dönemi 1. Cihan Harbi Kafkas ve Irak cephesi üzerine çalışmaları bir kısmı Kitap diğerleri ise bir çok dergi ve gazetede makale olarak yayınlanmıştır.
Devam edecek...