Bağımsız Kürdistan'a Karşı ABD-İran ve PKK Hamleleri

Bölgedeki başat aktörlerden İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu “ılımlı” bir Kürdistan kurulmalı derken, TC İktidar sözcüsü Hüseyin Çelik, Kürdistan ilan edilirse Türkiye’nin tepkisinin eskisi gibi olumsuz olmayacağı sinyalini veriyordu.\n

Kerem Bekes

11.07.2015, Cts | 19:58

Bağımsız Kürdistan'a Karşı ABD-İran ve PKK Hamleleri
Makaleyi Paylaş
Küresel Terör Organizasyonu IŞİD\'in, Haziran 2014’de Musul’u işgalinin ve Irak ordusunun üniformalarını ve silahlarını bırakıp kaçmasının ardından Güney Kürdistan yönetimi, G.W. Bush döneminde ABD Yönetimi’yle varılmış mutabakat (uygun zamana kadar beklemek) nedeniyle hep ertelediği, \'Bağımsızlık ve 140. madde Referandumu\' konularında zamanın geldiğine karar vermişti.

Başkan Barzani BBC\'ye: \"Bundan sonra, bunun (bağımsızlığın) amacımız olduğunu saklamayacağız. Irak şu anda fiilen bölünmüş durumda. Bizim, ülkenin yaşadığı bu trajik durumun içerisinde mi kalmamız gerekiyor? Bağımsızlığa karar verecek olan ben değilim. Halktır. Bir referandum yapacağız ve bu aylar içinde olacak\" şeklinde demeç vererek, Kurdistan\'da bağımsızlık yönünde büyük bir heyecanın oluşmasına neden olmuştu.

Kürd Pêşmergeleri, Kerkük, Ninova (Musul), Selahaddin (Tıkrit, Tuz-xurmatu), Diyala (Bakuba, Xanekin) vilayetlerinde Araplarla aralarındaki ihtilaflı topraklara, çatışmaya girmeden sahip olmuştu. Bu bölgelerden en önemlisi kuşkusuz Kurdistan\'ın hem kalbi, hem zenginliği olarak bilinen Kerkük\'tü.

Irak ordusu Musul\'dakine benzer şekilde Kerkük\'te de silahlarını bırakmış kısa bir sürede sırra kadem basmıştı. Barzani, çok doğru bir hamleyle Pêşmergeye, Kerkük\'e girme emri vermiş, olası İran destekli çetelerin şehri koruma bahanesiyle gelip, geride kalan silahlara el koymasına ve stratejik yerlere yerleşmesine engel olmuştu. Şehir de Irak Ordusu’ndan çok az sayıda kalan Şii askerlerin bulunduğu 12. Tümen Pêşmerge tarafından ele geçirilerek bu askerlerin de silahlarına el konarak güvenliği tamamen kontrol altına almıştı.

Görünürde askeri-politik her şey KRG lehinde gelişiyordu. Bölgeyi yakından takip eden uzmanlar, Irak\'taki gelişmelerin Kürdlerin elini birçok açıdan güçlendirdiğini düşünüyor, ekonomik ve güvenlik açısından istikrarlı bir \"vaha\" olarak gördükleri KRG\'nin bağımsızlığının gerçekleşmesinin yakın ve yüksek ihtimal olduğunu belirtiyorlardı.

Bölgeyi iyi bilen gazeteci Patrick Cockburn, Independent’te Kürdler’in “Irak’ın bir üniter devlet olarak sona erdiği” hükmüne varmış göründüklerinin altını çizmişti.

Ortada ülkenin toprak bütünlüğünü koruyacak ne ordu, ne bir güvenlik gücü vardı. ABD’nin trilyonlar dökerek oluşturulmasına yardımcı olduğu güç, Başbakan Maliki’nin “Şii mezhep kuvveti”nden başka bir değer taşımıyor, Maliki bile ordudan çok, “Asaib el-Hak” adlı Şii milis gücüne bel bağlıyordu.

Bölgedeki başat aktörlerden İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu “ılımlı” bir Kürdistan kurulmalı derken, TC İktidar sözcüsü Hüseyin Çelik, Kürdistan ilan edilirse Türkiye’nin tepkisinin eskisi gibi olumsuz olmayacağı sinyalini veriyordu.

Bu konuda gözlerin asıl çevrili olduğu ABD Yönetimi’nden ilk etapta bir açıklama gelmemişti. Kısa bir süre sonra apar topar Hewlêr\'e giden ABD Dışişleri bakanı John Kerry Barzani ile görüşmüş, görüşme\'de Barzani\'nin; “Yeni bir olgu ile ve yeni bir Irak ile karşı karşıyayız, Irak’ı bir arada tutmayı tahayyül etmek artık çok güç” şeklindeki sözlerine karşılık Kerry; \"ABD olarak Irak\'ın birliğinden yana olduklarını\" vurgulayarak; Barzani’den “kendi bağımsız devletini kurma yoluna gitmemesini, bunun yerine Bağdat’ta yeni hükümet kurulmasına destek olmasını” istemişti.

Bu sözler o dönem iki anlamı geliyordu:

1- ABD, en azından bulunulan “an” itibarıyla “Kürdistan bağımsızlığı”nı istemiyor.

2- ABD yönetimi için Barzani\'den beklenen; Bağdat’ta bir “Şii-Sünni-Kürd koalisyon hükümeti\'nin kurulması için çaba sarfederek, ABD’nin Irak politikasına katkıda bulunulmasıydı.

KRG Başkanı Barzani, John Kerry ile yaptığı görüşme sonrası BBC\'ye verdiği demeçte; \"düşüncelerinden geri adım atmayacağı\" sinyalini vermişti.

KRG\'de bağımsızlık beklentileri iyice artmışken devreye, kimilerine göre oynanan satranç\'ın \'piyon\'u kimilerine göreyse \'şah\'ı IŞİD yeniden giriyordu.

Tüm çevreler IŞİD\'in Bağdat\'a yapacağı operasyon üzerine yorumlar ve tahminler yaparken, IŞİD hiç hesapta olmayan ve kimsenin beklemediği bir hamle yaparak, savaş makinasını Kurdistan bölgesine çevirdi. Şengal\'i, Ezidi Parlamenter Viyan Dexil\'in deyimiyle; \"Şehir ve çevresinde, yıllardır komşu olarak yaşayan Arap\'ların yardım ve komplolarıyla\" ele geçirmiş Erbil kapılarına yürümüştü.

Washington Institute uzmanlarından Michael Knights, 7 Ağustos 2014’de yazdığı analizde, Peşmergenin IŞİD karşısında uğradığı geçici geri çekilmenin nedenlerini altı ana başlık altında toplamıştı;

1- Pêşmerge Kuvvetleri\'nin yanlış konumlanması.

2- Pêşmergenin, Kürdlerin ulusal bir ordusu değil de, PDK, YNK şeklinde Partilerin ordusu olması.

3- Bölgedeki Sünni-Arap Aşiretler\'nin, hem istihbarat hem milislik şeklinde IŞİD\'e destek vermeleri.

4- IŞİD\'in Musul\'da da başarıyla uyguladığı sürpriz taktikler.

5- Cesaretli olmalarına karşın genç Pêşmergelerde görülen deneyimsizlik.

6- IŞİD\'in, Irak ordusun\'dan ele geçirdiği modern silahlara karşı Pêşmergenin eski ve yetersiz mühimmata sahip olması.

Bu gelişmeler, Kandil dağı eteklerinde \"Demokratik Uygarlık\" teorisi ile meşgul PKK\'ye, bu teoriyi pratiğe dökme laboratuvarı olarak gördüğü Kerkük ve Şengal\'e kurtarıcı rolüyle gitme fırsatı doğurdu. Kendi medyaları\'nda IŞİD dahil hiçbir düşmanın uygulamadığı şekilde \"Pêşmergenin korkaklığı, Şengal\'i bırakıp kaçtığı, villa derdine düşmüş göbekli Pêşmergenin zaten savaşamayacağı..\" temalı haberler, düzmece röportajlar, sahte görüntüler yayınlamaya başlamışlardı. Diğer taraftan HPG-YPG-MLKP.... gerillalarının nasıl kahramanca savaştıkları, birkaç gün içinde Şengal\'i kurtaracakları propagandası servis ediliyordu. KCK yöneticileri Kerkük\'ün \'Özerk\', Şengal\'in \'Kanton\' şeklinde yönetilmesi gerektiğini dillendirmeye başlamışlardı. Zaten ilerleyen aylarda bu niyetlerini pratiğe geçirerek; YNK, Süryaniler, Kürd olmadıklarını iddia eden eski Baasçı Yezidi Islah Partisi\'nden bir grupla; Ezidi Pêşmerge komutanı Qasım Şeşo\'nun deyimiyle \"Şengal dağında çadır ve mağaralarda\" toplanarak \"Kanton\" kurduklarını deklare etmişlerdi.

Kurdistan\'ın en etkili düşmanı konumundaki İran ise, Bakanından Cumhurbaşkanı\'na; \"Olası bir bağımsız Kurdistan\'a kesinlikle karşı olduklarını, bunu bir Emperyalist-Siyonist dayatma olarak görüp gerçekleşmesine müsaade etmeyeceğiz\" şeklinde demeçler verip tavır koymuştu. İran, ilerleyen aylarda fiili olarak Irak ordusunun yerini alan Şii Milisler \'Haşd el Şaibi\' aracılığıyla, Kurdistan bölgesi\'nde özellikle Kerkük çevresinde mevzilenerek her an Pêşmergeye müdahale edebiliriz şeklinde gözdağı veriyordu. Diğer taraftan Şengal\'de PKK\'ye yakın bir grubun Şii Milisler\'e katılması, bilinen PKK-İran ittifakı\'nı ortaya çıkaran ilk somut gelişme olmuştu.

İRAN NEDEN BAĞİMSIZ KURDİSTANA KARŞI ?

Bu soruya cevap bulmak için geçmişteki İran-Kürd ilişkilerine kısaca bir göz atmak gerekiyor.

Dünya\'da Kürdlere en çok zarar verebilme olanağına sahip ülke İran’dır. İran’ın devlet yapısı ve saldırgan dış politika geleneği nedeni ile istikrasızlık yaratabilecek potansiyel ve araçlarının olduğu bilinen bir gerçektir.

20. yüzyıldaki İran-Irak ilişkilerinde, Tahran ve Iraklı Kürdler ortak düşmanlarına karşı stratejik müttefik konumunda olmuştur. Bu olgu I. Körfez Savaşı’ndan sonra değişmeye başlamıştır. Çünkü savaş beraberinde, İran’ın Kürdler üzerindeki geleneksel hamiliğinin bitmesi ve hamilik rolünün bu sefer ABD tarafından devralınması sonucunu getirmişti. İran’ın bu dönemde Güney Kurdistan politikası, bölgede varlık gösteren ABD ve İsrail ile rejim muhaliflerinin etkinliklerini engellemek ayrıca Saddam\'ın bölgeye girmemesini sağlamak temelinde şekillenmişti.

İran ve Kürdler arasındaki “ortak düşmana karşı tarihi işbirliği”, ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte hükmünü yitirmeye başlamıştı. Irak’ın işgali İran açısından yeni bir dönemin başlangıcı anlamına gelmekteydi. İran açısından bu döneme bakarsak, durum, bir çelişki yumağıdır. ABD’nin Irak’a yerleşmesi İran İslam Cumhuriyeti’ni ilk etapta ürkütmüştü. İran bir anda; “BM’yi bile ciddiye almayan”, müttefiklerini önemsemeyen, askerî operasyona hazır ve güçlü bir Amerika ile karşı karşıya kalmıştı. Halihazırda Irak’taki işgalden önce de, diğer komşusu Afganistan’a yerleşmiş ve “sıranın İran’a gelebileceğini” dillendiren bir ABD vardı. Şimdi ABD çok daha yakınında büyük bir tehdit olarak belirmişti. Diğer taraftan, Irak’ın işgali İran’a yeni bir stratejik açılım fırsatı sunmuştu. Irak, tarihî olarak İran’ın Orta Doğu’ya açılımını engellemekte, stratejik enerjisini tüketmekte ve jeopolitik ufkunu daraltmaktaydı. Irak’ın askerî anlamda en güçlü Arap devleti olması Arapları Tahran karşısında korumaktaydı. Ama Saddam’ın devrilmesi ile İran, Körfez ve Arap Ortadoğu’sunda rakipsiz kalmış, Şiilerin etkin olduğu yeni bir Irak doğmuştu. Şiilik ciddi bir siyasi etken olarak ilk önce İran ve daha sonra Lübnan’da kendisini gösterse de, gerçek anlamda bölgesel bir etken haline gelmesi Irak’ın işgalinden sonra mümkün olmuştu. Saddam’ın varlığı Şii potansiyelinin önündeki en büyük engeli oluşturuyordu. Şii jeopolitiği İran’ın stratejik ufkunu genişleterek, yeni bir manevra alanına sahip olmasını sağlamıştı.

Irak’taki gelişmeler İran’ın gözünde Güney Kurdistan\'ın stratejik öneminin değişmesine neden olmuş, İran’ın Irak merkezî yönetimini zayıflatmak için Kürdlere ihtiyacı kalmamıştı. Başka bir ifade ile Saddam’ın devrilmesi ile İran ve Iraklı Kürdleri birleştiren ortak düşman ortadan kalkmıştı. ABD, Kürdlerin müttefik\'i, İran’ın düşmanı olmuştu. Böylece İran ve Iraklı Kürtlerin ilişkisinin içeriği değişerek, İran’ın yeni stratejik kurgusunun sahnelendiği yer Bağdat, başoyuncusu ise Şiiler olmuştu.

İran’ın en önemli dış politika gündemi, ABD ve İsrail ile ilişkileri ve nükleer çalışmaları nedeniyle yaşadığı sorundur. İran, ABD ve İsrail tarafından saldırıya uğrayabileceği ihtimali, hatta paranoya\'sıyla yaşamaktadır. İşte Irak bu açıdan büyük önem taşımaktadır. İran, toprak talebi olmayan, ABD ve İsrail’in bölgedeki arayışlarını kısıtlayan, Sünni Arap devletlerini sınırlandıran ve Basra Körfezi’nin güvenliği konusunda kendisiyle işbirliğine girecek yeni bir Irak görmek istemektedir. İran’ın bu arzusu ABD’nin eliyle bir ölçüde gerçekleştirilmişse de İran’ın nihai zaferi ancak ABD’nin, Irak’tan zayıflamış bir vaziyette çıkmasıyla gerçekleşebilecektir. Irak gerçeğine bakıldığında ABD halen hedefine ulaşamamıştır ve geleceğe endişeyle bakmaktadır. Saddam devrilmiş ama Irak’ta ABD’nin tam anlamıyla güvenemediği Şiiler etkinlik kazanmıştır. Şii-Sünni çatışmasının durmaması, Irak toprak bütünlüğünün korunamaması ihtimalini de doğurmuştu. Sünni Arapların korkulu rüyası olan “Şii hilali”nin gerçekleşmesi ihtimali kuvvetlenmiş ve tarihî rakipleri İran çok güçlenmişti.

IŞİD\'den sonraki döneme bakarsak; yine benzer şekilde İran daha önce Irak yönetimi ile Güney Kurdistan üzerinden hesaplaşırken, şimdi Bağdat üzerinden ABD ve Sünni bölge devletleri ( IŞİD) ile hesaplaşmaya başlamıştır. Kürdler ise bu satranç tahtasında İran’a ve Şiilere oyun alanı yaratmaktadır. Güney Kurdistan sorununun varlığı ve Kürdlerin bağımsızlık istekleri “Irak’ın parçalanma korkusunu” canlı tutmaya yaramıştır. Bağımsız ve sahip olduğu petrol zenginliğiyle, batı müttefiki bir Kurdistan İran\'ı yeni paranoya\'lara sevketmiştir.

Tekrar geçen yıla dönersek, IŞİD\'e karşı \"denize düşen yılana sarılır\" misali İran\'la zımni işbirliği kuran ABD ( Geçen yazımızda gerekçesini ve şeklini belirtmiştik, yazıya ulaşmak için tıklayın.) KRG\'nin beklentilerinin çoğunu boşa çıkartmıştı. Geçen hafta İngiliz The Telegraph gazetesinde çıkan bir habere göre Obama yönetimi, KRG\'ye doğrudan silah göndermediği gibi, göndermek isteyen bazı Arap ülkelerinin bu yönlü girişimlerini engellemişti. Yine üç hafta önce ABD Kongresi, Pêşmergeye direk silah verilmesi karar tasarısını reddetmişti.

Temmuz 2014\'ten bugüne, bir taraftan İŞİD\'le savaşan KRG, diğer taraftan, bağımsızlığa karşı olan İran ve PKK komplolarıyla uğraşmak zorunda kalmıştı. Komplocuların hedefi;

Başta ABD olmak üzere dünya kamuoyunun gündemine, KRG\'nin zayıf, yardıma muhtaç olduğunu gösterip bağımsızlığa hazır olmadıkları mesajı vermektir.

IŞİD`le savaş sonrası şu anda konsensüs halinde bulunan İran- ABD ikilisinin değişeceği muhakkaktır.

PKK ise Rojava ve KRG\'de zımni de olsa İran`la işbirliğine devam ederse, bu durumda ABD\'nin kendisine keseceği bir fatura ile karşılaşacağı kaçınılmaz olacaktır.

Binbir güçlükle IŞİD\'e karşı kahramanca savaşıp zaferler kazanan Pêşmergenin yanında, tüm komploları ustalıkla altetmeyi başaran başkan Barzani, bağımsızlıkla ilgili yeni strateji geliştirmiştir. Buna göre; öncelikle IŞİD\'e karşı savaş kararlılıkla devam edecek, 2016\'daki ABD başkanlık seçimleri sonrası (anketlere göre Cumhuriyetçilerin kazanması büyük ihtimal) yönetime gelecek Cumhuriyetçi yönetimin de desteğiyle 2017 baharında bağımsızlık ilan edilecek. Cumhuriyetçilerin aday adaylarından Rand Paul ve Ted Cruz bunu destekleyeceklerini her fırsatta deklare etmişlerd

Sonuç yerine:

Kuzey Kurdistan ve Türkiye\'de “ulusalcılar”dan “İslamcılar”a , \"Marksistler\"den \"Liberaller\"e uzanan geniş yelpazede, “Kürdistan bağımsızlığı” ya da bir “bağımsız Kürt devleti”nin “ABD hesabı” olduğuna dair, adeta şaşmaz bir kanaatin bulunduğu düşünülürse, Mesud Barzani’nin “bağımsızlık” aramasına karşılık, “Kürdistan üzerinden Türkiye’yi de bölmek istediği”ne inanılan ABD’nin ( İran ve PKK) buna karşı durmaları, bazıları için herhalde anlaşılması zor bir “Ortadoğu denklemi”ni ifade ediyor. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

8388 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:16:29:19
x