Tom Barrack ve 'Arabistanlı Lawrence'

Barrack’ın sözleri, atalarının Zahle’den göç etmeden önce anlattığı hikâyelere bir özlem değil.

14 Temmuz 2025 - 11:11
14 Temmuz 2025 - 11:11
 0
Tom Barrack ve 'Arabistanlı Lawrence'

ABD Başkanı Donald Trump’ın Türkiye Büyükelçisi ve Suriye-Lübnan özel temsilcisi Tom Barrack, Orta Doğu’da alışılmışın dışında açıklamalar yapıyor. Osmanlı sonrası dönemde Sykes-Picot Anlaşması ile çizilen sınırları eleştiriyor, Batı müdahalesinin sona erdiğini ve bölgenin kendi çözümlerini üretmesi gerektiğini savunuyor. Barrack, Suriye’nin eski rejimlerine hayranlık duyuyor, ABD’nin terörle mücadeledeki bazı müttefiklerini eleştiriyor ve Lübnan ile Ürdün’ün geleceği hakkında radikal harita önerilerinde bulunuyor. Her ne kadar açıklamalarından sonra düzeltmeler yapsa da, söylediklerinin Beyaz Saray’daki ciddi bir düşüncenin parçası olduğu anlaşılıyor.

ABD Başkanı Donald Trump’ın Türkiye Büyükelçisi ve Suriye ile Lübnan özel temsilcisi Tom Barrack, yaptığı her açıklama ve attığı her tweet ile büyük bir yankı uyandırıyor. Sözleri, Orta Doğu’da alışılmamış bir Amerikan sözlüğünden geliyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün ardından çizilen Sykes–Picot sınırlarını sert bir şekilde eleştirdi ve “Batı’nın (Orta Doğu’da) haritalar dayatmasını ve sınırları kurşun kalemle çizmesini” kınadı.

Tom Barrack, “Batı müdahalesi çağı sonsuza dek sona erdi. Gelecek, bölgenin kendi belirleyeceği çözümlerde” dedi. Ayrıca “rejim değişikliği” ve “ulus inşası” politikalarının, girdikleri “beş savaşta” başarısız olunmasının ardından bittiğini ilan etti.

Barrack, “Suriyeli Emeviler”e ve Başkan Ahmed Şara’ya hayranlığını dile getirerek onu, 12 yıl boyunca bağımsızlık için savaşan ABD’nin kurucu başkanı George Washington’a benzetti. ABD’nin terörle savaşta müttefiki olan “Suriye Demokratik Güçleri”ne karşı da bir kampanya yürüttü. Lübnanlıları “şimşek hızında” harekete geçmezlerse “Büyük Şam” haritasına geri dönmekle karşı karşıya kalacakları konusunda “varoluşsal bir tehlike” konusunda uyardı. Ayrıca, doğrudan söylemese de, Ürdün’ün “Büyük Suriye” haritasına dahil olabileceğine dair bir ima da bulundu.

Her açıklamasından sonra Barrack, ilk sözlerini düzelten bir açıklama yayınlıyor. Ancak Trump’ın Orta Doğu’nun başlıca ülkeleri için görevlendirdiği bir elçiden çıkan bu sözlerin önemini küçümsemek hata olur. Bunu pekiştirmek için, açıklamalarına eşlik eden bazı gelişmelere ve açıklamalara değinmek gerekir:

Birincisi, Başkan Trump bizzat 13 Mayıs’ta Riyad’da yaptığı “Başkan Trump’ın Orta Doğu’da Refahın Geleceğine Bakışı” başlıklı temel konuşmasında, bölgeye bakış açısını dile getirdi. Orada, “Kendilerine ulus inşacıları diyenler, aslında yıkım getirdi; Amerikalılar Irak ve Afganistan’a trilyonlarca dolar harcadılar ama sonuç alamadılar çünkü müdahaleciler anlamadıkları toplumlara karıştılar ve nasıl yaşanması gerektiğine dair ders verdiler” dedi.

Bunun aksine, çözümlerin bölgeden ve liderlerinden gelmesini övdü. Zira “modern Orta Doğu’nun doğuşu bölge halkının kendi elleriyle gerçekleşti.” Trump ayrıca, geçmişi olan Başkan Şara’yı övdü, ona ve “Heyet Tahrir eş-Şam”a yönelik yaptırımları kaldırarak “Suriye’ye bir şans verdi.”

İkincisi, Barrack, Trump’ın İran, Gazze ve Ukrayna dosyaları özel temsilcisi Steve Witkoff gibi, Amerikan diplomasisinin bürokrasisinden bağımsız, Trump ile doğrudan dostluğu olan bir iş adamı. Onun bölgedeki rolü artarken, dışişlerinin deneyimli diplomatları ya atanmayı bekletiliyor (örneğin, Dışişleri Bakan Yardımcısı olması planlanan Joel Rayburn) ya da Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun yürüttüğü “kapsamlı reform planı” çerçevesinde dışlanıyor.

Üçüncüsü, Barrack’ın ikametgahı çok anlamlı: Trump’ın Türkiye büyükelçisi. Ankara’nın, önceki Beyaz Saray Orta Doğu sorumlusu Brett McGurk ile büyük bir sorunu vardı; ona “Amerikalı Arabistanlı Lawrence” derlerdi çünkü onun, Britanyalı Lawrence gibi, Osmanlı’ya karşı Arap isyanını destekler gibi Suriye’nin doğusunda Türkiye’ye karşı bir Kürt devleti kurmak istediğini düşünüyorlardı.

Trump’ın, Türkiye’de yaşayan Barrack’ı ataması, McGurk’ün politikalarına karşı büyük bir değişimdi. Barrack’ın Suriye, Kürtler, Lübnan, haritalar ve Sykes–Picot hakkında söyledikleri de bunu yansıtıyor. Barrack’ın sözlerinin önemini artıran bir diğer unsur da, Trump’ın defalarca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı “arkadaşım” diye anması ve İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’ya da Suriye konusunda Erdoğan ile anlaşmasını, askeri çatışmadan kaçınmasını tavsiye etmesidir.

Barrack’ın sözleri, atalarının Zahle’den (Osmanlı vilayetlerinden biri olan ve “Biladüşşam” ve “Büyük Suriye”nin bir parçası olan) göç etmeden önce anlattıkları hikâyelere bir özlem değil.

Dördüncüsü, Amerika’nın önceki on yıllardaki Orta Doğu politikaları, her zaman açıktan dillendirilmeyen ve her rejimin hassasiyetlerini gözeten örtük uzlaşılar içeriyordu. Örneğin, 1976’da Suriye’nin Lübnan’a girmesi Amerikan onayıyla oldu; Hafız Esad, 1990’da Amerikan yeşil ışığını aldıktan sonra Mişel Avn isyanını bastırdı ve Çöl Fırtınası operasyonuna katıldı, İsrail’le müzakere etti. Aynı şekilde, 1982’de Filistin Kurtuluş Örgütü’nün ve lideri Yaser Arafat’ın Lübnan’dan çıkışı da Amerikan bilgisi dahilindeydi.

Bu uzlaşıların sırları gizli belgelerde kaldı; Al Majalla’da daha sonra yayımlanacak olan gizli Suriye belgeleri, Amerika’nın Lübnan’daki Suriye hareketlerine 2005’teki çıkışa kadar çoğu kez onay verdiğini gösterecek.

Barrack’ın sözleri, atalarının Zahle’den göç etmeden önce anlattığı hikâyelere bir özlem değil. Ve Trump’ın ikinci döneminde söylendiği için ayrı bir ağırlığı var. En azından rastlantısal ya da boş değil, Beyaz Saray’ın koridorlarında ciddi bir düşüncenin yansıması. Elbette, çoğu muhtemelen kapalı kapılar ardında büyük liderler arasında konuşulmuş şeyler. Ancak bunların gerçekleşmesi dengelere bağlı ve başarısı ayrı bir konu çünkü Amerikan maceralarının çoğu hedeflediğinden farklı sonuçlandı. Trump yönetiminin uzun vadeli askeri müdahale isteği olmadığı için Barrack’ın tweetleri tehlikeli ve endişe verici; etkisi sosyal medya platformlarının ötesine geçiyor.(İbrahim Hamidi- Al Majalla)