TBMM Komisyonu 13’üncü kez toplandı

Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un başkanlığında TBMM Tören Salonu’ndaki 13. toplantısını sürdürüyor.

2 Ekim 2025 - 14:39
2 Ekim 2025 - 14:39
 0
TBMM Komisyonu 13’üncü kez toplandı

Komisyonda konuşan Hukukçular Derneği Genel Başkanı Mehmet Melih Gülseren, sürecin Türkiye'ye özgü olduğunu belirterek başarıya ulaşması için toplumun tüm kesimlerinin sürece katkı vermesi, toplumsal psikolojinin doğru ve ortak bir şekilde yönlendirilmesinin büyük önem taşıdığını ifade etti. Sürecin devamında etkileşimli yöntemler geliştirmek ve somut çözümler üretmenin zorunlu olduğu söyleyen Gülseren, "Zira son dönemde Terörsüz Türkiye hedefine karşı olan dış güçler ile içeride terörden beslenen çevreler provokasyonlar, manipülasyonlar ve gerçeğe aykırı yönlendirmelerle süreci baltalamaya çalışmaktadır. Yazılı ve görsel medyada ve dijital mecralar üzerinden Kürt kökenli vatandaşlarımıza yönelik küçük düşürücü ifadeler kullanılmakta, toplumsal şiddete yöneltici, kötü niyetli söylemler dile getirilmektedir" dedi.

"Güvenlik güçleri ve denetim kurumları aracılığıyla kışkırtıcı ve çatışmaya dönük girişimlerin önü kesilmelidir"

Gülseren, ayrıca süreci bir kahramanlık gibi sunmaya çalışanların da toplumu rahatsız eden görüntüler verdiğine dikkat çekerek "Kanaatimizce her iki tutumun da merkezinde terörden çıkar sağlama amacı bulunmaktadır. Güvenlik güçleri ve denetim kurumları aracılığıyla bu tür kışkırtıcı ve çatışmaya dönük girişimlerin önü kesilmelidir. Bu sürecin sağlayacağı yarar siyaset üstündür ve doğrudan milletimizin yüksek menfaatinedir. Sürecin kişisel hırsla uğruna heba edilmesine yol açabilecek söz ve yaklaşımlardan uzak durulmalıdır. Sürecin sağlıklı yürümesi için toplumu kin ve nefrete sevk eden provokatif eylemlere, yazılı ve görsel basın açıklamalarına, sosyal medya paylaşımlarına izin verilmemesi, bunları yapanlar hakkında cezai ve idari işlemlerin uygulanması hususunda gerekiyorsa sürece özel mevzuat değişiklikleri yapılmalıdır" diye konuştu.

"Yasal düzenlemelerin önerilmesi ve hazırlanması da bu komisyonun sorumlulukları arasında"

Süreçte bilgi kirliliğine karşı güven inşası için süreçle ilgili olarak Kürt kökenli vatandaşlara ilgili kurumlarca Kürtçe SMS'ler gönderilebileceği önerisinde bulunan Gülseren, şunları kaydetti:

Silahların tamamen bırakılmasının yanında huzuru kalıcı kılacak yasal düzenlemelerin önerilmesi ve hazırlanması da bu komisyonun sorumlulukları arasındadır. Bizim kanaatimiz ilk etapta düzenlemelerin topluma güven verecek ve Terörsüz Türkiye hedefine olan inancı güçlendirecek alanlarda yapılması yönündedir. Öncelikle sosyal haklara ilişkin düzenlemeler hayata geçirilmelidir. Bunun yanında önemli adımlar arttırılmalı. Toplumda bir ön kabul sağlandıktan sonra infaz yasası, terörle mücadele kanunu gibi mevzuat düzenlemeleri gündeme alınmalıdır. Unutulmamalıdır ki, cezaevindeki terör hükümlüleri ve tutuklularının tahliyesine yönelik beklentiler bugün için toplum tarafından kabul edilebilir değildir. Özellikle şehit ailelerimizin ve gazilerimizin hassasiyetleri zedelenmemelidir. Af niteliği taşıyan her türlü adımın ciddi toplumsal tepkilere yol açacağı göz önüne alınmalıdır.

"Hukuk güvenliğinin ve toplumsal vicdanın korunması, gözetilmesi gereken temel ilkeler arasında yer almalıdır"

Af veya benzeri bir mevzuat değişikliği olacaksa dahi bunlar ancak sürecin tüm aşamaları tamamlandıktan sonra uygulanabilir. Unutmamak gerekir ki adalet duygusunu tatmin etmeyen orantısız veya etkisiz cezalar caydırıcılığını yitirmektedir. Bugünlerde bu husus yoğun biçimde tartışılmaktadır. Dolayısıyla hukuk güvenliğinin ve toplumsal vicdanın korunması, gözetilmesi gereken temel ilkeler arasında yer almalıdır. Silahlı yapılar hangi nedenle eylemlerini bırakmış olursa olsun sonrasına dair bir tehlike vardır. Organize suç şebekelerine dönüşme riskini görmezden gelemeyiz. Terör örgütü üyelerinin özellikle terörün finansman kaynaklarından olan uyuşturucu ticareti, kara para aklama, kaçakçılık, insan kaçakçılığı gibi organize suç yapılarına evrilmemesi, dönüşmemesi için gerekli düzenlemeler yapılmalı, önleyici adımlar atılmalıdır. Silah bırakmak elbette önemli bir adımdır. Bu adımın doğru atılması ise elzemdir.

"Irak, İran ve Suriye'ye de sirayet edecek bir süreç yürütülmesi elzemdir"

Gülseren, silahların teslimi, balistik incelemeleri ve imha yöntemleriyle denetim süreçlerinin en baştan belirlenmesi gerektiğini söyleyerek "Silah bırakanların topluma dönüşleri için kontrollü ve güvenli yaşam bölgeleri oluşturulmalı, topluma kazandırma programları uygulanmalıdır. Güven inşası için sembolik adımlar da önemlidir" dedi.

"Terörsüz Türkiye" idealinin aynı zamanda Suriye, İran ve Irak'ın da şiddetten arınması ile mümkün olabileceğini belirten Gülseren, "Ülkemizin güvenliği ve refahı bölgenin de güvenliğiyle doğru orantılıdır. Irak, İran ve Suriye'ye de sirayet edecek bir süreç yürütülmesi elzemdir. Aksi halde PKK bugün biter, ardından YPG veya SDG benzeri farklı bir yapı karşılık bulabilir. Terörsüz Türkiye süreci yüzlerce düzenleme ve çalıştırmayı gerektirebilir. Yapılacak her çalışma demokrasimiz ve ülkemiz için ayrı bir değer taşıyacaktır. Atılacak adımlar da terör mağduru vatandaşlarımız merkeze alınmalıdır" diye konuştu.

"Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bu ülkede bir siyasi dava ya da politik dava kavramı var"

Komisyoda konuşan Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Eş Genel Başkanı Serhat Çakmak, "Geldiğimiz süreçte arış ve demokratik toplum çağrısıyla birlikte üzerinde yaşadığımız coğrafyada halkların, kimliklerin, inançların, cinsiyetlerin, ekolojinin birlikte yaşayabileceği eşit ve özgür koşulları inşa etme fırsatı gelişmiştir" diyerek komisyona ayrıntılı bir sunacaklarını belirtti. Çakmak, sözlerini şöyle sürdürdü:

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bu ülkede bir siyasi dava ya da politik dava kavramı var. Her ne kadar yasalarda tanımlanmış olmasa da, sağcısından solcusuna kadar her bir insanda bu dava kavramının varlığını kabul etmektir. Farklı dönemlerde farklı kesimler maruz kalsa bile bu gerçeklik maalesef var. Şeyh Said yargılamasından Seyit Rıza'ya kadar, 49'lar davasından Aydınlar dilekçesine kadar 60 darbesi, 80 darbesi, 90'lı yıllardaki uygulamaların yaratmış olduğu davalar, OHAL sürecindeki yargılamalar bu ülkedeki bir politik dava gerçekliğini göz önüne koymaktadır.

"Yargıç ve savcıların siyasal iktidarların ideolojisine yakın kesimler tarafından belirlenmesi yargı bağımsızlığının önünde ciddi bir engeldir"

Bunların yürütülüş şekliyle birlikte Terörle Mücadele Kanunu'nda, Ceza Kanunu'nda, Ceza Usul Kanunu'nda, İnfaz Kanunu'nda da bu istisnai rejimin yürütülmesi için kanunlara maalesef maddeler eklenmiştir. Bu yargılamalar bize yargı-siyasal iktidar ilişkisini, hukuk-iktidar ilişkisini bariz bir şekilde ortaya koymaktadır. Eğer yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını tartışacaksak bu politik dava mantığını ve beraberinde getirmiş olduğu istisnai yargılamalar mantığını da masaya koymamız ve bu kapsamda çalışmalar yürütmemiz gerekiyor.

Yine cumhuriyet tarihinden bugüne kadar bir bürokratik atama geleneği var. Nedir bu bürokratik atama geleneği? O da şudur: Maalesef özellikle hâkim ve savcılarda olduğu gibi üst bürokraside de çok fazla karşılaşıyoruz. Yargıç ve savcıların siyasal iktidarların ideolojisine yakın kesimler tarafından belirlenmesi ve bu ideolojiye yakın insanların belirlenmesi olarak gözümüze çarpıyor ve bunlar yargı bağımsızlığının önünde ciddi bir engeldir.

"Hakimin güvencesi artırılarak siyasal müdahale ile etki etme yolu kapatılmalıdır"

Çakmak, bağımsız ve tarafısız yargı görünümünün sağlanması için öncelikli olarak Hâkimler ve Savcılar Kurulu'nun yapısı, çalışma biçimleri ve üye belirleme yöntemlerinin değiştirilmesi gerektiğini vurguladı.Çakmak, şöyle devam etti:  

İnsan hakları temel metinlerinin uygulanmasının sağlanması için hakim ve savcıların denetlenmesinin yolunun açılması, soruşturma süreçlerinin denetlenmesi, etkin soruşturmaların yapılmasının sağlanması için bu mekanizmaların aktif olarak çalıştırılması gerekmektedir. Hakimin güvencesi artırılarak siyasal müdahale ile etki etme yolu kapatılmalıdır. Hakim ve savcıların kararlarında uluslararası yargı kurallarına uygun karar vermesi için yasal ve pratik düzenlemeler yapılması gerekmekte. Aynı zamanda 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası'nın 13. maddesinin değiştirilmesi gerekmekte. Yine 3713 sayılı yasanın 4. maddesi ve 5. maddesinin mülga edilmesi gerekir. Aslında bizim temel beklentimiz 3713 sayılı yasanın komple kaldırılması ama mevcut koşulları ve bu sürecin aşamalı olarak ilerlediği göz önünde bulundurduğumuzda burada aşamalı olarak belli maddelerin mülga, belli maddelerin de değiştirilmesinin doğru olacağını düşünmekteyiz."

"Türkçe'nin yanı sıra yaşayan diller ve lehçelerde seçmeli ve isteğe bağlı ana dil eğitimi yapılabilir"

Türkiye’de bir başka sorunun ise ana dil hakkının kullanımının önündeki engeller olduğunu dile getiren Çakmak, "En genel metin olarak Birleşmiş Milletler'in İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 2 ve 26. maddesi, yine Medeni Haklar ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeler, yine Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı, Çocuk Dil Hakları ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme. Tabii bu sözleşmelerin bazılarına ülkemiz taraf ama bazı maddelerine, özellikle dil ile ilgili maddelerine çekince konulmuş. Bu çekincelerin kaldırılmasıyla bir aşama geçilmiş oluyor" ifadelerini kullandı. Çakmak, şöyle konuştu:

Yine Anayasa'nın 42. maddesi şu şekilde revize edilebilir: ‘Eğitim ve öğretim kurumlarında Türkçe'nin yanı sıra yaşayan diller ve lehçelerde seçmeli ve isteğe bağlı ana dil eğitimi yapılabilir. Bu eğitimin usul ve esasları kanunla düzenlenir. Şeklinde bir değişiklik yapılabilir’. Yine Milli Eğitim Kanunu'nda amaç ve ilkeler kısmına, ‘Türk Milli Eğitimi, Türkiye'de yaşayan vatandaşların farklı dil ve kültürlerinin geliştirilmesi ve yaşatılması için gerekli imkânları sağlamakla yükümlüdür’ eklenebilir. Bu kapsamda bir değişiklik ve ana dilde eğitimle ilgili de beklentiler karşılanır. Ülkemizdeki zenginlik olan farklı kültürlerin, farklı kimliklerin kendi dillerini konuşabilmelerinin de olanakları yaratılabilir.

"Ortadaki cenaze hepimizin cenazesi ve hepimizin sırtında bu cenazeyi hep birlikte kaldırma yükümlülüğü var"

ÖHD Eş Genel Başkanı Ekin Yeter Moray, komisyonda yaptığı konuşmada, Anadolu ve Mezopotamya topraklarında ortak geçmişe sahip olunduğun değinerek, "Biz neden ortak bir geçmişi, ortak bir geleceği taşıyamadık? Hepimizin sırtında gerçekten bunun yükü var. Yaşadıklarımızın da aslında sebebi ortak geleceği inşa edememe meselesidir" dedi. Moray, şöyle devam etti: 

Sonrasında halklar bakımından inşa edilen tekçil merkeziyetçi ve yargı bağımsızlığını esas almayan bir rejimin inşasıyla bütün halklar bakımından haksızlığın, hukuksuzluğun, haklısızlığın, hakikatsizliğin geliştiği bir rejimde yaşamak zorunda kaldık. Haliyle ortak geleceği hep birlikte inşa edemedik. Şimdi ortadaki cenaze hepimizin cenazesi ve hepimizin sırtında bu cenazeyi hep birlikte kaldırma yükümlülüğü ve sorumluluğu var. Haliyle bu ortak geleceği inşa ederken öncelikle temel metinler nasıl olmalı?

Tekçilik, merkeziyetçilik ve yargı bağımsızlığının esas alınmadığı bir rejimden bahsettik. Haliyle temel metinler, anayasa ve devamındaki metinler düzenlenirken de bu üçünün sorgulanması ve bu kapsamda bunların terk edildiği bir toplumsal sözleşmenin halklar tarafından sağlanması gerekir. Bu toplumsal sözleşmenin kurucusunun devlet mekanizması değil halk olduğu, bu konuda sivil toplumun, kadınların ve bütün kesimlerin söz kurabildiği ve kendini ifade edebildiği mekanizmalarla bu meselenin tartışılması ve demokratik bir sistemde bu metinlerin oluşturulması gerekiyor.

Bunun dışında bu temel metinler halkları şu an ne kadar uzaklaşmışsak birbirine yakınlaştıran ve kurucu iktidarını halktan alan, ileride halkların birbirini asimile etme, birbirini yok etme, birbirini imha etme tehlikesinin olmadığı metinlerle ancak sağlanabilir. Anayasa metinleriyle bu mesele çözülmeyecek. Bütünsel bir hukuk kapsamında, temelini toplumsal sözleşmeden alan ama bu ülkedeki birçok alandaki bütün mevzuatta karşılığını bulan bir demokratikleşme, bir reform sürecinin gerçekleşmesine ihtiyaç var.

"Siyasi mahpusları ölüme terk edecek bir infaz rejimi inşa edildi"

Umut hakkının temel mesele olduğunu belirten Moray, "Türkiye'de siyasi mahpuslar için ayrımcı, ötekileştirici bir imtiyaz rejimi var. Bir istisna hüküm söz konusu. Türkiye'de idam cezasının Avrupa Birliği kriterleri, Kopenhag kriterlerinin uygulanması sürecinde kaldırılması ve ağırlaştırılmış müebbet infaz rejimine dönüşmesi gerçekliği söz konusuydu. Bu gerçeklikle birlikte Terörle Mücadele Kanunu ve İnfaz Yasası'ndaki birçok madde ile birlikte siyasi mahpuslar için hapishanede onları ölüme terk edecek bir infaz rejimi inşa edildi" ifadelerini kullandı. Moray, sözlerini şöyle sürdürdü: 

Bu infaz rejimi ile alakalı birçok uluslararası mekanizmaya yapılan başvuru söz konusu. Bu mekanizmalarda aynı kararlar, bu uygulamanın işkence yasağını ihlal ettiğine karar verdi. Bizim de aralarında bulunduğumuz birçok sivil toplum kurumu bu konuyla alakalı Türkiye'nin AİHM kararlarını uygulamaması noktasında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ne birçok bildirimde bulunduk. Bu bildirimlerimiz neticesinde komite Türkiye hakkında bir denetim süreci başlattı. Geçtiğimiz eylül ayında gerçekleşen oturumda bir ara karar verdi komisyon. Komisyon dedi ki: 'Biz Türkiye'de kurulan Meclis komisyonundan öneri bekliyoruz'. Yani haliyle buradaki komisyonun öneri alması gereken ilk mesele burada umut hakkı olmakta. Burada komitenin de belirttiği gibi komisyonun bir an evvel bunu gündemine alıp adım atması gerekmektedir.

"Umut hakkının bireysel ve kolektif birçok hakkı da demokratikleşme kapısından geçireceğini düşünüyoruz"

Bu sadece Sayın Öcalan açısından önem arz eden bir konu değil. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile hükümlü olan, şu anda ülkede Türkiye'nin açıkladığı verilerle 4 binden fazla politik mahpus bulunmakta. Aslında umut hakkının uygulanmasıyla birlikte bütün politik mahpuslar için çok önemli bir gelişme sağlanacak. Ve Türkiye'nin demokratikleşmesi ve toplumsal barışın inşası noktasında çok önemli bir adım da atılmış olacaktır. Umut hakkının bireysel ve kolektif birçok hakkı da demokratikleşme kapısından geçireceğini düşünüyoruz.

Birincisi S ve Y tipi hapishanelerin inşası, ikincisi de idari gözlem kurulları. Bu iki konuya hasta mahpus konusunu ekleyerek bu üç konu hapishanelerde bir insanlık krizi yaşanmasına sebep olmakta. İdari gözlem kurulları, pandemi sürecinde çıkartıldı biliyorsunuz. Bütün politik mahpuslar hapishanede ikinci bir yargılanma mekanizmasıyla, bir pişmanlık beyanatlarıyla karşı karşıya bırakılıyor. Derneğimize yapılan başvurularda şu anda 350-330 tane siyasi mahpusun yatarını bitirmesine rağmen hapisten çıkamadığı gerçekliği ile karşı karşıyayız. Ağır hasta mahpusların tahliyesinin engellendiği, şu anda 631 tane ağır mahpusun hapishaneden çıkmak için tahliye, koşullu salıverilme, infaz erteleme için başvuru halinde olduğu ancak tahliyenin sağlanmadığı gerçekliği söz konusu.

"En küçük bir soruşturmanın dahi yerinde kayyum atanmasına gerekçe gösterildiği bir rejim inşa edildi"

"İstisnaların kural haline getirildiği bir rejimde yaşamaktayız" diyen Moray, kayyum rejiminin de istisnaların kural haline getirildiği bir uygulama olduğunu vurguladı. Moray, şu ifadeleri kullandı: 

2016 yılında çıkartılan bir KHK'nin sonradan yasa haline getirilmesi ve en küçük bir soruşturmanın dahi yerinde kayyum atanmasına gerekçe gösterildiği bir rejim inşa edildi. Bu kapsamda 2016 yılında 95 tane belediyeye kayyum atandı, 93 belediye başkanı tutuklandı. 954 kişi ihraç edildi bin 913 tane işçi kıyımından geçirildi. 5 milyon seçmenin seçme-seçilme hakkı, iradesi elinden alındı. Bu uygulama 2019 yılında 56 belediyede devam etti. 2024 yılında da 12 belediye ve haliyle bu sadece bölgeyle sınırlı kalmadı, Türkiye'deki başka belediyelere de sirayet etti.

Bir bütün olarak topluma hafızasızlık, belediyedeki taşınmazların devredildiği, belediyelerin ağır borç altına sokulduğu, Kürtçe dilinin tabelalardan, parklardan söküldüğü bir rejim inşa edilmeye çalışıldı. Bu konuda kayyum rejiminin aşılması için öncelikle kurumumuzun da ilke olarak uyguladığı kadınların eşit temsiliyetinin siyasette, hukukta her alanda sağlanması adına uygulanan eş başkanlık sisteminin tanınması gerekmektedir. Bu konuda KHK ile daha sonra yasalaşan kayyum atanma maddelerinin 5393 sayılı yasadan kaldırılması gerekmekte. Ve en önemlisi de kayyum rejiminin yarattığı tahribatların komisyon tarafından gündeme alınması ve bu tahribatların giderilmesi için Meclis'in harekete geçmesi gerekmektedir.  Haliyle bütünsel bir hukukla, bir reformla demokratikleşmeyi sağlayabilmek adına uluslararası sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılması gerekir. Çünkü bu çekincelerin amacı uluslararası sözleşmelerin etkisini azaltmak, ortadan kaldırmak, tekçi ve merkeziyetçi yapıyı güçlendirmektir.

"Açılım politikaları TBMM'de iktidar cephesinin istediği anayasal düzenlemelere kurban edilmemelidir"

Komisyonda konuşan Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği (SODAD) Başkan Yardımcısı Kemal Akkurt, süreçte provokasyona açık bir alanın bırakılmaması gerektiğini belirterek, "Halkın yaşam standartlarının her alanda sürekli düşürüldüğü bir ülkenin toplumun tamamını kapsayan toplumsal dayanışma, adalet ve ilerlemeye ihtiyacı vardır. Barış ancak ve ancak büyük bir toplumsal anlaşmayla sağlanabilir. Bölgemizde yaşayan halkların kendi kaderlerini tayin hakkı neoliberalizmin ve emperyalizmin taleplerine kurban edilmemelidir. Uygulanan politikalar ülkemizin ve ülkemizin geleceğinin rehin alınmasına neden olmamalıdır. Bu nedenlerle yurtta sulh, cihanda sulh ilkesi ekseninde hareket edilmelidir. Bu ilke bir tarafta Türkiye'de huzur ve sükûnu güven içinde yaşamanın, diğer taraftan da uluslararası barış ve güvenliğin güvencesidir" diye konuştu.

Toplumsal muhalefetin ortak bir hedef etrafında toplanmasını sağlaması gerektiğini söyleyen Akkurt, "Özellikle toplumsal barışı, özgürlüğü, refahı ve dayanışmayı savunan seçmenlerin bu tür işbirliklerini ihanet olarak görmelerinin önüne geçilmelidir. Açılım politikaları TBMM'de iktidar cephesinin istediği anayasal düzenlemelere kurban edilmemelidir. Bu nedenle barıştan, özgürlükten ve adaletten yana olan tüm partilerin bu tür stratejik adımların dikkatle değerlendirmeleri ve kendi değerlerine sadık kalarak alternatif politikalar geliştirmeleri gerekir" dedi.

"Siyaset kimlik siyaseti ile güvenlik politikaları arasına sıkışmamalı"

Akkurt, "Terörsüz Türkiye" hedefinin sadece güvenlikçi yöntemlerle değil, demokratikleşme, eşit yurttaşlık ve barışçıl diyalog temelinde yaklaşılması gerektiğini ifade ederek, "Kürt sorunu başta olmak üzere kimlik temelli sorunların silahla değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi zemininde toplumun tüm kesimlerini kapsayan siyasi çözüm yollarıyla çözülmesi gerekir. Bu nedenle siyasetin istihbarat örgütlerinin inisiyatifine bırakılmaması zorunludur. Siyaset kimlik siyaseti ile güvenlik politikaları arasına sıkışmamalı" diye konuştu. 

"Cumhurbaşkanı 86 milyonun cumhurbaşkanı olmalıdır"

Potansiyel cumhurbaşkanı adayları, seçilmiş belediye başkanları, aydınlar ve üniversite öğrencilerin cezaevindeyken barış programından söz etmenin mümkün olmadığına dikkat çeken Akkurt, bazı önerilerini şöyle sıraladı:

Bu komisyonun görevi Terörsüz Türkiye idealini iktidarın ömrünü uzatan ve daha da otoriterleşmesini sağlayacak bir ortam oluşturmaktan çıkarıp toplumsal barışı ve hayatı topyekünü inşa edecek çoğulcu bir demokrasi hedefi ile yeniden tanımlamak zorunda. Ne şiddet romantize edilmeli ne de güvenlikçi devlet politikalarının bir aracı haline getirilmelidir. Toplumsal barış, adalet ve huzur için yapılacak anayasa değişikliğiyle güçlendirilmiş parlamenter sisteme süratle geçilmelidir. Cumhurbaşkanı eskiden olduğu gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından nitelikli çoğunlukla seçilip varsa partisiyle ilişkisi kesilmelidir. Cumhurbaşkanı cumhurun yani 86 milyonun cumhurbaşkanı olmalıdır. Yasama, yürütme ve yargı birbirlerinden kesin çizgi ayrı ve bağımsız olmalıdır. Güçler ayrılığı artık ülkemizde de kurumsallaşmalıdır. Başta Hakimler, Savcılar Kurulu olmak üzere Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Seçim Kurulu birinci sınıfa ayrılmış hakimler arasından seçimle idarenin ve yasamanın dahili olmadan özel olarak oluşmalıdır.

"Liyakati ortadan kaldıran mülakat garabetinden derhal vazgeçilmelidir"

Ülkemizde kadına karşı şiddet artık tahammül edilemez boyutlara ulaşmıştır. Türkiye ev sahiplerinde imzalanan ve kadına karşı şiddetin önlenmesinde devlete önemli görevler yükleyen İstanbul Sözleşmesi tekrar mevzuatımıza kazandırılmalıdır. Devletin her kademesinde liyakat esaslı olmalıdır. Liyakati ortadan kaldıran mülakat garabetinden derhal vazgeçilmelidir. Devlet Anayasa'mızda tanımlandığı gibi uygulamada da demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olmalı, parti devleti görüntüsünden kurtarılmalı, 86 milyonun tamamının devleti olduğunu hissettirmelidir. Kayyum uygulamasından vazgeçilmeli, seçilmiş belediye başkanları kesinleşmiş mahkeme kararı olmadan tutuklanmamalı, masumiyet karinesi gereği görevlerinin başında kalmalı, yargılamalar Anayasa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi iştihatları gereğince tutuksuz olmalıdır. Tarafa olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları doğrultusunda yapılacak düzenlemelerle düşünce ve ifade özgürlüğü kâğıt üzerinde kalmamalı, fiilen de sağlanmalıdır. Şiddete bulaşmamış, tüm düşünce suçluları derhal serbest bırakılmalıdır.

Oymak: "İçişleri Bakanlığının desteği ile 'Türkiye'de Sivil Anayasa Yolculuğu' projesini hayata geçirdik"

Hukuki Araştırmalar Derneği (HUDER) Genel Başkanı Hasan Oymak da herkesin temsil edildiği ve dinlenildiği bir sürecin toplumsal mutabakatın anahtarı olacağını söyledi. Sivil anayasa çalışmalarına destek olmak amacıyla geçtiğimiz ocak ayında İçişleri Bakanlığı'nın desteği ile 'Türkiye'nin Sivil Anayasa Yolculuğu' projesini hayata geçirdiklerine dikkat çeken Oymak, "Türkiye'nin yedi bölgesindeki illerimizde her görüş, yaş ve meslekte insanlarımızın yeni anayasa konusundaki öneri ve eleştirilerini dinledik. 26 Haziran'da Sayın Meclis Başkanımız Numan Kurtulmuş'un ev sahipliğinde bu salonda gerçekleştirdiğimiz kapanış porgramında sonuç raporumuzu takdim ettik. Hatta o toplantılarımızda Terörsüz Türkiye sürecine ilişkin değerlendirmeler yapılmıştı. Geniş katılımlı görüş alışverişinin faydasını bizzat müşahede etme imkanımız oldu" diye konuştu.

"İstihbarat bilgileri ve gizli oturumundaki bilgiler kuşkusuz devlet aklını şekillendirecektir"

Oymak, sürecin samimi olduğunun ortaya konması gerektiğini söyleyerek, "Tüm silahlar belli bir takvimde teslim ya da imha edilmelidir. Aynı şekilde örgüt ile bağlantılı yapıların da feshi belli bir takvim içerisinde bu takvimde gerçekleştirilmeli, bu süreç yakından takip edilmelidir. Yasal düzenlemelerin sürece yönelik işleyişinin gelişimi dikkate alınarak gerçekleşmesi gerekir. İstihbarat bilgileri ve gizli oturumundaki bilgiler kuşkusuz devlet aklını şekillendirecektir" dedi.

Terör örgütü saflarında silahlı eylemlere katılmış insanların ölmesine, gazi kalmasına sebep olmuş olanlar, silahlı eylemleri yapmış olanlar mutlak surette cezalarını çekmesi gerektiğini belirten Oymak, "Geri kalanlar bir vesileyle terör örgütünün içerisinde yer alan ama silahlı eylemlerin içerisinde bulunmayan kişiler ile ilgili yapılacak düzenlemelerde mutlak surette çok geniş, çok dikkatli bir denetim süresine tabi tutularak sonuçlar buna göre belirlenmelidir" ifadelerini kullandı. (ANKA)

 

Bu haber toplam 513 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 16:40:39