Öcalan Ve Demirtaş; Sorumlu Ve Onurlu Bir Duruşun Neresindeler?

15.03.2025, Cts - 14:16

Öcalan Ve Demirtaş; Sorumlu Ve Onurlu Bir Duruşun Neresindeler?
Haberi Paylaş

Makalelerimin çoğunda felsefi, etik ve sosyolojik sorular sorarak bazı olgular ve olaylar hakkında, karşılaştırmalar yaparım. Ortadoğu coğrafyası, vicdanın ahlakın ve samimiyetin olmadığı bir cehennem. Bu topraklarda yetişmiş kişi ve gruplar siyasi, inanç ve etnik sorunlar konusunda takındıkları tavır, genellikle takiye, çifte standart ve kişisel-siyasi hesapların rol oynadığı bunun ötesine geçmeyen tutum ve davranışlar sergilenir. Bu davranışların ortasında kavrulup yananlar ise, toplumun sıradan insanları olduğunu defalarca açıklamıştık. Bu cehennemi andıran topraklarda çok ağır dramlar ve trajediler yaşandı. Yüz yıl önce bu coğrafyanın otokton ulusu olan Kürtlerin başına getirilen felaketler zinciri (Sykes-Picot antlaşması ve Lozan anlaşması) sayıları on milyonlarla ifade edilen bir toplumun ulusal varlığının yok hükmünde sayılarak ortadan kaldırılmak istenmesi, Kürtleri bazı çareler aramaya sevk etmiş, irili ufaklı onlarca isyan ve direniş başlatmışlardı. Herkesin malumu, bu isyan ve başkaldırıların tamamı katliam ve soykırımlarla bastırıldı.

Soğuk savaşın en keskin yürütüldüğü 1984-85 yıllarında totaliter reel komünizmin ideolojik gıdasıyla beslenip örgütlenen örgütlerden biri ortaya çıktı. PKK (ki Öcalan okutulan mektubunda bu gerçeği itiraf etmişti) Türk devletine karşı bu tarihlerde "Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi" ni başlattığını ilan etmiş, bunun nihai amacının "Bağımsız Birleşik Kürdistan" olduğunu duyurmuşlardı. Bu örgütün yaptıkları ve şu an vardıkları nokta malum. PKK ve lideri Öcalan bu yola girerken, onlar gibi yeni örgütlenme aşamasında olan diğer Kürt hareketlerinin önünü kesmek için de silah dahil, her türlü şiddet yollarını kullanarak bu örgütleri zayıflatmak ve tasfiye etmek için ellerinden geleni yapmışlardı. PKK'nin örgütsel hiyerarşisi, Leninist tarzda olup Stalin diktatörlüğü pratiğiyle birleştirilerek lider ve parti eylemleri eleştirilemez, karşı çıkılamaz bir yola girmişti. Öcalan ve örgütü, görünürde düşman ilan ettiği devletlerin derin yapılarıyla da girdiği gizli ilişkiler sonucu, mücadele sahasında tek başına kalarak tekelleşti. Örgüt liderine ölümüne itaat, bu devletlerin derin yapılarının dikkatini çekerek onları kendi devletlerinin politik çıkarları doğrultusunda kullanmaya başlamışlardı (Öcalan kendisine sorulan bu türden sorulara samimi itirafta bulunmuş; 'doğrudur onlar bizi kullandı, bizde onları kullandık) Oysa bu çok gülünç bir açıklamaydı. Kimse de çıkıp şu soruyu sormadı: Karşılıklı kullanılma nasıl olur? Onlar devlet, sen onları nasıl kullanabilirsin? Bu alışverişte adı geçen bölgesel aktör devletler, bu örgütün varlığına müsaade ederek, ileride şartlar hasıl olduğunda kullanmak içinde onları rakip devletler tarafından imha edilmekten de korumuşlardı. 40 yıllık süreçte, eylemlerinin tamama yakını, Kürtlerin ulusal hak talepleriyle hiç ilgisi olmayan, genellikle sansasyonel ve toplumda şoklar yaratan şiddet ve terör sayılabilecek eylemlere imza atmaya devam etmişlerdi. Dünyanın en mağdur ve mazlum ulusu olan Kürtler, bu örgüt sayesinde adı her anıldığında "şiddet" ve "terör" ile anılmaya başlanmıştı.

Onun için Abdullah Öcalan, kendisini ve örgütünü gerçekçi olmayan bu bahanelerin ardına saklayarak açıklamada bulunması doğru değil, gerçekleri de yansıtmıyor. Kendisi ve yoldaşları dinozorlaşmış Kandil'deki örgüt liderlerini kurtarmak ve onları sivil hayatın içine sokmak için konjonktürel şartlar ve çıkarların çakıştığı bir gerçekliğe dayanmaktadır. Öcalan'ın itiraflarında dillendirdiği "reel sosyalizm ve soğuk savaş etkisi" fikri doğru olmakla beraber, totaliter komünizmin (Sovyetler Birliği) 1989 yılında pes ederek iflas bayrağını çekip yıkılmasının üzerinden de 36 yıl geçmiş: Öcalan yanlış yolda olduğunu 36 yıl sonra mı fark etti? Bunlar inandırıcı açıklamalar değil. Oysa çok güçlü olduğu dönemde çıkıp dünyaya silahlı mücadeleden ve şiddetten vazgeçtiğini, Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarının savunulmasını bundan böyle demokratik kurallar çerçevesinde sonuna kadar adı geçen mücadeleyi sürdüreceğini söyleyebilirdi. Ama yapmadı/yapamazdı. Çünkü ilişki içinde oldukları bölgesel aktör devletlerin derin yapıları buna izin vermedi. Türk derin devletinin Ortadoğu'nun bu hassas ve konjonktürel durumunda kendi devletlerinin bekası için üzerinde karara vardıkları konsept gereği bu açıklamalar yapılıyor. Derin devlet tarafından bu görev Bahçeli ve Öcalan'a verildi. Öcalan, Türk devlet bekası için devreye sokulmasına önayak olduğu durumun gerekçesini, felsefeyi ve sosyolojiyi de alet ederek açıklamalarda bulunması tam bir komedidir. Bu söylemler onu haklı çıkarmaz ve aklamaz. Buna rağmen kendi örgütüne silah bırakma çağrısı ve fesih talebi bizce de yerindedir ve desteklenmelidir. Öcalan, hiç bir zaman samimi bir şekilde Kürt ulusal haklarını savunucusu olmadı. Okunan mektubunda Türk devletinden hiç bir talebinin olmadığını, hiçbir şekilde şart olmadığını açıklıyor. Akıllara Ağa ve Maraba arasında yaşanan o hikaye geliyor. İşin sonunda Maraba Ağa'ya "Ağam, sonuçta sen yine ağa, bende yine marabayım. Peki o zaman biz bu b...ku niye yedik?"

Selahattin Demirtaş'a farklı bir gözle bakmış ve PKK’nin ideolojik dayatmasından kurtulmak isteyen samimi bir Kürt siyasetçisi olarak görmüştüm. Yanıldım. Yazılarımda da savunmuştum. Okuyucuları bilmeden yanılttığım için özür dilerim. Demirtaş'ın on süreç ile alakalı açıklamaları, benim onun siyasi ve şahsi kişiliği hakkında biçtiğim değer adına tam bir hayal kırıklığı yaşamaktayım. Kürt toplumunun ona verdiği değer ve itibar açısından bu savrulma kendi kişiliği içinde de bence bir faciadır. Düşünüyorum da, bir insan duruşu ve şahsiyeti bakımından böylesine 180 derece bir sapma ve savrulmaya nasıl uğrayabilir? Demirtaş'ın politik hayatında sarf ettiği yanlış söylem ve duruşlarını eleştirmiş, dokunulmazlığının kaldırılması, hukuksuz bir şekilde cezaevine atılması, bu oyunun içinde yer alan PKK ve "yoldaşlarım" dediği HDP bileşenlerinin iktidar ile iş birliği yaparak siyasi hayatının sonlandırılması çalışılmasını da aynı şekilde eleştirmiş ve kendisini savunmuştum. Bu konuyu hala savunuyorum. Demirtaş'ın orada kalmasına neden olan bir suçu yok. Önceki makalelerimden birinde "Selahattin Demirtaş ve Seherin Dramı" başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu yazı sanırım 2015 yılında dokunulmazlığı apar-topar kaldırılıp cezaevine atılırken yazılmış bir yazı idi. Peki ne değişti de Demirtaş, devletin çizgisine geldi? Akılda şu soru geliyor. Öcalan gibi kendisini kurtarmak için başta Erdoğan'a ve devlete kendisini şirin gösteriyor olabilir mi? Devletler, hapishaneleri ıslahevi olarak topluma okutuyorlar. İşledikleri suçlar nedeniyle yanlışlarını görüp tövbe ederek ıslah olmaları için. Demirtaş Islah olup tövbeye mi yattı acaba?

Şimdi biraz gerilere gidelim. 2015 seçimlerinde Demirtaş'ın eş başkanı olduğu HDP meclise 80 milletvekili soktu. Çok önemli bir dönüm noktasıydı. Demirtaş eğer vicdanını ve aklını kullanmış olsaydı, barış yönünde çok önemli bir yol alınmış olacaktı. Derin devletin, Kandil'in ve Kürt yoksullarının sırtından meclise taşıdıkları totaliter ve şoven Türk solunun dolduruşuyla "AKP ile kesinlikle koalisyon kurmayız" Hayret ki hayret. Halbuki bu açıklama, bir partinin veya başkanının siyaseten kendisini ve partisini inkar etmesi demektir. Oysa yapılması gereken açıklama şöyle olmalıydı. "Evet seçimde iktidar olacak kadar oy alamadık. Ülkenin içinde bulunduğu durumu düze çıkaracak, başta Kürt meselesi olmak üzere ülkenin demokrasiye hukukun üstünlüğüne dayalı bir yapıya kavuşması için "biz hazırız" diyen herkes ile koalisyona varız" Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, toplumun oylarıyla seçilmiş bir cumhurbaşkanına "Sen" diyerek "başkan yaptırmayız" demek çocukça bir sorumsuzluk değil midir? Peki sonuç ne oldu? "Yaptırmayız" dediğin kişi başkan oldu, sen de cezaevine girdin. Siyasette şahıs düşmanlığı yoktur. Kürd/Kürdistan sorunu Erdoğan ile başlamadı Erdoğan ile de bitmeyecek. Bu anayasa ve mevcut devlet kurumlarıyla kendisi iktidara gelse, bu sorun yine bitmeyecek. Dolduruşlarla kullandığı üslubun yanlış olduğunu defalarca açıkladık ve eleştirdik. Peki ne değişti de şimdi çıkıp "Sayın Erdoğan'ın değerli paradigması" dan dem vurup insanların kafasını karıştıracak ifadeleri öne sürüyor. Demirtaş' özgür iradesiyle bu aşamaya gelmişse, o zamanda eskiden sahip olduğu düşünce ve eylemlerinden toplum önünde özeleştiri yaparak özür dilemesi gerekir. "Halkımdan özür diliyorum. Sayın Cumhurbaşkanı hakkında söylediklerin yanlıştı. Bunu gençlik ve tecrübesizliğime verin" demesi lazım. Cezaevinde bunlar üzerinde çok düşündüm. Devlet aklı haklıymış. Devlet aynı zamanda Kürtlerin de devletiymiş." İnsanlar inanır veya inanmaz ama çok daha samimi olurdu.

Tekçilik ve inkâr temelinde kurulmuş bu devlet, kendini Kürt etnik aidiyetine bağlı hisseden hiç bir Kürdün devleti olamadı. Tersine hep kafalarını ezdi. Biyolojik olarak ben "Kürdüm" diyebilirsiniz. fakat etnik ve kültürel hakları talep ettiğinizde külahlar değişir. Ha bunların talep dillendirmez ve talep etmezseniz, evet bu devlet sizin de devletiniz olur. "Eşit vatandaşlık" "Anayasal vatandaşlık" kavramlarına gelince. Bunlar hali hazırdaki ve değişen diğer tüm anayasalarda zaten geçiyordu. Anayasa 66. madde: "Vatandaşlık bağıyla devlete bağlı olan herkes Türktür" Yani vatandaşların hepsi devlet nezdinde "Türktür" ifadesini kafaya takmazsanız aslında bir sorun çıkmaz. Evet, Kürt olarak her şey olabilirsiniz başbakan, cumhurbaşkanı ve büyük-büyük işadamı da olabilirsiniz. Pratikte bunlar için ciddi bir engel yok. Demirtaş'a şu soruyu sormak ta bizim hakkımız. Peki madem bu noktaya geldiniz, bu kadar ölüm, sürgün yıkım ne içindi? Siz Kürtleri Kürt hakları konusunda mücadele taahhüdünde bulunarak Milletvekili oldunuz. Bu konuda bir eleştiri yapacak mısınız? Bekleyip göreceğiz. Demirtaş şöyle buyurmuş: "Türkiye Cumhuriyeti devleti hepimizin devletidir, nokta. Bu anlamda Cumhuriyeti demokratikleştirme görevi de hepimizindir nokta. Gerisini el birliğiyle, gönül birliğiyle adım adım hep birlikte inşa edeceğiz çünkü artık silah, kan, acı aradan çıkmıştır nokta" Kan, silah ve acının ortadan kaldırılmasında hepimiz mutabıkız. Peki pratikte bunun yolu nedir? birbirimizi kandırmayalım. Kürtler mahşere kadar bu ülkede seçimle iktidara gelemeyeceklerine göre, bu eşitlik nasıl sağlanacak? Bütün Kürtler tek bir parti altında toplandığını varsayalım. %20-25 Kürt oyu var. Türk partilerinin tamamı (sağcısı-solcusu, dindarı-demokrat geçinen ve ırkçısı) Anayasanın şu an sahip olduğu yapısının değiştirilmesinin taraftarı değiller. Devletin adı "Cumhuriyettir "bayrağı" ve "başkenti" dışındaki maddeleri değiştirebilecekler midir? "Atatürk milliyetçiliğine dayalı ilkelere bağlı" diye devam eden Anayasanın 2 maddesi ve 66. maddeyi değiştirebilecek bir irade mevcut mudur? Bu iki soruya da cevabımız "hayır" dır. Sağcısı solcusu bu maddeleri "kırmızı çizgi" olarak görüyor. Demirtaş bunlara noktayı koymuş olabilir. Ama Kürtler bu doğal ve vazgeçilmez haklarından vazgeçeceklerini sanmıyorum. Nokta koymak değil, noktalı virgül ile Kürtler mücadelelerine devam edecekler.

 

Bu haber toplam: 4381 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:01:20:29
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x