Üç Siyasi-İdeolojik Tarz Ve Kürtlerin Kopamadıkları Derin Aymazlıkları

29.06.2025, Paz - 19:28

Üç Siyasi-İdeolojik Tarz Ve Kürtlerin Kopamadıkları Derin Aymazlıkları
Haberi Paylaş

Sıradan ve önemsiz görünen güncel bir konudan yazımıza başlamak istiyorum. Daha önce de benzerlerine sık rastladığımız, alışkın olduğumuz ama bu türden olguların ortaya çıkmasıyla realitede de kendisini gösterdiğinde şaşkınlık gösterdiğimiz, hayretle izlediğimiz konulardan birini bu yazımızda tartışmaya açacağız. Son birkaç yıldır, bu ülkede şoven ve ırkçılığın tavan noktasına gelip dayanmış bir siyasi partinin (Zafer Partisi) merkez yönetiminde görev almış biyolojik ve genetik olarak Kürd olduğu söylenen bir kişinin partiden ihracıyla kamuoyuna yansıyan açıklama ve savunmalarını izninizle eğilmek istiyorum. Kürtlerin, ulusal özgürlük mücadelesi boyunca bu tip kişilik duruşlarıyla çok karşılaştı. Rant ve siyasi çıkarlar için kendi varlık ve kimlik onurunu, vicdanını ve ahlakını ayaklar altına alarak anne-babalarının ve dedelerinin dil, kültür ve ulusal duruş hatta varlığını yok sayan, inkar eden devlet partilerine üye ve yönetici olmayı kabul etmelerinin temelinde, bu partilerin dışarıya karşı "Bakın 'Kürt' dediğiniz vatandaşlarımız bizim partimizin üst yönetiminde görev alıyorlar. Bizde ayırım-kayırım yoktur" teranelerini tekrarlayıp durmuş, bunları çok dinlemiştik. Adı geçen ve irdelemeye çalıştığımız biyolojik-genetik Kürt, tam bir Stockholm sondromu ile muzdarip zoraki Türk (Araştırın. Bu kişinin anne ve babası bir kelime bile Türkçe bilmez) Ultra ırkçı ve şoven partisi onu partiden ihraç ederken bakın neler yumurtlamış; "Genel başkanın tutuklanıp bırakıldıktan sonra, basına verdiği açıklamayla; 'Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala'nın da artık bırakılmaları gerekir' dediğini içime sindiremiyorum" demiş. Düşünebiliyor musunuz? Kürtleri ve diğer inanç ve toplumsal farklılıkların nefret ve düşmanlığı üzerinde politika yapan ırkçı parti başkanı; "Yeter artık, bu adam pişmanlık duymuş ve devlete de zaten biat etmiştir. Bırakılmalıdırlar" diyor. Biyolojik Kürdümüz ve şakacıktan Türk; "Devlet düşmanı bu şahısların bırakılmasını dile getirmesi içime sinmedi, yollarımızı ayırdık" diyor. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir mağdur ulus bireyinin fikri ne olursa olsun kullanabileceği böylesi bir söze şahit olabilir misiniz? Bence olamazsınız. Bu durum sanırım Kürtlere özgü bir hastalık. Son günlerde, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın kurmuş olduğu örgütünün fesih kongresinde örgüt lideri ve elemanlarına okuduğu "Perspektif" adlı yazısında tarihte Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde önderlik etmiş kişilerin NAZİ Almanya'sının 2. dünya savaşı sırasında işgal ettiği ülkelerdeki Yahudilerden oluşturdukları bir çeşit konsey şeklinde örgütlenmiş adına "Judenrat" denilen Yahudilerden oluşmuş bir yapı, süreç içinde özellikle Polonya'da, NAZİ muhalifi Yahudilerin tespit edilip takip edilerek, sonradan ispiyonlanarak kullanılmaya başlamışlardı. Bu konseyler, bu görevi yapmadıkları takdirde, kendilerinin ve ailelerinin de, gaz odalarına gönderileceği tehdidi üzerine bir kısım Judenrat yapılar -özellikle Polonya judenratları- böylesi bir ilişki içine sürüklenmişlerdi. Öcalan'ın Kürd ulusal hareketine önderlik etmiş şahsiyetlerin akrabalarını "Judenrat tipi işbirlikçilik" ile suçlaması gündeme damgasını vurdu. (Hakkını teslim etmek lazım. Öcalan her zaman kendine göre gündem yaratır, yetersiz muhalifleri ve karşıtları da bu gündemin etrafında dönüp dolaşırlar. Bunlar başlarını kaldırdıklarında başka bir gündem bombasını patlatır)

Her ulusal kurtuluş ve özgürlük hareketlerinde, sapmalar ve ihanetler her zaman olmuştur. Öcalan'ın Judenrat benzetmesi ile Kürt ulusal hareketlerine önderlik etmiş akrabalarını suçlaması, Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi tarihinde kilit rol oynamış liderlerin ailelerinin sanki örgütlü bir şekilde böylesi bir ihanet sürecine katıldıkları iddiasında bulunuyor. Bu külliyen yalan ve yanlış bir bilgilendirmedir. Bu ifadeler, kötüleme ve karalamadan amacını aşamayan bir dezenformasyondur. Şüphesiz ki Kürt başkaldırılarında da ihanetler olmuştur. Kürt ulusal başkaldırılarını Yahudi judenratı ile özdeşleştirmeye çalışmak bilinçli bir saptırmadır. Evet Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin sıcak zamanlarında ve sonraki dönemlerde çokça ihanetler olmuştur. Bilinen bazı örnekleri şunlardır; Seyid Rıza'nın Yeğeni Rayber, Koçgiri başkaldırısında Mücadelenin lideri Alişer Bey ve eşi Zarife Hanımı kalleşçe arkadan katletmesi ve başlarını keserek Sivas Valisine götürüp para alması (Ki o tarihten itibaren "Rayber" ismi doğan hiç bir Kürd çocuğuna verilmemiştir. verilmemişti) Şeyh Said Efendinin bacanağı Binbaşı Qasım tarafından ihanete uğratılması ve bizzat kendisi tarafından düşmana teslim edilmesi olayı da acı bir hatıra olarak tarih sayfalarında yerini almıştır. Ayrıca Bedirhanilerin bazı kuşaklarının Osmanlı ve Türk devleti ile yaptıkları işbirliği de bilinen bir gerçektir. Her ülkenin ulusal kurtuluş tarihinde bu türden durumlar hep yaşanmıştır. Bütün bu durumlar, o dönemin ulusal kurtuluş mücadelesinde liderlik yapmış kişilerin ihanet içinde oldukları anlamına gelmez. Bu liderlerin o dönem izlemiş oldukları politika ve taktikleri ile, dost-düşman tanımlamaları eleştirilebilir. Ama ihanet içinde oldukları asla söylenemez. Eğer böyle bir ihanetçi aranıyorsa, öncelikle Öcalan bunu kendi kişiliğinde sorgulamalıdır. On binlerce Kürt gencini, "Bağımsız Birleşik Kürdistan" amacıyla dağlara çekip, yüz bine yakın Kürt gençlerini amaçsızca harcayıp, 50 yıl sonra çark ederek "Ulus devlet, federasyon, özerklik, hatta kültüralist -Dil, kültür, folklor, şarkı vs- talepler çağın gereklerine cevap verememektedir. Bunlar gerici taleplerdir) diyen kendisi değil midir? "Judenrat" yakıştırması yapılırsa Öcalan'ın ortaya attığı bu kavramın kendi kişiliği ile uyumlu olup olmadığını öncelikle sorgulamalıdır.

Osmanlının yıkılıp, yerine kurulan Cumhuriyet, tekçi, inkarcı ve Jakobenist bir temel üzerinde kuruldu. Dünya hakimi dönemin iki emperyal devleti olan İngiliz ve Fransızlara verdiği sözler üzerine, bu yeni kurulacak devletin İslam liderliğinden vazgeçmesini, Cumhuriyet ilan edilmesini ve laik bir devlet kurulmasını (Jakoben ve şekilci) Lozan'da kabul edilerek uluslararası meşruiyeti ilan edildi. Ama bu ülke hiç bir zaman gerçek anlamıyla laik bir devlet olamadı. Laik bir devletin olmazsa olmaz kriterlerinin ne olduğunu daha önceki makalelerimizde detaylı bir şekilde açıklamıştık. Şekilci bir laiklik ve modern hayat tarzı bu coğrafya da ulus olamamış, ümmet anlayışı içindeki Müslüman topluluklarına zorla dayatıldı (Türkler dahil) İttihat ve Terakki devamı olan Kemalist rejim, kendi anlayışlarına uygun bir toplum yaratmak istediler. Adına "Beyaz Türk" denilen bu azınlık iktidar, jakoben ve pozitivist bir anlayışı bu ülkede hakim kılmaya çalıştı. Azınlık rejim, savaştan çıkmış aşırı yoksul olan ülkenin kıt kaynaklarını, gelişme ve yatırımlara değil, lüks tüketime, Avrupa'dan aldıkları şatafatlı giysilere, içki ve pahalı parfümlere harcadılar. Baskı ve zorbalıklarla hayvan ve insan başı topladıkları sözde vergilerle bu paraların bir kısmıyla çocuklarını Avrupa'nın en iyi üniversitelerinde okuttular. Düzenledikleri şatafatlı balolarla günlerini gün ederken, yoksulluğun dibinde debelenen nüfusun %90 'ı kıçlarında donu olmayan, yamalı elbiselerle ve çarıkla hayatlarını kıt kanat sürdürüyorlardı. İşin ilginç yanı bu diktatörlük rejiminin taraftarlarının Ankara, İstanbul ve İzmir'de düzenlenmiş o balolardaki kadın ve erkekleri gösterip "İşte 1930 lar Türkiye'si" dedikten sonra aşırı muhafazakar kadınların yaşadıkları yerleri göstererek çarşaflı fotolarını gösterip "Bu da 2020'lerin Türkiye'si" diyerek otoriterliğe ve pozitivist jakoben laikçi özlemlerini yansıtması açısından ibretliktir.

Bu kesim, yaşam tarzı olarak başı açık kadın, alkol tüketen, dostlar alışverişte görsün diye opera ve baleye giden, ama bu üst kültürel mesajlardan hiç bir şey anlamayan, farklılıklara karşıtlık ve nefretle yaklaşan (Kürt, Ermeni, Rum ve Yahudi) izole ve kendi gettolarında yaşam süren yüzyılın sonunda nüfusun %15-20 lik oranı aşamayan eski imtiyaz sahibi "Beyaz Türkler" den bahsediyoruz. Bunlar siyasal olarak kendi varoluşlarını CHP ye endekslemişlerdir. CHP'nin %30-35 lik oyu, Türkiye'nin diğer mağdurlarının namus belasından "Dinci ve gericiler gelmesin" diye oy veren kesim. Bu kesimin ülke üzerindeki tahakküm etkileri yavaş yavaş ayaklarının altından kayıp gitti. 2002 den sonra Askeri vesayet ve darbelerle uzattıkları imtiyazlarını kaybettiler. Hep mücadele içinde oldukları ve korktukları Muhafazakar kesim iktidara geldi. Şu an azınlık beyaz Türklerle muhafazakar-dinci Türk muktedirler arasında rövanşist bir mücadele sürüp gidiyor. Ülkenin kaynaklarını bu kez 22 yıldır iktidarı ellerinde tutan muhafazakar kesimin muktedirleri har vurup harman savuruyor. Kemalist beyaz Türklere inat, altlarında milyon dolarlık arabalar, çocuklarının kollarından yüzbinlerce dolarlık saatlerden gündemden düşmüyor. Sosyal Darwinist ve Pozitivist ırkçı-milliyetçi beyaz Türkler ile muhafazakar-dinci Türk İslam sentezci otokrat rejim arasındaki iktidar ve rant kavgasında kendilerine laik veya muhafazakar diyen Kürtlerin bunlardan herhangi bir tarafı siyaseten veya duygusal olarak desteklemek bu rant ve kavganın bir tarafında yer almak, bu kesim Kürtlerin hala akıllanmadıklarını gösterir. Üzerinde çok ciddi rüşvet ve su istimal iddiası olan İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı zat, DEM yetkililerinin kendisini ziyareti sonrası yaptığı açıklamaya bakar mısınız? "Terörsüz Türkiye sürecini destekliyorum. Hep birlikte ve kardeşçe Mustafa Kemal Atatürk'ün bizlere gösterdiği muasır medeniyet seviyesine yükselmesi tek vücut halinde ulaşmak dileğimizdir" (??!!) Yüz yıllık inkarın, yok saymanın, katliamların Mimarı bir diktatörün öngörüsünü Kürtlere refah ve mutluluğa gidecek yol şeklinde gösterene bakar mısınız? Bu zat aynı zamanda iddialı bir cumhurbaşkanı adayı. Topal Osmanlıların torunlarından başka ne beklenir?

Üçüncü etkili siyasal tarz. Kürtlerin gasp edilmiş ulusal hakları adına politika yaptıklarını iddia eden PKK/DEM eksenidir. PKK ve DEM'in ne olduğunu ve hangi amaçlarla kurulduğu konusunu yine detaylı açıklamaları daha önceki makalelerimizde anlatmıştık. Öcalan'ın isteği üzerine PKK'nin kendisini feshetmesi ve silah bırakacağını söylemesi çok olumludur. En azından bundan sonra genç ölümler olmayacak. Umarım başarıya ulaşır. Kürtler, ulusal demokratik parti ve oluşumları zaman kaybetmeden, Kürt ulusal birliğinin sağlanması için siyasi Parti farklılıklarını bir kenara bırakarak yeni bir parti çatısı altında siyasi kimliklerini de koruyarak birleşmeleri aciliyet bir hal almıştır. Yoksa Kürd/Kürdistan davası ucuza kapatılır. Bir aydın olarak öngörüm ve tavsiyem..

Bu haber toplam: 1520 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:23:53:06
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x