Kurulduğu günden itibaren yönetimi Kürdlerin inkârı üzerine kodlanmış T.C. Devletinde Kürd Ulusal Gelişimini ve direnişini engellemek ayrıca bir takım demokratik kazanımları yok etmek üzere yaklaşık her on yılda bir darbe yapmanın bir gelenek halini aldığı ülke vatandaşları ve demokratik mücadele içerisinde olan kesimler tarafından bilinmektedir.
Dünyadaki değişim süreçlerine ayak uyduramayan veya uydurmak istemeyen ve ülkedeki ulusal demokratik değişim taleplerine kendisini kapatmış olan T.C Devlet sistemi özellikle Kürd Halkının vermiş olduğu ulusal demokratik mücadeleyi bastırmak ve başta Kürd Ulusal Muhalefeti olmak üzere ülkedeki tüm diğer demokratik örgütlenmeleri etkisiz kılmak için üzere başta Türk ordusu olmak kaydıyla birçok güç merkezleriyle ırkçı şoven temelde ittifaklar kurarak ve farklı işbirliklerini hayat geçirerek devletin var olan tüm imkânlarını onlara peşkeş çekmekte hiçbir beis görmemektedir.
Sürecin ihtiyaçlarına göre partner değiştirmede hiçbir sakınca görmeyen devlet ve iktidar anlayışı ordu ve cemaat yapılanmalarına her zaman büyük ihtiyaç duymakta ve her dönemde kendilerine çok özel bir önem atfederek mevcut ırkçı şoven devlet yapısını muhafaza etmeye çalışmaktadır.
Ancak son dönemlerde yıllardır orduya sağlanan avantajların bir kısmı cemaatlere kullandırılarak iktidar ile ordu arasında bir denge sağlanmaya çalışılmış olsa da ülke nimetlerinin paylaşımı noktasında ne ordu üst kademesi ne de cemaat mensupları tatmin edilememiş ve dolayısıyla ordunun bir kısım mensuplarıyla cemaatin ortaklaştırdığı iktidarı ele geçirme girişimi gerçekleşmiştir.
Devletin kendisini demokratlaştıramadığı mevcut sistemde buna karşılık dünyadaki değişimlerden ve gelişmelerden büyük oranda etkilenmiş olan halk gerçekliği bu darbe girişimine karşı var olan nisbi demokrasinin nimetlerinin farkında olarak dik bir duruş sergilemiş darbe heveslilerinin heveslerini kursaklarında bırakmıştır.
Uzun yıllardan bu yana gerek Kürd Ulusal Muhalefetini ve gerekse Türkiye’ deki demokratik değişim taleplerini bastırma görevini orduya ihale ederek yapılan darbeler vasıtasıyla demokrasi güçlerini ve bir bütünen halk yığınlarını cezalandıran ırkçı şoven devlet yapısı Ergenekon ve Balyoz hadiselerinde halk nezdinde önemli bir prestij kaybına uğrayan militarist yapıya cemaatleri de eklemleyerek mevcut devlet yapısının devamlılığını sağlamaya çalışmaktadır.
Özellikle Kürdistan’ da gelişen mücadele süreçlerini boşa çıkarmak ve Kürd Halkının ısrarlı kimlik taleplerini sulandırmak üzere cemaatlere çok özel imkânlar kullandırılarak Kürd Halkının sözde “İslam Kardeşliği ve Ümmetçilik” teraneleriyle ayartılmak istendiği ve bu konuda oldukça derin ve sinsi çalışmaların yapıldığı bilinmektedir. Oysa Kürd Halkının İslam’ı başkalarından öğrenmek gibi bir derdinin olmadığı ayrıca İslam’ın da Kürdlerin kendi özgürlük mücadelesinde bir engel teşkil etmediği bilindiği halde Kürdlere sonradan icat edilmiş sahte Türk İslam’ının cemaatler vasıtasıyla şırınga edilmesi oldukça sinsi bir planın parçası olarak düşünülmesi gereken bir konu olarak belleklere kazınmalıdır.
Esasen gerçek İslam’ı kaynağından yani medrese kültürüyle öğrenmiş olan ve sahip oldukları kültür, yaşadıkları coğrafya ve samimiyetleriyle İslam’a gerçek anlamda bağlılıkları bilinen Kürdlerin son yıllarda devlet ve iktidarların desteğiyle büyütülüp geliştirilen ve neticede insanlarımızın ve İslam’ın başına bela edilen uyduruk cemaatlere ilgi duymadığı ve hiçbir zamanda itibar etmedikleri bilinen bir gerçekliktir.
Türkiye’ de özellikle son yıllarda devlet ve iktidarların eliyle ortaya çıkartılan onlarca cemaat ve onlara liderlik yapan kesimlerin/kişilerin Balkan ve Karadeniz kökenli olmalarının ayrıca bütün İslami geçmişleri 100 yılı dahi bulmayan Slav ve Pontus dönmelerinden seçilmiş olmalarının bir tesadüf olmadığı gün gibi açıkta durmaktadır.
Aslında yapılmak istenen şeyin Kürd Ulusal Mücadelesini “Türk-Kürd İslam Kardeşliği” yalanlarıyla sulandırmak olduğu ayan beyan ortadadır. İki temel amaca yönelik faaliyetler içerisinde olan devlet ve iktidar destekli bu cemaatlerin birinci hedefi Kürd düşmanlığını yaygınlaştırmak ikinci hedefi ise memleketin rant kaynaklarına sonsuza kadar sahip olmaktır.
Seküler yaşama karşı olduklarını her fırsatta dile getiren bu kesimlerin geçmişte medreseleri, tekke ve zaviyeleri kapatmış olan Mustafa Kemal’ e ve ırkçı şoven nitelikleriyle fanatik laiklere aşkla bağlı olmaları ayrıca sorgulanması gereken önemli bir konudur. Bu anlamda başta Kürdler olmak üzere Türkiye’ de demokrat ve ilerici tüm kesimlerin cemaatlerin çıkarcı, talancı ve takiyeci özelliğinden şikayetçi olma hakları vardır ancak T.C Devletini günümüze kadar yöneten mevcut iktidar dahil hiçbir iktidarın bu yapılardan şikayetçi olma hakları asla yoktur.
Zira tüm iktidarlar bu cemaatler vasıtasıyla ve sözde “İslam Kardeşliği” yalanıyla Kürd Ulusal Mücadelesine büyük darbeler indirmiş, cemaatler de maiyetlerinde tuttukları müridleri vasıtasıyla büyük oy potansiyeline sahip olmaları hasebiyle iktidarlara önemli hizmetler yapmışlardır.
Sonuç olarak 15 Temmuz darbe girişiminden sonra darbeye teşebbüs eden kesimlerin tümü biliniyor olmasına rağmen elebaşlarına yönelik ciddi bir operasyon yapılmadığı gibi mızrağın sivri ucu Kürd Ulusal Muhalefetine ve Türkiye’ de demokrasiyi savunan çevrelere yöneltilerek toplumda büyük mağduriyetlerin yaşanmasına sebep olunmuştur.
Hiçbir demokratik ülkede halkın oylarıyla seçilmiş belediyelere kayyum tayin edilemez ve hiçbir meslek erbabına mesleki bir kuruluşa mensup olduğu için soruşturma açılarak, işinden uzaklaştırılarak “ekmeğiyle terbiye etme” yöntemi uygulanamaz.
Mevcut iktidarın geleneksel rantçıları ve militarist orduyu memnun etmek üzere uygulamaya koyduğu bu yöntemlerden hızla uzaklaşması ve ülkede gerçek bir demokrasiye geçilmesi için ciddi çaba içerisinde olması gerekmektedir. Aksi durumun iktidarı gerek uluslararası arenada gerekse Türkiye kamuoyunda büyük çıkmazlarla karşı karşıya getireceği bilinmelidir. Ayrıca başta Kürd Ulusal Muhalefeti olmak üzere Türkiye ‘ deki tüm demokrasi çevreleri mevcut iktidarın yanlışlarından hızla dönmesi için yığınları örgütleyerek demokratik direnme hakkını kullanmalıdır.
Saygılarımla
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.