Geçtiğimiz Eylül ayında KRG Pêşmergelerinin, Kerkük çevresinde başlattıkları temizlik operasyonları başarıyla devam ediyor. Son gelen bilgilere göre; Pêşmerge komutasında, IŞİD\'in en önemli merkezlerinden biri olan Hawice\'ye de yakın bir zamanda operasyon yapılması gündemde. Bu operasyonun, büyük Musul operasyonu öncesi başarılması genelde Kurdistan bölgesi, özelde Kerkük\'ün selameti açısından büyük önem taşıyor. Kürdler için \'olmak ya da olmamak\' anlamı taşıyan Kerkük\'ün neden bu kadar önemli olduğuna bir bakalım.
1.5 milyondan fazla insanın yaşadığı, Hewler’in 83 km güneyinde bulunan kentin tarihi, M.Ö. 6 bin yıl önceye dayanıyor.
Geçmişten günümüze, Kürdler, Araplar, Türkmenler, Ermeniler, Süryani-Asuriler gibi farklı etnisite ve Sünni-Şii müslüman, Ortodoks-Katolik hristiyan, yahudi, ezidi, zerdüşti, kakai, yeresani ve daha birçok inançtan insanın bir arada yaşamaya devam ettiği bu şehir için, Celal Talabani\'nin \"Kerkük Kürdlerin Kudüs\'üdür\" sözü çok yerinde bir tanımlama olarak göze çarpıyor.
Lozan anlaşmasında üzerinde en çok tartışma yürütülen, talep edeninin en fazla olduğu, dolayısıyla anlaşmazlığın temel etkeni olan yerler stratejik konumları ve zengin petrol yataklarına sahip olmaları itibariyle Musul Vilayeti ve ona bağlı Kerkük’tü. Lozan görüşmelerinde Kerkük\'ün de bağlı bulunduğu Musul vilayetinin İngiliz verilerine göre nüfusu 785 bin. Bunun 452 bini Kürd, 185 bini Arap, 65 bin Türkmen, 62 bin Hristiyan ve 16 bin Yahudi olarak kayıtlara geçmişti.
1925 sonrası başlayan ve özellikle de Baas rejiminin başa geçmesiyle hız verilen, \"Kerkük’teki Kürdleri bu bölgedeki ekonomik zenginlikten yararlandırılmaması gerekçesiyle” Kürdlerin merkezi hükümet tarafından zorla çıkartılıp, yerlerine Arapların yerleştirilmesini içeren Araplaştırma Politikası (Arapçası Taarib ve Tebis) uygulanmıştı.
Sistemli olarak Araplaştırılmak istenmesine rağmen Kerkük, Kürdler veya başkaları tarafından çizilen bütün Kürdistan haritalarında da yer almıştı. Zaten, Araplaştırılmak istenmesinin nedeni de bir Arap şehri olmamasından kaynaklanmaktaydı.
Bilindiği gibi, Baas yönetimi adına Saddam Hüseyin ile Kürdler adına Mele Mustafa Barzani arasında imzalanan 11 Mart 1970 deklarasyonu hükümlerine göre; gelecek 4 yıl içinde bir referandum yapılacak ve Kerküklülerin referandum sonrasında otonom bir Kürt yönetiminde mi yoksa Arap yönetiminde mi yaşamak istedikleri ortaya çıkacaktı. 1974\'e gelindiğinde, Saddam\'ın bunu uygulamaya niyetli olmadığı anlaşıldı. Çok belirgin olarak Musul ve Kerkük şehirlerinde de Bağdat yönetiminin zorlamasıyla Arap nüfusunun arttırıldığı gözlenmeye başlandı. Buna rağmen, Saddam yeterince Arap nüfus oluşturamadığı için referandumdan kaçınmıştı.
Mele Mustafa Barzani o dönemde Kerkük\'ten asla vazgeçmeyeceklerini şöyle dile getirmişti: \"Tek başıma kalsam bile Kerkük için mücadele ederim, Çünkü Kerkük Kurdistan\'ın bir parçası ve gelecekte benim için Kerkük\'ten vazgeçti demelerini istemiyorum.\"
Petrol Ve Kerkük
20. Yüzyılın başlarında Irak\'ta ilk petrol çıkarılan yerlerden biri olan Kerkük, ünlü \'Arabistan\'lı Lawrens\'ın 1. Dünya Harbi\'nden önce 1913 Ekiminde, Queen Elizabeth zırhlısının denize indirildiği gün \"yağlar meselesini hâlletmek lâzım\" ve 1936 yılında 2. Dünya Harbi\'nden önce İngiliz Başbakanı Winston Churchill\'in İngiliz Avam Kamarasında söylediği: “Bundan sonra bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir” sözlerinden anlaşılacağı üzere, \'gözyaşı ve kan\'ın akan petrolden fazla olduğu bir coğrafyanın adı olmuştur.
Neredeyse bir asırdır petrol bütün dünyanın en önemli ve stratejik maddesi, uzun yıllardır mevcut dünya düzeninin bir parçası, bütün büyük ekonomiler ihtiyaç duydukları enerjiyi temel olarak petrol ve türevlerinden karşılıyor, tüketime dayalı ekonomik sistemlerin ana kaynağı petrol ve türevleriyle yakın ilişki içerisinde. 1973 dönemindeki Petrol Krizi\'nden ders çıkaran büyük batılı devletlerin, Petrolün en yoğun olduğu bölge olan Ortadoğu’nun siyasal, sosyal, ekonomik yapısını dikkate almadan, orta ve uzun vadeli planlar yapabilmesi mümkün değildir.
Dünyada Kerkük’ten başka ismi petrolle birlikte anılan ve bu yüzden de son yüz yıl boyunca birçok trajediye sahne olan ikinci bir kent yoktur. Uluslararası enerji ajansına göre, Irak petrolünün ( KRG dahil) mevcut üretiminin yüzde 40’ı, Kerkük\'te gerçekleşiyor, bölgenin potansiyel petrol rezervi oranı ise yüzde 9.
Tarihi bilgilere göre, Kerkük\'te petrol asırlar önce bilinmekte idi. Büyük İskender\'in, ordusu ile Kerkük\'ten geçerken, alev alev yanan ateşi ve petrolü gördüğü, askerler ve halkın, İskender\'in dikkatini çekmek için yollara asfalt dökerek yaktıkları biliniyor. Yakın geçmişte ise, 1766\'da çıktığı Ortadoğu gezisinde Kerkük\'e de uğrayan Danimarkalı gezgin Carsten Niebuhr, yazdığı seyahatnamesinde, ateş çıkan yeri, \"Kerkük’e yakın bir yerde zift (asfalt) ve petrol odakları bulunmaktadır, o bölgede toprağından alevler çıkan bir yer vardır, yerin toprağı o kadar sıcaktır ki üzerine konulan et ve yumurtaların piştiğini, bu alevlerin devamlı yandığını halk söylemektedir\" diye yazmaktadır.
Yine 1881\'de İngiliz gezgini William d\'Arcey, Kerkük ve civarını gezmiş, bu sahalarda petrolün bulunduğunu, orada yaşayanların elde ettikleri bu maddeyi yakarak aydınlatmada kullandıklarını görmüş, İngiltere\'ye döndüğünde Kerkük ve havalisinde zengin \"NAFTA\" kaynaklarının bulunduğunu hükümet ve petrol şirketlerine bildirmiştir.
Osmanlıların 19 Mart 1914 tarihinde Almanlara verdiği petrol arama ve işletme imtiyazı (Kerkük yakınlarında kazdıkları kuyular) 1.Dünya Harbi\'nden sonra sona erip, galip devletlere geçmişti. San-Remo Konferansı sonrası galip devletler, ABD\'nin de katılımı ile Almanya ve Türkiye dışlanarak Osmanlı\'dan elde edilen hakları olduğunu ileri sürmüş, yeni kurulan Irak Devleti ile müzakerelere başlamışlardı.
1925 yılında Irak Krallığı ile yapılan müzakereler sonucu bütün Irak\'ta araştırma, işletme hakkı elde edilir. 1926 Ankara Antlaşması\'nda Türkiye Musul vilâyetinden ve 5000 İngiliz altını karşılığında sattığı petrolden de vazgeçmiştir. İngilizlerin yönetimiyle 1935 yılında Kerkük-Hayfa boru hattı döşenerek, Kerkük petrolünün satışı ve sevkiyatı deniz yolu ile başlanmış, 1948 yılına(İsrail Devleti\'nin kurulmasına) kadar devam etmişti.
1960’ların başından itibaren başlayan ve en son Baas iktidarıyla millileştirilen Petrol, Baas rejimi tarafından Araplara refah, Kürd ve diğer halklara bomba, sürgün katliam vesilesi olmuştu.
Bu durum2003\'teki ABD işgaline kadar sürmüştü.
Yeni Irak anayasasında açıkça “Kürdistan petrolü, Kürdistan halkının varlığıdır” deniyordu. Bu anayasanın 43. Maddesinde de “Kürdistan Doğal Kaynaklar (petrol) Bakanlığı, Bağdat’la Kerkük gibi tartışmalı Kürt bölgelerindeki petrol anlaşmaları konusunda müdahil olma hakkına sahiptir” denmektedir.
1977’de ilk akışın gerçekleştiği ve yıllık taşıma kapasitesi toplam 70,9 milyon ton olan Kerkük - Yumurtalık ham petrol boru hattı üzerinden Kerkük petrolü, KRG aracılığıyla ihraç edilmek üzere Ceyhan\'a ulaşıyor. KRG verilerine göre; Kerkük petrolü de dahil günlük 700 bin varil Kürd Petrolü pompalanıyor. Kerkük’ten çıkarılan günlük 150 bin varil petrol, Ceyhan Limanı’nda (anlaşma payı olarak) Irak hükümetine ait SOMO şirketine teslim ediliyor.
KRG\'nin günlük petrol ihracının yılsonuna kadar 900 bine çıkabileceği öngörülüyor.
Kerkük\'ün Statüsü
1970\'lerdeki Saddam\'ın uygulamadığı Referandumdan 30 yıl sonra, 2005\'te kabul edilen Yeni Irak Anayasası\'nın 140. maddesi; Saddam Hüseyin döneminde Kerkük\'ten zorla göç ettirilenlerin geri dönmesi, ardından Kerkük\'te yapılacak nüfus sayımı esas alınarak kentin statüsü hakkında bir referanduma gidilmesi öngörüyordu.
Bu maddeye göre;
Kerkük’ten ve diğer bölgelerden sürülen, muhacir ve mültecilerin tekrar eski yerlerine döndürülmesi, Bu bölgeye dışarıdan getirilenlerin daha önce yaşadıkları yerlere gönderilmesi, Kerkük’ten ayrılan idari bölgelerin yeniden buraya bağlanması, Nüfus sayımı, Bu bölgelerin idari yapısının belirlenmesi için referandum yapılması.Anayasanın referandum tarihi olarak belirlediği Aralık 2007 geçmesine rağmen, referandum Bağdat hükümetinin oyunları sonucu hiçbir zaman yapılamadı. Dolayısıyla Kerkük’ün statüsü de belirsiz kaldı.
Daha sonraki dönemde, Maliki hükümetinin, bütçe ve petrol kaynakları konusunda bahanelerle KRG\'yi taciz ettiği görülüyordu.
Kasım 2013\'te Maliki, 140. maddeye göre tartışmalı (Kürd) bölgelere Dicle Operasyon Gücü\'nü yerleştirdiğinde Irak ordusuyla Peşmergeler arasında çatışmaların başlaması an meselesiydi.
Diyala, Kerkük ve Tuzhurmatu kapılarına dayanan Maliki\'nin Dicle Operasyon Gücü\'ne karşı KRG Pêşmergeleri yollara ellerindeki tankları konuşlandırmıştı. Bu gerginlik, Barzani\'nin dirayetli duruşuyla kan dökülmeden atlatılmıştı.
Haziran 2014\'te ise, IŞİD militanları, birkaç gün içinde Musul\'u alıp, Bağdat\'a doğru sokulurken hiçbir direnişle karşılaşmamış, Maliki\'ye bağlı askerler masadaki çaylarını bile bırakıp kaçmıştı. IŞİD güçlerinin bundan cesaret alarak Kerkük\'e doğru yönelmesi üzerine KRG Başkanı Barzani, Pêşmergelerine; hızla devreye girerek Kerkük’ü ‘koruma’ altına almaları emrini vermişti. Bu hamle sonucu Kürdler, Irak\'taki yeni durumda yıllardır \'hayalini kurdukları\' sınırları beklemedikleri bir anda kontrol altına aldılar. Kerkük\'ün etrafında ve içinde artık Irak merkezi hükümetinin askerleri değil Pêşmergeler bulunuyordu.
Kerkük\'ün fiili olarak KRG denetimine geçmesinden sonra Başkan Mesud Barzani: \"Kürd Ulusal Kurtuluş Mücadelesi Önderleri Ölümsüz Şeyh Mahmudi Hefid ve Mustafa Barzani Kerkük konusunda taviz vermemişlerdir. Bu eşsiz önderler gerektiğinde hiç çekinmeden Kerkük için bedeller ödemiştir. Bugün biz niye bedel ödemeyelim ki. Bu konuda hiç çekinmeden her türlü bedel ödemeye hazırız. Türkmen, Arap, Hıristiyan ve bütün uluslar, inançlarlar, mezhepler\'in Kerkük\'te beraber-ortak, tüm haklarıyla barış içinde yaşamasını sağlamak ve bu şekilde gerçekten Kürdistana döndüğünü, Kürdistanileştiğini göstermek. Bu şekilde Kürtlerin ne kadar mert olduğunu göstermek, Kürtlerin ne kadar geniş ve büyük bir yüreğe sahip olduğunu göstereceğiz..\" şeklinde konuşarak, Kerkük\'ün Kürdler için ne anlama geldiğini göstermişti.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.