Hoca’nın her yazdığını yakından ilgiyle takip eden bir okuru olarak elbette diğer iki yazısından da haberdarım. Tekrar ediyorum, her üç yazının bağlamı ve içeriği ne olursa olsun bahsi geçen paragraf Hoca’nın titizliğine gölge düşürmeye devam edecektir kanımca.
Sayın İsmail Beşikci 22 Mart 2017 tarihli “Üç Kürd” yazısında yer alan bir değerlendirmesini esas alan eleştirel yazıma 28 Mart günü Nerinaazad sitesinde yayınlanan yazıyla cevap verdi. Teşekkür ediyorum kendisine.
Sayın İsmail Beşikci cevabında ağırlıklı olarak benim kendisinin tüm şeyhleri aynı kategori içinde değerlendirdiği yönündeki eleştirime odaklanarak söz konusu yazıda yer alan aksi yöndeki örnekleri hatırlatmış. Evet, ben yazımı yazarken elbette gerek Şeyh Said ve arkadaşları olsun gerekse Barzan Şeyhleri gibi örneklerin farkında olarak yazdım. Belki okuyanlar hatırlayacaklardır, benim de asıl itiraz gerekçem aksi yöndeki bu örneklere rağmen (artı benim verdiğim Şeyh Ubeydullahê Nehrî örneği) Beşikci Hoca’nın yazının bütünüyle çelişen şu ifadelere yazısında yer verebilmiş olmasıydı:
“Şeyhlerin güç kazanması, Ermeni sorunuyla yakından ilişkilidir. [...] Şeyhlik, bu dönemde, Ermeni mallarının yağmalanmasının, buna direnenleri öldürülmesinin İslam hukukuna uygun olduğunu söyleyen, bu konuda görüş açıklayan bir kuruma dönüşmüştür. Şeyhler, verdikleri fetvalarla, bu gasplara, cinayetlere meşruluk kazandırmaya çalışmışladır. Bu gasplardan pay alarak ekonomik bakımdan da güçlenmişlerdir. [ ] ”
Yazının geri kalan kısmında her ne denilmiş olursa olsun bu paragraf gözden kaçırılacak ya da görmezlikten gelinecek bir paragraf değildir. Yazının genel bağlamı ne olursa olsun bu paragrafta dile getirilen toptancı değerlendirmenin hala da eleştiriyi hak ettiğini düşünüyorum. “Şeyhler...”le başlayan ve aynı şekilde devam eden bir paragrafta yer alan bir değerlendirme nasıl bir kategoriye işaret etmez ve nasıl eleştirilmesin? Sayın Beşikci’ye bu anlamda eleştiri yöneltmek haddim olmayabilir ama sosyal bilimlerde böylesi cümlelerin rahatlıkla kullanılmadığı ve sosyal bilimlerin bilimsel etik anlayışıyla kesinlikle bağdaşmadığı gayet iyi bilinir.
Kaynak belirtilmediği yönündeki eleştirim de baki olup “Armenouhie Kevonian’ın, Gülizar’ın Kara Düğünü, Bir Kürd Beyi Tarafından kaçırılan Ermeni Kızın Gerçek Hikayesi” adlı kitabı sözkonusu paragrafta yer alan iddialara kaynaklık edecek bir kaynak gibi görünmüyor. Kurdistan’da şeylik kurumunun güç kazanması gibi kapsamlı bir konuya ne kadar cevap verebilir lokal bir olayı ele alan bir kitap?
Hoca’nın cevabından anlaşıldığı kadarıyla, tamam, kendisi de bütün şeyhleri aynı kategoriye sokmuyor. O halde aynı fikirdeyiz. Öyleyse, haddim olmayarak, Hoca’ya yukarıdaki paragrafa uyumluluk gösteren şeyh örneklerini vermesini ama tüm şeyhleri zan altında bırakan o genelleyici paragrafı da yazısından çıkarmasını öneriyorum. Zira yazının bütününden kopuk ve uyumlu olmaktan uzak bir paragraf gibi görünüyor. Yoksa yazımdan anlaşılacağı gibi, kesinlikle şeyhleri ya da genel olarak dini ulemayı temize çıkarmak ya da savunmak amacında olmadığım gayet açıktır, ki bu beni aşan bir konudur. Buna bağlı olarak, Hoca’nın verdiği diğer kaynakların üzerinde durma gereği durmuyorum. Benim derdim ötekileştirmeye kadar giden toptancı kategorize edici söylem biçimiyle ilgilidir.
Şeyh Ubeydullahê Nehrî örneğini de Beşikci Hoca yer vermemiş olduğu için vermiş değilim. Zira Şeyh Ubeydullah dönemi tarihi, günümüzde Kürt-Ermeni ilişkilerini tartışanların pek de görmek istemedikleri şekilde konuya farklı bir perpspektif kazandırmakta olup meseleyi dinsel kimlikler açısından okumanın yanlışlığını vurgulamak için verdim. Beşikci Hoca’nın cevabında meselenin bu yönü hakkında ne düşündüğünü belirtmesini isterdim. Bu örnek üzerinde yoğunlaşmamın sebebi tartışmanın biraz da 1878 Berlin Antlaşması ve tarafların egemenlik iddiaları açısından tartışılabileceğine dikkat çekmekti. Gerek Wadie Jwaideh gerekse Kamal Soleimani’nin sağlam belgelere dayanarak söylediklerinin bu anlamda önemli bir zemin sağladıklarını düşünüyorum. Kürt-Ermeni ilişkilerinin egemenlik mücadelesi bağlamında değerlendirilmemesi acab konunun bu yönüyle bilinmiyor olmasında mı kaynaklanıyor? Cevabın “evet” olması ne kadar inadırıcıdır? Hoca’nın cevabında meselenin bu yönüne hiç değinmemiş olması düşündürücüdür.
Hoca’nın her yazdığını yakından ilgiyle takip eden bir okuru olarak elbette diğer iki yazısından da haberdarım. Tekrar ediyorum, her üç yazının bağlamı ve içeriği ne olursa olsun bahsi geçen paragraf Hoca’nın titizliğine gölge düşürmeye devam edecektir kanımca.