Fikirturu'nda İsrail'in son Gazze saldırısı ile ilgili bir yazı yayınlayan Arif Keskin, İran'ın bir yandan kendisine bağlı örgütler aracılığıyla gerilimi tırmandırdığı ama diğer yandan da çatışmanın büyümemesi ve ateşkes için uğraştığını dile getirdi..
İran'ın, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e saldırmasıyla başlayan Gazze süreci çerçevesinde öne çıkan ülkelerin başında geldiğine dikkat çeken Keskin, Gazze’deki çatışmaların, İran’ın aracılığıyla Yemen, Irak, Lübnan ve Suriye’ye de sıçradığını, bu da Gazze’deki sorunun göreli ve sınırlı biçimde bölgeselleşmesine yol açtığını belirtti.
İran’ın ABD ile yürüttüğü gerginliğin, Gazze’deki durumu başka bir evreye doğru ittiğine, İran’ın yaptıklarının Gazze’deki çatışmaların mahiyetini, boyutunu ve aktörlerini de değiştirdiğine vurguda bulunan Keskin, var olan süreci ve gelecekteki muhtemel gelişmeleri analiz edebilmek için “İran'ın ne yapmak istediğinin” önem kazandığına dikkat çekti.
Ortadoğu ve İran üzerine çalışmalar yürüten ve başarılı analizler yapan Keskin'in ilgili yazısı şu şekilde devam ediyor:
İran’ın pozisyonu
İran, Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırılarının gerçekleştiği 7 Ekim gününü çeşitli bölgesel ve uluslararası sonuçları olan bir milat olarak nitelendiriyor. Zira Tahran’a göre, bu tarihte Hamas, İsrail ve siyonizmin yok olma sürecini başlatarak İsrail-Filistin sorununu farklı bir sayfaya taşıdı ve artık İsrail de eski İsrail olmayacak.
İran’ın yaşanan süreci bir milat olarak nitelendirmesinin çeşitli sebepleri var. Öncelikle Hamas’ın 7 Ekim saldırısını 1979 İran devriminin İslam dünyasına yayıldığının somut tezahürü olarak yorumluyor. Devrimin İsrail karşıtı söyleminin, Hizbullah ve Hamas gibi örgütler aracılığıyla bölgeselleştiğini ve kalıcılaştığını düşünüyor. Tahran’a göre, Araplara karşı giriştiği savaşları sürekli kazanan İsrail’in yenilmezlik miti sarsıldı, “askerî açıdan güçlü, istihbaratı kuvvetli” imajı zedelendi ve kendisini koruyamayan ülke konumuna düştü. Bu da aslında İsrail’in hâlâ beka sorununu aşamadığı anlamına geliyor ki, İran, İsrail’i ‘‘bekası mümkün olmayan rejim’’ olarak göstermek istiyor.
İran’ın kazanımları
Arap kamuoyunda İsrail karşıtlığı yeniden alevlendi. Bu durum, bir taraftan İslamcılığın yükselişini sağladı diğer taraftan da Arap devletlerinin İsrail ile barış olanaklarını sınırladı ve İbrahim Anlaşmaları sürecini geçici olsa da akamete uğrattı.
İsrail’in uluslararası toplumdaki imajı ciddi oranda olumsuzlaştı. Bölgede Amerikan karşıtlığı yükseldi. ABD ve İsrail’in dünyadaki itibarı sorgulanmaya başlandı. Batı’nın İran gibi otoriter rejimlere karşı kullandığı insan hakları ihlali ve demokrasi baskısının meşruiyet zemini zayıfladı. Eylül 2022’de İran’da başlayan Mahsa Amini protestolarının siyasal, toplumsal ve psikolojik etkisi ve rejimin kadınlara yönelik baskıları İsrail-Hamas çatışmasının gölgesinde kaldı.
Lübnan’da Hizbullah, Yemen’de Husiler ve Irak’ta Şii milis örgütler kendi güçlerini göstererek sahip oldukları konumlarını yeniden tescilledi.
Ayrıca İran’a göre, Hamas saldırılarıyla İsrail tarafından öldürülen İran nükleer güç çalışanlarının intikamı da alındı.
Özetle, İran, Gazze çatışmasının kazanan tarafı olduğunu düşünüyor.
İran savaşa doğrudan taraf olur mu?
Bununla birlikte Tahran, Gazze’deki çatışmaların İran ile ABD arasında doğrudan çatışmaya dönüşmesini istemiyor.
Hamas, Hizbullah ve İslami Cihat gibi örgütlere yönelik askerî, maddi ve siyasi desteğini sürekli açıkça beyan eden İran, söylem değiştirdi. ‘‘İsrail ile çatışan gruplar bizden bağımsız hareket ediyorlar’’, ‘‘Biz sadece danışmanlık desteği veriyoruz’’, ‘‘Çatışmaların bölgeselleşmesini istemiyoruz’’, ‘‘Çatışmalar doğrudan İran’ı hedef almadıkça tarafı olmayacağız’’ gibi açıklamalar yapıyor.
İran’ın ABD ile savaştan kaçınmasının çeşitli sebepleri var. Öncelikle Irak’la sekiz yıl süren savaş deneyimi olan İran, savaşın ne kadar yıkıcı olduğunu biliyor. Ortadoğu’dan Kafkasya’ya uzanan geniş coğrafyada birçok komşusuyla aktif problemi olan İran’ın muhtemel bir savaşta kendi çevresinde neyle karşılaşacağını tahmin etmesi de kolay değil. Ortadoğu ülkeleri İran’la ilişkilerini iyileştirmek isteseler de muhtemel bir çatışmada İran aleyhinde saf tutma ihtimalleri yüksek.
Ciddi ekonomik sorunlar nedeniyle İran’ın büyük bir savaşı göğüslemesi mümkün değil. İran kamuoyunun önemli bir bölümü Filistin-İsrail konusunda İran rejiminin yanında yer almıyor. Toplumun kahir ekseriyeti Hamas’ı desteklemiyor. 2009’dan bu tarafa rejim karşıtı tüm protesto gösterilerinde “Ne Gazze ne Lübnan – Canım İran’a feda’’ sloganları atılıyor. Nitekim İranlı bazı sosyologlar, ‘‘İran yönetimi halka sırtını çevirdi, halk da Filistin’e’’ yorumları yapıyor. Toplumun önemli bir bölümü Hamas, Hizbullah, İslami Cihad gibi örgütleri İslam Cumhuriyeti’nin ömrünü uzatan ve İran’da rejim karşıtı gösterilerde halkı bastıran güçler olarak görüyor.
Zaten Mahsa Amini’nin ölümüyle başlayan protestoların psikolojik etkileri hâlâ tam anlamıyla yatışmış değil. İran rejiminin toplumsal meşruiyeti ciddi oranda düşük. Böyle bir dönemde toplumu büyük bir savaşa seferber etmesi zor görünüyor.
İran, ABD ile olası çatışmasında Rusya ve Çin’in destek vermeyeceğinden de emin. AB’nin bazı ülkelerinin ABD’yi İran konusunda destekleyeceğini biliyor.
İran ne yapıyor?
Bununla birlikte İran, kendisine yakın gruplar üzerinden ABD ve İsrail ile olan çekişmesini sürdürüyor.
İran’ın taşeron örgütlerini aktifleştirmesinin çeşitli sebepleri var.
Bölgedeki İsrail karşıtlığının farkında olan İran, bunu bölgeye nüfuz aracı olarak kullanıyor. Bu açıdan Gazze çatışması, İran’a önemli bir fırsat sunuyor. Bir taraftan Sünni Arap sokaklarına nüfuz edebiliyor, diğer taraftan da kendi taraftarlarının seferberliği için yeni bir siyasal, psikolojik ve ideolojik ortam var.
İran’ın yükselen İsrail karşıtlığının bayraktarlığına soyunmasını ve kendisini İsrail düşmanlığıyla özdeşleştirmeye kalkışmasını, onun İslam dünyasındaki liderlik arzusunun farklı bir tezahürü olarak da görmek gerekir.
İran, İsrail karşıtlığı zemininde kendi yandaşlarını harekete geçirerek muhtemel İran-ABD çatışmasının nelere yol açabileceği konusunda ABD ve Batılı ülkeleri uyarıyor. Bölge devletlerini de dizginlemeye çalışıyor. Irak’tan Yemen’e kadar uzanan yelpazede İran’a yakın grupların hareketleri, Suudi Arabistan başta olmak üzere tüm Sünni Arap devletlerinin politik hareketliğini ipotek altına alıyor. İsterse Husiler üzerinden gerginliği kolayca Arap Yarımadası’na yayabileceğini gösteriyor. Çelişkili görünse de, İran rejiminin saldırgan dış politikayı kendisini Batılılara kabul ettirmenin bir yolu olarak da seçtiği açık.
İran ayrıca kendi yandaşları üzerinden mezhepsel bir imaj çalışması da yürütüyor. Sünni Müslüman devletler pasifken sadece İran ve onun desteklediği Şii grupların aktif görünürlüğü, Tahran rejiminin ideolojik ve mezhepsel çalışmasının bir parçası. Bu, bir taraftan Şii-Sünni ayrışması için bir mesaj içermekle birlikte İran rejiminin etkinliğinin özünü oluşturan Şii mezhebinin ideolojikleştirilmesi için yeni imkân ve koşullar yaratıyor.
Bütün bunlara rağmen, Gazze çatışmasının İran’ın bazı beklentilerini karşılamadığı da ortada. Mısır’dan Ürdün’e kadar uzanan coğrafyadaki devletler kendi iç istikrarlarını korumayı başardı. Oysa İran Ortadoğu’da Arap Baharı’na benzer bir halk ayaklanmasının tetiklenmesini umuyordu. İsrail karşıtlığı üzerinden ortaya çıkabilecek halk ayaklanmaları İran’ı tam anlamıyla rahatlatacaktı. Bu da İran’ın bölgedeki faaliyetlerinin farklı yüzünü açığa çıkarıyor.
Nasıl bir gerginlik?
İran’ın ABD ile bölgede son kertede kendisinin doğrudan hedef alınmayacağı bir gerginliği istediği açık.
İran bölgedeki kaostan yararlanmayı beceren işlevsel bir politik, ideolojik ve askerî yapıya sahip. İran’ın etkin olduğu ülkelere bakıldığında hiçbirinde merkezi devlet güçlü değil. İran’ın politik ve askerî etkinliği Irak, Afganistan, Lübnan, Yemen ve Suriye’de olduğu gibi merkezî devlet sarsıldıktan sonra tescilleniyor.
Bu açıdan bakıldığında Gazze çatışmasıyla başlayan bölgesel gerginlik en fazla İran’ın işine yarıyor. Kendisinin doğrudan işin içine çekilmediği bir çatışma, İran’ın nüfuz alanını genişletiyor. Irak ve Afganistan işgali sonrasında görüldüğü gibi ABD’nin saldırılarından en fazla İran yararlanıyor. ‘‘ABD yıkıyor, İran kazanıyor’’ modeli 2001 Afganistan işgalinden günümüze etkin olarak işliyor.
İdeolojik test alanı
İran, bölgedeki gerginlikten yararlansa da sürecin kendisi açısından çeşitli riskler barındırdığının da farkında. İsrail’in Hamas’ı yok etme amacıyla Gazze’ye yönelik sürdürdüğü kara harekâtı, İran açsından bir test alanı.
1979 İslam devrimiyle ‘‘Filistin özgürlüğünü’’ en öncelikli ideolojik, dinî ve politik hedef olarak ilan eden İran’ın ideolojik ve politik ilkeselliğini sınayan bir laboratuvar süreci aslında. Aynı zamanda da ideolojik ilkesellik ile pragmatizm arasındaki pratik çelişkilerinin tezahürü. İran, Filistin için savaşmaya hazır mı? İran, Filistin için ABD ve İsrail ile doğrudan çatışır mı?
İran’ın İsrail ile doğrudan çatışmaya girmemesi, Tahran’ın Hamas, İslami Cihad, Hizbullah gibi örgütlerle ilişkilerinin mahiyetini de ifşa ediyor. Bu açıdan bakıldığında İran’ın Hamas-İsrail çatışmasına doğrudan müdahil olmaması özellikle kendi taraftarları arasında ciddi bir güven sorununu ortaya çıkarabilir. Kudüs Güçleri Komutanı İsmail Kaani’nin İzzeddin El Kassam Tugayları komutanı Muhammed Deif’e hitaben yazdığı destek mektubu karşılaştıkları bu güven sorununu aşmaya dönük bir hamle.
Doğmakta olan bu güven bunalımı bir taraftan da İran’ın söylem ve pratik gücü arasındaki çelişkileri de gösteriyor. İran, ABD ve İsrail’i yok edeceğini iddia ediyor ancak ABD’nin kararlılığını görünce davranışlarını değiştiriyor. Bunları, İran’ın gösterdiği kadar güçlü olmadığının ve çeşitli korkularının açıkça sahnelendiği bir süreç olarak görmek de mümkün.
İran yöneticileri, çatışmalara doğrudan taraf olmamalarını farklı argümanlarla meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Çatışmanın sadece İsrail ve Filistin arasında kalmasını hedeflediklerini söylüyorlar. Onlara göre, Gazze nedeniyle olası bir ABD-İran savaşı, çatışmaları İsrail’den uzak bir coğrafyaya taşıyabilir ve bu da İsrail’in lehine olabilir. Ayrıca İran-ABD çatışmasını isteyen İsrail de hedefine ulaşmış olur. İran Meclisi Eski Başkanı Golam-Ali Haddad–Adel’in ‘‘İsrail, var olan çatışmaları İran-ABD savaşına dönüştürmek istiyor’’ açıklaması bunu ortaya koyuyor.
İran güdümündeki grupların hareketliğini, Tahran rejimin karşılaştığı bu çelişkilerden kurtulmanın bir yolu olarak da yorumlamak mümkün.
Ateşkesin hayatiliği
İran yönetimi, çatışmaların uzamasının ve yayılmasının kendi söylem ve eylemleri arasındaki çelişkileri iyice görünür kılabileceğinin de farkında. Çünkü İran yönetimi Gazze’de devam eden çatışmayı ‘‘İsrail’in yok oluşunun miladı’’ olarak nitelendirse HAMAS’ın askerî anlamda İsrail’e karşı zafer elde etmesini mümkün görmüyor. İran’ın İsrail’in Gazze’ye yönelik kara harekâtını durdurmasında ısrarcı oluşunu bu çerçevede de yorumlamak gerekir.
İsrail’in Gazze’de başarı elde etmesi ve Hamas’ın zayıflaması İran açısından dışarıdan görüldüğünden daha önemli bir kayıp. Hamas yenilirse İran’ın kurduğu Direniş Ekseni’nin en önemli halkası yok olacak. Direniş Ekseni’nin varlığı tartışmalı hale gelecek. İsrail, kaybettiği güçlü devlet imajını geri kazanacak. İran’ın desteklediği gruplar nezdindeki itibarı ciddi şekilde sarsılacak.
Bu açıdan bakıldığında, İran’ın siyasi ve diplomatik girişimlerinin merkezinde ateşkes olması şaşırtıcı değil. Tahran, ateşkes olursa Hamas’ın kazanacağını, İsrail’in yenileceğini ve kendisinin de karşı karşıya olduğu söylem-eylem çelişkisinden kurtulacağını düşünüyor.
Denge arayışı
İran aslında son çatışmalar bağlamında bir denge kurma arayışında.
Desteklediği taşeron örgütleri yönlendirerek kendisini savaşa sokmayacak bir siyasi, diplomatik ve askerî dengenin oluşmasını sağlamaya çalışıyor. Lübnan’da Hizbullah, Yemen’deki Husiler, Irak ve Suriye’deki Şii milisler üzerinden İsrail ve ABD’ye baskı uygulayarak Hamas’ın saldırısıyla doğmuş korku atmosferinin sürdürülmesini istiyor.
Ancak bu sürecin İsrail-Hizbullah çatışmasına dönüşmesini de istemiyor. Çünkü Hizbullah aracılığıyla savaşın bölgeselleşmesinin, İran’ı da çatışmaların içine çekme ihtimalinin yüksek olduğunun farkında.
İran’ın diplomatik yüzü
İran bu çelişkileri aşmak için ilişkide olduğu taşeron örgütler aracılığıyla İsrail ve ABD’ye yaptığı baskılara paralel olarak Ortadoğu’da çok farklı bir diplomatik strateji de izliyor.
İran güdümündeki taşeron örgütlerle Arap devletlerini dizginlemeye çalışmakla birlikte, Gazze’deki çatışmalardan Arap devletleriyle yakınlaşma ve işbirliği imkânı olarak istifade etmek istediğini de gösteriyor. Nitekim İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile Suudi Arabistan Veliaht Prensi Bin Selman ilk kez bu kriz sonrası görüştüler. İran’ın 11 Kasım’da gerçekleşen İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi Olağanüstü Ortak Zirvesi’nin iki devletliliği ve Mahmut Abbas yönetimindeki FKÖ’yü Filistin’in yegane temsilcisi olarak kararlaştırılan sonuç bildirisini imzalaması bu stratejisinin somut tezahürü.
İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi Olağanüstü Ortak Zirvesi üyelerinin Çin ve Rusya ile Gazze konusunda işbirliği arayışları İran’ın diplomatik girişimlerini de genişletiyor. İran bu hamleyle Filistinlilere yönelik siyasi ve diplomatik desteğini artırıyor. İsrail ve ABD’nin İran’a yönelik çabalarının da başarılı olmasını engellemeye çalışıyor.
Son tahlilde; İran ve ABD gerginliğinin nereye doğru evrileceğini öngörmek kolay değil. Ancak kesin olan şu ki, İran-İsrail düşmanlığı derinleşti, genişledi ve her iki taraftan açısından da yaşamsal bir boyuta geldi.
Var olan süreç, İran rejimi var oldukça İsrail’in kendini güvende hissetmesinin kolay olmadığını gösterdi. Batı’da İran’ın radikalizmi yeniden somut ve kontrol edilmesi gereken bir tehlike olarak görülmeye başlandı. Bu durumun ABD, AB ve İsrail’in İran’la ilişkilerine yeni bir boyut kazandıracağı açık.
Başka bir ifade ile Gazze çatışması sonrası İran’ın ABD ve İsrail olan ilişkileri daha da keskinleşecek. Ortadoğu’nun, yeni bir İran-ABD gerginliğinin içine itildiği de aşikâr.