\"Enfal ve 14 Nisan şehitlerinin anısına\"ÖZEL BİR ÖRGÜTLENME: AZADİ LİDERLERİNİN YARGILANMASI; BİTLİS DİVAN-I HARBİ MAHSUSA
Osmanlı’dan günümüze “kutsal devlet”, salt yaptıklarıyla değil, kullandıkları araç ve yöntemler itibariyle de istibdat yönetiminin temel karakterini tavizsiz sürdüre gelmiştir. 1920’li yıllarda şekillenen ve anti-Kürt refleks ile mayalanan Cumhuriyet, bütün olağanüstü kurumlarını, hiçbir kural tanımadan “Kürtlük Cereyanını” yok etmek üzerine yoğunlaştırdı. Takrir-i Sükun Kanunu, Mecburi İskan Kanunu, Tunceli Kanunu gibi düzenlemeler, harp divanları, İstiklal Mahkemeleri ve Umumi Müfettişlikler gibi kurumsallaşmalar, tenkil, tedip ve tehcir gibi operasyonlar, “Kemalist Aydınlamanın”, Anadolu’yu halkların cehennemine çeviren pratiği ile bu üstü örtülü devlet aygıtının her bir hücresi ayrı zulmün ve zorbalığın timsali olarak tarihe geçmiştir.
Bu kurumların başında hiç şüphe yok ki Bitlis Harp Divanı gelir. Bitlis Harp Divanı, Kürdistan Bağımsızlık Komitesi (Azadi) lideri Cıbranlı Halit Bey, Örgütün lider kadrolarından Yusuf Ziya Bey, Teğmen Ali Rıza Bey, Örgütün Şırnak ve çevresi örgütlenme sorumlusu Şair Melé Abdurrahman, Yusuf Ziya Bey’in damadı Faik Bey’i yargılayan ve idama mahkûm eden, özel askeri bir örgütlenmedir.
Bitlis Harp Divanı’nın özel bir işleve sahip olduğu, devletin resmi belgeleriyle mevcuttur. Devlet, Kürtlerin yargılandıkları davalarda, Kürt-Kürdistan kavramlarını kullanmaktan itina ile kaçınır. Bunun yerine “şaki”, “sergende”, “haydut”, “irticacı”, “müfteri” gibi kavramları kullanmayı yeğlemiştir. Ancak Kemalistler, Bitlis Harp Divanı’da görülen Azadi liderlerinin yargılandığı davanın bir Kürt- Kürdistan davası olduğunu kabul etmek zorunda kalmışlar ve bu davanın tutanaklarını günümüze değin açmamışlardır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti´nin, satır aralarında Kürdistan Davası olarak kabullendiği bir davayı gelecek kuşakların bilgisine sunması beklenemez. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin mahkeme tutanaklarını özel gayretlerle gözlerden ırak tutması şaşılacak bir durum değildir. Mahkeme tutanaklarının açılmadığı içinde Bitlis Harp Divanı’nı oluşturan kadroların ve “yargılamanın” hangi tarihlerde yapıldığı da belli değildir. Ancak Bitlis Harp Divanı’nın kadrolarının özenle seçildiğine şüphe yoktur.
Bitlis bilinçli bir tercihtir. Bitlis’in çevresi güvenceye alınmıştır. İşe Bitlis valisinin değiştirilmesi ile başlanır. Bitlis Valisi Zihni Bey, Erzurum eşrafındandır ve ılımlı birisi olarak tanınır. Kemalistlerin yapacakları icraatlar için yeterince “güvenilir” biri değildir. Bitlis Valisi Zihni Bey görevinden alınarak yerine II. Fırka Komutanı Kazım (Dirik) Paşa atanmıştır. Kazım Paşa tesadüfen seçilmemiştir. Kazım (Dirik) Paşa, 1881 Manastır doğumludur. Mustafa Kemal gibi Balkan kökenlidir. Mustafa Kemal’in çekirdek kadrosundandır. Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresi delegeliğini ve Kongre Başkanlığını sağlayan 6 -7 kişilik İttihatçı gurubun içindedir. Ayrıca Halit Bey’le kişisel husumeti olduğu söylenir. Bu konuyu ünlü devlet milisi Mehmet Halit Fırat anlatır. M.Halit Fırat’a göre husumetin nedeni şudur: “Silk askeriyeden tart cezasına Halit Beyin riyaseti altındaki Divanı harbinden alan Kazım Paşa- Kazım Dirik- Bitlis’e vali tayin edilmiş ve Bitlis’te vazife görmekte idi”
M.Halit Fırat’a göre, Kazım Paşa (Dirik) daha önce işlediği bir suçtan, Halit Bey’in görevli olduğu Divan-ı Harp’te yargılanmış ve ceza almıştır. Bu vasıflarda birisinin Bitlis’e vali olarak atanması, Kemalistlerin niyetlerini yeterince ortaya koymaktadır.
Bitlis Harp Divanının kimlerden oluştuğu tam olarak bilinmiyor. Kadri Cemil Paşa (Zinar Silopi) anlatımlarında, askeri mahkemenin üyelerinden Binbaşı Sarı Hasan Bey’in konuyu kendisine anlattığını söyler. Binbaşı Sarı Hasan Bey’in anlatımlarına göre, askeri mahkemenin başkanlığına Kadıköylü Miralay Ferit Bey atanmış, sonradan değiştirilerek yerine Elazığ Tümen Komutanı Nurettin Paşa verilmiştir. Ancak Nurettin Paşa, Bitlis’e giderken Maden Kazası yakınlarında trafik kazası geçirmiş ve ayağı kırılmıştır. Bu nedenle uzun müddet mahkemeye katılmamıştır.
Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur: Bitlis Harp Divanı, Kemalistlerin kendi yasalarını da çiğneyerek oluşturdukları ve yürüttükleri özel görevlendirilmiş bir örgütlenmedir. Bu özel örgüt, devletin tabiriyle “Kürtçülük faaliyetlerini izlemek, açığa çıkarmak ve bertaraf etmek” için görevlendirilmiştir. Bitlis Harp Divanı’nın temel hedefi Azadi Örgütü’dür. Şark İstiklal Mahkemesi Savcısı Ahmet Süreyya Örgeevren’in anlatımları da bu doğrultudadır. İlk defa Bitlis Harp Divanı ile ilgili kısa da olsa net açıklamalar yapan Ahmet Süreyya Örgeevren’dir. Örgeevren’e göre “ Bitlis Harp Divanı Davası, Kürt- Kürdistan davasıdır.”
Örgeevren, Bitlis Harp Divanı ile ilgili şunları söylemektedir:
“Evet, şarkta, aylar ve yıllar boyunca devam edegelen hazırlıklar belki tamamlanmamıştır. Fakat 1340(1924) yılının yaz aylarında, Muş ve Bitlis (Hakkari olması gerekir T.S.) bölgesinde vukua gelen ve adına “Nasturi hareketi” denen ayaklanma üzerine, Bitlis’te teşkil eden “Bitlis Divan-ı Harbi Mahsusu” nun yaptığı soruşturma ve yargılamalarla, bazı Kürt reis ve beyleri hakkında verdiği kararlar, vatan ve cumhuriyet aleyhine vukua getirilmesi kararlaştırılan Kürt istiklal davasını gizleyen maskeyi düşürmüş bulunuyordu.
Fırsat bu fırsattı. Sonra bir mecburiyet de hasıl olmuştu. Çünkü: “Bitlis Divan-ı Harbi Mahsusu” öteden beri “Şark vilayetlerinin mühim bir kısmında” için için işlenip beslenmekte olan Kürt milliyetçiliğinin hazırlıklarını ve tertibatını örten perdeyi yırtmış bulunuyordu. Daha geç kalmakta fayda yoktu, zarar olabilirdi.
Nitekim, Birinci Büyük Millet Meclisinde Bitlis mebusu olarak bulunmuş olan Ali Rıza(Yusuf Ziya Bey olması gerekir T.S.) enişteleri olan, Cibranlı Aşiret Reisi Miralay(Albay) Halit Bey ve Şırnaklı Molla Abdurrahman ve daha birkaç kişi “Divan-ı Harbi Mahsus” kararıyla- Kürtlük ve Kürdistan davası suçundan- idama mahkum edilmişler ve asılmışlardır.”
Savcı Örgeevren, Bitlis Divan-ı Harbi Mahsusun kurulmasının, Kürt milliyetçiliğinin yok edilmesi olarak koyarken çarpıtmalardan da geri durmuyor. Şark İstiklal Mahkemesi Savcısı, yüzlerce insanı iki dudağı arasından cıkacak bir sözcükle idama götürebilecek kadar yetkilidir. Böylesine yetkili birinin Nasturi Ayaklanmasının Muş-Bitlis bölgelerinde çıkmadığını bilir. Kaldı ki Bitlis Divan-ı Harbi Mahsusu, Nasturi Ayaklanmasından sonra oluşturulmadı. Eylül 1924 yılında Kürtlerin, Nasturi’lere karşı kullanılmasını engellemek amacıyla, Azadi tarafından örgütlendirilen Beytüşşebap Ayaklanması üzerine oluşturuldu. 3-4 Eylül 1924 7. Kolordu 2. Tümene bağlı 18. Piyade Alayında görevli Yüzbaşı İhsan Nuri liderliğindeki Kürt subay ve erler ayaklanmışlardı.
Savcı Örgeevren’in “fırsat bu fırsattı” dediği olay budur. Bir süreden beri, çeşitli kaynaklardan Azadi kadrolarının faaliyetlerine yönelik, Ankara’ya ihbarlar yağmaktadır. Beytüşşebap Ayaklanmasından hareketle Azadi’ye yönelik operasyonlar başlar. Bitlis Divan-ı Harbi Mahsusu bunun için kurulur. İşin en dikkat çekici yanı ise Bitlis Divan-ı Harbi Mahsusun belgeleri ve mahkeme tutanaklarının günümüze kadar açılmamasıdır. Bu da Azadi liderlerinin ciddi bir siyasi savunma yaptıklarının kanaatini güçlendirmektedir. Zira Kemalistler Kürt liderlerinin kişisel zaaflarını hem hareket sürecinde hem de mahkeme safhalarında alabildiğince kullandılar. Bitlis Divan-ı Harbi Mahsusun tutanaklarının sır gibi saklanmasının, bu davada kendi lehlerine kullanabilecekleri malzemenin olmamasından kaynaklanmaktadır.
Bitlis Harp Divanı, kuruluşu kadar işleyişli ile de yargı kurumu değildir. Azadi liderleriyle ilgili verilen idam kararını infaz etmekle görevlendirilmiştir. 13 Şubat 1925 günü ayaklanmanın bir provokasyonla patlak vermesi üzerine İçişleri Bakanlığı ilgili kurumlara gönderdiği genelgeyle Bitlis Harp Divanı’na işlerin bir an önce bitirilmesi talimatı vermiştir. İçişleri Bakanlığının, Genel Kurmay Başkanlığına gönderdiği genelgenin 11. maddesi şöyledir:
“Bitlis Özel Harp Divanınca harp ve vatan hıyanetinden dolayı tutuklanan şahısların herhangi bir durumdan yararlanarak kurtulma teşebbüslerine mani olamamak üzere Diyarbakır’a nakillerine lüzum olup olmadığı hakkında Kazım Paşanın düşünceleri ile beraber Özel Harp Divanının faaliyetlerinin sekteye uğratmaktan korunması suretiyle elde bulunan işlerin mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını rica ederim”
İçişleri Bakanlığı tarafından gönderilen genelgede, Bitlis Harp Divanı için “özel” unvanı kullanılmaktadır. Devletin kendisi bile mevcut yapının hukuk dışı “özel” bir örgütleme olduğunu itiraf etmiştir. Kemalistlerin devlet yapılanması zaten olağanüstü bir yapılanmadır. “Kutsal devlet” kendini idame ettirmek için durmadan olağanüstü rejimler ve olağanüstü kurumlar yaratmak zorundadır. Devlet, kendisini Kemalist ideolojiye göre kurgulamış olduğundan, Kürt halkı için eşitlik ve özgürlük isteyenler “vatana hıyanetle” suçlanacak, suçlama tutanakları sır gibi saklanacaktır.