Sayın Murat Karayılan’a Açık Mektup - Kadir Amaç

Gerilla hareketinizin ilk çıkış tarihin’den ta, 1990’lı yılların sonlarına kadar; “Kürdistan dağlarına piknik yapmak için değil” aksine, işgal edilmiş Kürdistan coğrafyasını ve inkar edilmiş ontolojik varlığını tekrar ayağa kaldırıp azadileştirmek iç.

04.01.2014, Cts - 21:03

Sayın Murat Karayılan’a Açık Mektup - Kadir Amaç
Haberi Paylaş
Gerilla hareketinizin ilk çıkış tarihin’den ta, 1990’lı yılların sonlarına kadar; “Kürdistan dağlarına piknik yapmak için değil” aksine, işgal edilmiş Kürdistan coğrafyasını ve inkar edilmiş ontolojik varlığını tekrar ayağa kaldırıp azadileştirmek için, bu mücadele yöntemine başvurduğunuzu defalarca beyan etmiştiniz. Hareketinizin gösterdiği bu Kürdistani duruştan ötürü, milyonlarca Kürdistanlının, gönül ve zihin dünyasinda büyük tesirler meydana getirecektiniz.

Ancak, Kürdistan’da bu gelişmeler yaşanırke küresel ölçekte, jeopolitik ve jeostratejik dengelerin balans ayarı dünya istikbar güçleri tarafından yeniden belirlenecekti. Tabiatiyla, gerilla hareketiniz ve Kürdistani mücadeleniz bu yeni ehven-i şer dalgasından, kendisini koruması ve yeni bir mücadele serencamına transandantalizesi için en uygun olan, epistemolojiyi ve metodolojiyi benimsemesi gerekecekti.

Bu yeni Kürdistani mücadelenin ajandasını ve kilometre taşını içinizdeki, özgür hafızalarin ve özgür iradelerin ortak tasavvurlarından oluşacak, Kürdistani bir mühayilenin tezahürü beklenirken; Gerilla hareketinizin hem motoru (irade), hemde farı (bilgi) olarak gördüğü sayın Öcalan, bahs konusu ettiğim uluslararası güç koperatifleri tarafından yakalanacak, işgalçi Türk devletine teslim edilecekti.

Daha sonra, esaret altında tutulan hareketinizin liderini tekrar iradeniz olarak belirlemeniz hem Kürt halkının, hem gerilla hareketinizin, istikbalini ve yazgısını büyük bir tehlikeye sokmuş olacaktı. Çünkü esaret altında tutulan bir iradenin özgür olan milyonlarca iradeye galabe çalmasına hiç bir kutsal kitap, mitoloji, psikoloji, siyaset, felsefe, ontoloji ve hukuk bilimin cevaz vermediği gerçeğiydi. Dolayısıyla, Esaret ve baskı psikolojisi altında tutulan bir iradeye liderlik misyonunu yüklemenin, yada esaret altında tutulan bir iradenin kendisini hareketine, halkına ve devletine lider olarak dayatmasını rasyonel bulmadığımı belirtmek istiyorum.

Bu minvalde hareketle, Peygamberleri ve lider şahsiyetleri olağanüstü varlıklar biçiminde göstermek ve onlara tapma tevesülünde bulunmak, hem İslam inancında, hemde bilimsel sosyalizimde büyük problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konuda Proudhon, Marks’a yazdığı bir mektubun’da şu ifadeleri kullanır: “Eğer biz bir iş yapmak istiyorsak, mutevazi olmamız gerekmektedir. Bu işi sadece halkı bilinçlendirmek ve uyandırmak için yapmalıyız, Tekrar Peygamberciliği ortaya çıkarmamalıyız. Kendimizi emredici ve nehyedici olarak halka tanıtmamalıyız.” Hakeza Kuran’da risalet Peygamberleri, vatanlarını ve milletlerini kötülüklerde korumak için, dava arkadaşları ve halklarıyla ortak itişareler yaptıktan sonra, barış ve savaşın yol haritası belirlemişlerdir.

Bu noktada Kürdistan’ın gerilla güçleri olarak, Kürdistani mücadelenizi Peygamberi bir mecraya kanalize ederseniz tüm Kürdistanı renklerin, seslerin, reflekslerin, gönül ve zihin dünyasinda tekrar yer edineceğiniz kesindir.

Son günlerde, İşgalçi Türk devleti ve onun paramiliter güçleri gerilla birliklerinizi, halkların fantastik kardeşlik projesiyle gaflete düşürme çabası içinde olduklarını müşahade etmekteyim. Ortadoğu halkların demokratikleşme ve kardeşleşme mücadelesini ve fedakârlığını Kürt halkından çok daha güçlü olan milletlerin, devletlerin yapması gerekmiyormu? Oysaki Kürt halkı, dünya devletler ve dünya milletler liginde hiç bir söz hakkına ve hiç bir güç olanağına sahip olmadığı tüm çıplaklığıyla ortadayken; nasıl olur da bu, asi ve vahşi ortadoğu coğrafyasını demokratikleştireckti? Bugün Kürdistan’ın dağlarında ortadoğunun, demokratikleşmesi ve kardeşleşmesi için binlerce Türk, Fars ve Arap gençlerin gerilla hareketinize katilması gerekmiyormuydu? Hakeza, kırk yılla yaklaşan gerilla mücadelenize başta Ankara, Tahran, Bağdat ve Şamdaki sosyalist ve Müslüman halkların destek vermesi gerekmiyormuydu?

En azında Kürdistan halkının tıpkı kendileri gibi, self determinasyon haklarının olduğunu söylemeleri gerekmezmiydi?

Dolayısıyla Kürdistan gerilla güçleri, hiç bir milletin ve devletin topraklarını işgal etmemiş ki, güçlerini “sınır noktasına” çeksin! Kürdistan’ın gerilla güçleri, Kürdistan topraklarını ve halkını korumakla ve savunmakla görevli olduklarını düşünüyorum. Ayrıca, şunu hatırlatmayı yapmakta yarar görüyorum: Tahrifçi sol ve İslamcı cennah; Türk devletiyle birlikte Fantastikleştirdikleri hormonlu Türk oryantalizmini ve kolonyalizmini AYETLEŞTİREREK, Kürdistan davasına galebe çalmak istemektedirler.

İkincisi, hareketinizin ve Kürt siyasetinin karşıkarşıya geldiği süreçle ilgili düşüncelerimi musadenizle şöyle özetlemek istiyorum: Öncelikli olarak, Kürt ve Kürdistan davasına gönül vermiş tüm azadi Kürt dinamikleri şu gerçeği çok iyi bilmeleri gerekmektedir: Özgün ve özgür Kürdistani bir hafızanın inşası ve özgür bir Kürdistan’ın dünya devletler ve milletler liginde yerini alabilmesini sağlamak için, Kürt davası için çaliştiğini ve mücadele ettiğini söyleyenler; Kürt davasının maslahatı gereği, düşünsel ve yöntemsel kibirlerini terk etmeyi öncelemeliler.

Örgüt, parti, cemaat ve lider kibrini ve taasubunu taşıyanlar, Kürt ve Kürdistan davasına hizmet edemezler. Kürdistan halkının dört parçada devletleşme ve özgürleşme düşüncesini ve duygusunu parti, örgüt, cemaat ve lider düşüncesinden ve duygusundan daha üstün ve ayrıcalıklı olduğunun bilinçini ve sorumluluğunu taşımayanlar, asla Kürdistanı değerleri özgürleştiremezler. Kürdistan davasının halkıyla beraber verdiği muazzam bedelleri parti, örgüt, cemaat, lider ve ideoloji alışkanlığına armağan edenler; aynı zamanda bu düşünceleriyle ve eylemleriyle, Kürdistanın dört parçada devletleşmesini istemediklerinin somut işaretlerini vermiş olurlar.

Kürt ve Kürdistan mücadelesini veren parti, örgüt ve cemaat; lider ve liderin önerdiği epistemolojiyi ve metodolojiyi tek hakikat menzumesi görenler, bu okuma ve algılama biçimiyle Kürdistan davasına hizmet ettiğini sananlar; büyük bir gaflet içinde olduğunu bilmelidirler. Kürt halkını ve işgal edilmiş Kürdistan vatanını devletleştirmek isteyen Kürdistan menşeli fraksiyonlar, birbirlerinden kopuk ve bağımsız hareket etme alışklanlığını terk etmedikleri sürece; Kürdistani ideallerini gerçekleştiremezler. Birbirinden kopuk, dağınık ve sorumsuz olan bu dinamiklerin her birisinin kendisini Kürd davasının vaaz geçilmez Mehdisi sanmasi, Kürt davasını büyük bir keşmekeşliğe sürüklediklerini ve işgalçilere zaman kazandırdıklarını bilmelidirler.

Ancak, Birbirleriyle Kürdistani değerlerin hayrını ve rızasını kazanmak için; karıncalar gibi çalıştıkları oranda ve Kürdistanı işgal eden ahvenişer odaklarını ülkelerinden kovdukları vakit; insani, kürdeyati ve islami bilinçlerini ve sorumluklarını yerine getirmiş olacaklardır.

Kürt dinamikleri, Yeteneklerini ve enerjilerini birbirlerini itham ederek ve birbirlerini düşman karşısında ihanetle suçlayarak, Kürdistan davasına hizmet ettiğini sanıyorlarsa büyük bir yanılgı içinde olduklarını şimdiden bilmelidirler. Kürt dinamiklerin birbirlerine karşı bu olumsuz davranışları Kürdistan düşmanlarını sevindirdiğini iyi kavramalılar. Birbirinden kopuk, dağınık, küskün, ihtilaflı Kürt dinamikleri ancak; işgala karşı savunma karargahlarını, mevzilerini, kalelerini ve ikmal istasyonlarını tek bir Kürdistanı hafiza merkezi etrafında ( ulusal halk meclisi) bilgilerini, düşüncelerini, yeteneklerini, tercübelerini ve enerjilerini birleştirdikleri vakit; Kürdistan davasını özgürlüğe taşımış olurlar.

Kürt ve Kürdistan davası için çalışan ve mücadele eden parti, örgüt, cemaat ve diğer dinamikler Kürt ve kürdistan davasının düşmanlarıyla yapacakları her türlü diplomatik ilişkiyi gerçekleştirmeden önce, Kürdistan’ın dört parçasında oluşturulacak ulusal halk meclisleriyle itişareler yapmak zorundadırlar. Çünkü tüm ulusal mücadeleler itişare stratejisi üzerinde yürütülmuştur. Şayet özgür bir kürdistan gerçeği olmuş olsaydı ve bu özgür Kürdistan’ın seçilmiş hükümeti, kendi partisinin insiyatifiyle dış politikasını belirlemiş olsaydı; tam bu noktada birilerinin itirazı haklı görülmeyecekti. Dolayısıyla o vakit, göstereceğimiz alınganlık refleksin hiç bir kıymeti harbiyesi de olmayacaktı.

Ortalıkta özgür Kürdistan gerçeği olmadığına göre; Kürt davası ve halkı adına çalışan dinamikler, işgalçi devletlerin temsilcileriyle görüşmeler gerçekleştirmeden önce; kendi aralarında Kürdistani itişareler yaptıktan sonra ve bu itişarede çıkan kararlar bağlamında işgalçilerle yapacakları her görüşme o vakit anlam kazanacak; ulusal mücadelenin tabiatına ve kararkterine uygun hareket edilmiş olunacaktır.

Bu zaviyen hareketle konumuzun daha iyi anlaşılması için, dünyanın değişik yerlerindeki ulusal mücadele tarihinin itişarelerinden bir kaç örnek vermek istiyorum. İşgalçi Türk devletinin kuruyucusu Atatürk’ün, yeni Türk devletletinin tüm itişarelerini Türk milletinin birliği için çalışan ve birbirinden farklı Türk ulusal dinamiklerle birlikte ulusal halk kongrelerini gerçekleştirmiştir. Atatürk’ün Türk uluslaşma itişarelerine en büyük desteği veren Mehmet Akif Ersoy’un, başını çektiği sebülül Reşat ve sıratül Mustekim çizgisidir. Amerika kıtasında ulusal mücadelenin kahramanı olarak bilinen Zabata’nın eline Rus devriminin manifastosu verildiğinde şu karşılığı vermiştir: “Ben Meksika halkının yazgısını belirleyecek kararları tek başıma değil; halkıma danışarak ve onların ulusal çıkarlarını gözetlemekle görevliyim.” cevabını vermiştir. Pakistan ulusunun kuruyucusu Ali Bin Cennah, Pakistan’in uluslaşma düşüncesini ve kararını başta İslami Cemaatın lideri Mevdudi ve Pakistan halkını temsil eden diğer dinamiklerle yapılan itişareler sonucunda pakista’nın ulusal kaderi belirlenmiştir. Mamafih, Arap toplumların uluslaşma ve devletleşme serüvenide bahs ettiğimiz bu itişare kültürü ve minvali üzerinde gerçekleşmiştir. Arap dünyasının uluslaşma ve devletleşme temayüllerine en büyük desteği İhvan hareketinin lideri Hasan El Bena ve Urvetül Vüska’nın İslamcı yazar kadrosu vermiştir.

Dolayısıyla Kürt ve Kürdistan mücadelesini veren dinamikler, itişare kültürünü ve iklimini inşa ettikleri vakit, Kürdistani sorumluluklarını yerine getirecek; Kürt halkının rızasını ve taktirini kazanmış olacaklardır. Kürt davası için çalıştığını ve mücadele ettiğini söyleyen tüm Kürdistani oluşumlar ve bu oluşumlara liderlik yapanlar, ne vakit egosatrist merkezden çıkıp; Kürdistan merkezli bir düşüncenin ve mücadelenin iklimine kanalize oldukları vakit, kürdistani değerlere hizmet etmiş olacaklardır. Dolayısıyla Kürt davası bilgi, inanç, düşünce ve eylem kozasını beşbinyıllık Kürt repertuvarından beslenerek, Kürt hafızasını vücüda getirdiği ölçide, işgalçi ve sömürgeci güçleri ülkelerinden kovabilirler.

Kürdistan’ın uğradığı ontolojik ve fizyolojik tecavüzün mağduriyeti Arap, Türk ve Fars ilahiyatcilarin, enternasyonalistlerin, yazarların, gazetecilerin, siyasetçilerin ve akademisyenlerin çözüm ve önerilerine umud bağlayanlar ,Kürt davasının bilinç, sorumluluk ve ödevlerini hala kavramamış demektir. Ancak, Üç ırkın işgalçi putuna, İsmail Beşikçi gibi balyoz darbesini indirenler, Kürt ve Kürdistan davasına katkı sağlayabilir. Dolayısıyla Türk, Arap ve Fars demokratların, liberallerin, islamcıların ve solcuların ırk - devlet miti ve ikonu olarak taptıkları Lat, Menat ve Uzzâ putlarına İsmail beşikçi gibi, özgür Kürdistan balyozunu indirdikleri vakit, Kürt ve Kürdistan davasının dostları olabilirler. Kürt davasının Ümmetin birliğine fitne tohumlarını sokmakla suçlayanlara karşı insani, Kürdeyati ve İslami tavrımızı koyduğumuz ölçüde, Kürdistan davası anlam kazanacaktır. Kürt davasının en azılı düşmanlarından biri olan Türk-İslamcı oksitandalizmine ve kolonyalizmine karşı net Kürdistani duruş almadığımız sürece, siyasal İslam’ın hiç biri Kürt davasını Hamas gibi, meşru görmeyecektir. Kürt halkına ve mücadelesine helak bedualarını yapanlara hoca efendi diyenler Kürt davasını ve halkını incitiğini bilmelidirler. Kürdistanı işgal eden devletlerin diktatörlerine, bakanlarına, valilerine sayın hitabını kullananlar aynı hatanın içinde olduklarını görmelidirler.

Çünkü işgalçiye ve zülmede sayın hitabını hem Kuran ilmi, hem de ahlak ve hukuk bilimleri uygun görmemişlerdir. Kuran ilmi; bir halkı katl edenlere “Tağut”, bir halkı inkar edip ülkesinden çıkaranlara “kafir” ve “zorba” hitabını kullanmıştır. Ahlak ve hukuk bilimcileri ise; “diktatör”, “savaş suçluları” ve “ölümsever” hitabını kullanmışlardır. Türk, Arap ve Fars devletlerin televizyon, gazete, resmi kokteyl, parti kurultayı ve konferanslarına davet edilen Kürt lider, siyasetci, yazar, gazeteci, akademisyen ve ilahiyatcı; Kürt halkının bir ulus olduğunu, ülkesinin işgal edildiğini ve her halk gibi Kürtlerin de devletleşme haklarının olduğunu cesurca söyledikleri zaman, Kürdistan davasına hizmet etmiş olacaklar. Kürdistan halkının rızasını kazanmaya yönelik işgalçileri tedirgin etmeyen bir uslup, Kürt ve Kürdistan davasını Kürt halkı nezdinde ve dünya halkları nezdinde komplikasyon ve mistifikasyonlara yol açacaklarını çok iyi bilmek zorundadırlar.

Sonuç olarak toparlayacak olursak; Kırk milyon Kürt halkının yeknesak biçimde Kürdistani değerlere sahip çıkma ve işgalçi güçlere tavır alma çağrıları; ilim, irfan, marifer, ruh, hikmet, aşk, sevgi, sanat zaviyesinde yapıldığı vakit; Kürdistan’ın Sıdretül müntehası gerçekleşmiş olacaktır. Kürdistani hafizamiz, inancimiz, düşüncemiz, asabiyemiz ve umran kodlarımız halkımıza, insanlık ailesine, yaşama ve canlılara zarar vermeden Kürdistan’la, musafahamızı ve vuslatımızı gerçekleştiriyorsa; Kürdistanı işgal eden yamyamların Kürt halkının yaşadığı bu mahşer duygusunu kınamaları önemsenmemelidir.

Ülkesi işgal edilmiş,tüm değerler sıkalası alabora olmuş, dili yasaklanmiş, ontolojik ve fizyolojik varlığına tecavüz edilmiş bir halkın Siyasi partileri, örgütleri, cemaatleri, aydınları, yazarları, siyasetcileri, akademisyenleri, ilahiyatçıları ve sanatcıları birbirlerine karşı besledikleri kibir, enaniyet, itham ve düşmanlık meziyetlerini terk ettikleri oranda, Kürt ve Kürdistan davasına hizmet etmiş olacaklardır. Bu güne kadar Kürt dinamikleri hangi sebepten ötürü olursa olsun Kürdistani, renklere yaptığı zülümden ve işlediği günahlardan ötürü tevazu içinde, halkından ve yaratıcıdan af ve tövbe istemelidirler. Kürdistani mühayilesini ve tasavurunu bu prensip üzerine inşa edenler, Kürt davasının gerçek temsilcileri olacaklarını şimdiden bilmelidirler.

Sevgi ve saygılarımla.

Kadir Amaç

[email protected]

Nerina Azad
Bu haber toplam: 3433 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:13:46:13
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x