Bugün devletin bu yıkım ve katliamı yapabilmesi için elinde bir bahanesi olmalıydı, ‘’Barış süreci’’ zarfında Kürdistan’a yapılan kalekol ve karakollar boşuna değildi elbette. Gerçekten amaç ‘’Barış’’ olsaydı bugün yapılan yıkım için karakollar inşa edilmezdi
Kürdistan’ın bir bölümü yakılıp yıkılıyor, Kürtler katlediliyor söze nerden başlanmalı. Çok öfkeli ve kızgınız.. Yaşanan olaylarla ilgili sorulması gereken en önemli sorulardan biri de şudur sanırım; Devlet aylarca kazılan hendeklere, yükseltilen barikatlara, yığılan cephaneliklere, yollara döşenen mayınlara neden sessiz kaldı?
NATO’nun 2. büyük ordusuna sahip, askeri harcamalarda 7. sırada yer alan, istihbaratı bu kadar kuvvetli olan bir devlet, şehirlerin göbeğinde yapılan bunca savaş hazırlıklarına işine gelmezse üç maymunu oynar mıydı? Canlı yayına bağlanıp ‘’çocuklar ölmesin’’ diyen bir öğretmen için neredeyse kırmızı bültenle tutuklama kararı çıkartacak kadar panikte olan devlet, işine gelmeseydi kazılan hendeklere seyirci kalır mıydı?
Elbette ki seyirci kalmak işine gelendi, eline geçecek olan bu fırsatı tepecek değildi her halde. Bugün bu hendekler olmasaydı, nasıl olacaktı da bu denli insanlık suçlarını rahatça işleyebilecekti. Devlet ‘’hendekleri bahane ederek’’ her tarafı yakıp yıkmakta ve işlediği sivil katliamları, Uluslararası Arenada da, \"Milli iradem ve bütünlüğüm tehdit altında\" savunmasıyla Kürtlere karşı işlediği insanlık suçlarından sıyrılmaktadır.
Devletin hendek savunmasıyla, Kürtlerin defalarca kez yaptığı çağrılar yeteri kadar yankı yapmamakta ve cevapsız kalmaktadır. Bugün devletin bu yıkım ve katliamı yapabilmesi için elinde bir bahanesi olmalıydı, ‘’Barış süreci’’ zarfında Kürdistan’a yapılan kalekol ve karakollar boşuna değildi elbette. Gerçekten amaç ‘’Barış’’ olsaydı bugün yapılan yıkım için karakollar inşa edilmezdi. Devlet bilinçlenmeye başlayan Kürtleri bir şekilde sindirme ihtiyacı içerisinde kıvranırken, Kürtleri korkutup sindirmek için bütün Kürdistan\'ı yakıp yıkmasına da gerek yoktu zaten. Devletin Kürtler üzerinde uyguladığı şiddet politikasına bakacak olursak, genel itibari ile bölgesel olarak yapmıştır, bir anda bütün Kürdistan’a yönelmek yerine isyan çıkan bölgelerde Kürtlere karşı ağır insanlık suçları işleyerek geride kalan Kürtleri de bu şekilde sindirmiştir.
Zilan ve Dersim gibi büyük katliamların yaşandığı süreçlerde de, Kürtler uzun bir süre sindirilmiştir. 90’lı yıllara geldiğimizde ise Gerilla hareketinin başlamasıyla bu savaş çok daha geniş bir alana yayıldı, ohal ilan edilen bölgelerde faili meçhuller, katliamlar, işkenceler, yıkımlar neredeyse bütün Kürdistan’ı sarmaladı.
Devlet yine bu dönemde işlediği insanlık suçları ile binlerce Kürt’ün göç etmesine sebep oldu, bugün Batı illerinde yaşayan birçok Kürt 90’lı yılların mağdurudur. Kürtler bu süreçte pes etmesede, büyük acılar yaşandı ve hala günümüze kadar istenilen bir kazanım elde edilemedi. Kürtlerin bilinçlenmeye başlaması ve siyasal alanda kazanımlar elde etmesi, Uluslararası Arenada yer edinmeye başlaması, Başur ve Rojava’da da ciddi kazanımlar elde edilmesi devleti iyice tedirgin etmeye başladı.
Bakur Kürtlerinin de bu süreçte ‘’öz yönetim’’ gibi talepleri dillendirmeye başlaması ‘’ki her ne kadar bölünme taraftarı değiliz dense bile’’ devleti ciddi bir çıkmaza soktu. Tam imdat derken, hendekler devletin yardımına koştu! Kürdistan’ın dar bir bölgesini kaplayan hendekler devlet için büyük bir fırsat haline dönüştü. Bütün Kürdistan’a savaş açmak yerine başkaldırırsanız ‘’Zilan ve Dersim’den’’ beter ederim der gibi, dar bölgede devlet eliyle işlenen yıkım ve insanlık suçları Kürt halkının direncini, umutlarını kırmış ve gücünü yitirmesine sebep olmuştur, nitekim yapılan ‘’serhildan’’ çağrılarının da karşılık bulmamasının sebebi, ‘’Sur, Cizre, Silopi ve Nusaybin’’ de yarattığı korku ve tahribattır.
Dar bölgede ve uzun sürece yayılan hendek politikası tam olarak devlet için bir rant kapısı haline gelmiş, savunmasız Kürt halkı iki ateş arasında kalmış ve büyük trajediler yaşanmıştır. Savaş ahlakından bile yoksun olan devlet elinde ‘’beyaz bayrağı’’ olan yaralılara bile acımadan saldırmıştır. İşte bu yüzdendir ki, ‘’çocuk, yaşlı, hamile, kadın, yaralı’’ demeden acımasızca hedefi haline getiren ve katletmekten çekinmeyen devlete karşı; örgütsüz ve silahsız bir halkı savaşa davet etmek de, bir nevi devletin katliam ve yıkımı için davetiyedir sadece.
Örgütsüz ve silahsız bir halk, son model teknolojik silahlara sahip acımasız devlet karşısında ne kadar direnebilir ki? Hepimiz şunu çok iyi biliyoruz Devlet tarihi boyunca; Kürtleri katletmeye ve sindirmeye programladı kendini. Kürtlerin sömürgecileri tarih boyunca Kürtleri geride bırakmak için savaşırken, Kürtler adına ilerlettikleri tek şey de, Kürtlere karşı kullanmak için satın adlıkları ‘’ileri teknolojiye sahip silahlar’’ oldu. İlk başta bu seviyeye geleceği düşünülmeyen ve koruma amaçlı kazılan hendekler, bir anda devletin yıkımı için bahaneye döndü. Peki biz bu bahaneyi vermek zorunda mıydık? Her şeyi öngören siyasetimiz, bunları da öngöremedi mi?
Aynı zamanda hendek siyaseti sebep gösterilerek bu süreçte Kürtler bütün dünya tarafından da yalnız bırakıldı, bunun da bir sebebi vardı elbette, devletin hendekler \"Milli irademi ve bütünlüğümü tehdit altında bırakıyor’’ gerekçesiyle Kürtlerin feryadına sessiz kalan Uluslararası Arena, hendek kazılırken sen neredeydin, neden seyirci kaldın gibi bir soru yöneltmiyor. Neden sizce? Elbette ki ‘’Mülteci’’ korkusu sarmış olan Avrupa devletleri, hendekler kazılırken neden izledin demiyor ama hendek var diyerek katliamlara ve yıkımlara \'\'güvenlik gerekçesi\'\' ile arka çıkıyor.
Asıl herkesin merak ettiği şu, peki bu saatten sonra ne olacak? Davasına hiçbir zaman sırt çevirmemiş ve her zaman partiye destek veren radikal Kürtlerin yaşadığı bölgelerden 1 milyondan fazla göç yaşanmış, sokak ortasında günlerce cenazeler bekletilmiş, bebek, çocuk, kadın yaşlı, hamile demeden yüzlerce sivil Kürt katledilmiş, günah keçisi olarak seçilen Kürtler psikolojik olarak çökmüş ve şehirler talan edilmiştir. Devletin ekmeğine bal kaymak sürmekten başka ne işe yaradı bu hendek siyaseti?
Kürt halkı ölümlere, yıkımlara, göçlere daha ne kadar maruz kalacak ya da hangi amaç uğruna bu acıları yaşamaya devam edecek? Bir taraftan \"Savaş\" ilan ediliyor, diğer taraftan \"Barış\" çağrıları yapılıyor, peki Kürt halkı hangi sese kulak versin? Savaş varsa siyasilerimizin Kürtleri katliamdan geçiren o mecliste ne işi var? Barış isteniyorsa şehirlerin ortasında, yeni silahlı yapılanmalar neden ilan edilmeye devam ediliyor? İkisi aynı anda nasıl hayat bulacak? Savaş olacaksa başta siyasilerimiz o meclisi terk edip topyekün herkes hendeklerin arkasına geçsin, Barış isteniyorsa \"direniş var\" diyerek şiddete destek vermeyi bırakıp silahlar susturulsun! Zira ne istediğinize öncelikle kendiniz karar verin, Kürtlere savaşsa savaşı, barışsa barışı anlatın ama öncelikle bir karar verin. Bir taraftan Kürt halkına \" biz ayrılmak istemiyoruz, ulus devlet dönemi bitmiştir, bin yıllık kardeşiz, Kürdistanı çöpe attık’’ diyerek, diğer taraftan da savaşın ortasında bırakıp bütün enerjisini tükettiniz. Kürt halkı ne istediğinizi bilmiyor, güvenerek sizleri temsilcisi olarak seçmiş Kürt halkına cevap olun.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.