Sahi kurşun neden hep ensemize sıkılıyor. Ensemizin kalınlığından mıdır, yoksa ensemiz kurşun atılmaya uygunluğundan mıdır bilinmez.Ama yıllardır Kürt’ün aydınına, kadınına, çocuğuna ensesine kurşun sıkılıyor. Ve ardında dönülüp siz kendi ensenize kendiniz kurşun sıkıyorsunuz deniliyor. Doğrusu dünyanın başka ülkelerinde de böylesi kendi enselerine kendileri kurşun sıkan başka halk var mıdır bilinmez.
Türk Atasözü sözlüğünde o meşhur ‘’Sivas’tan ötesini ateşe vereceksin, en iyi Kürt, ölü Kürt’tür’’ sözü parça parça hayata geçiriliyor gibi. Kürt’ü her gün morg kapılarında cesetlerini alıp toprağa vermek için bekletmeye devam ediyorlar.
Uzun yıllardır, Kürtlerin en uğrak mekânları, devletin bu şiddet sarmalının sonucu haliyle morg kapıları, mezarlıklar ve taziye evleri oluyor ne yazık ki.
Terazinin dengesini iyi tutmak gerekir, bunu yalnız Türkler değil, Kürt’ün dörde bölünmüşlüğünün sonucu, en iyi Kürt, ölü Kürt tezini Farslar ve Araplarda onlar kadar, Kürt halkına benzer acıları ortak devlet bekâsı olarak, coğrafyamıza sindirmekteler. Bu dört devletin Kürt’e yaptırımları pratikte farklılıklar arz etse de, kimi darağaçlarıyla, kimi zindanlarıyla, kimi işkenceleriyle, kimi faili meçhulleriyle, kimi Vinçlerin uçlarına bağladığı yağlı ipleriyle, kimi Kürt’ün sürgünlü hikâyesiyle, kimini de sokak ortasında tek kurşunla infazı reva görüyor Kürt’e.
Tabii bunların dışında Kürtlere laik görülen envai çeşit ölümlerin, birde öldürdükten sonraki öyküsü var, katletmekle yetinmeyip, yerlerde süründürerek, küfürler eşliğinde poz vermeler, çırılçıplak soyundurarak teşhir etmeler, kulakları-burunları kesilerek vatanseverlik ölçüsü yapılmalar, kafasına basılıp hatıra fotoğrafı çektirenlerin vatanseverlik duygularını canla başla ispatlamaları da cabası.
Sizce tüm bu zulümleri nasıl adlandırmalıyız?
Halklar gerçekten sağ olsun mu demeliyiz?
Kürt oldukları için katledilen binlerce Kürt, bu tablo karşısında bu söylemi hazmeder mi dersiniz?
Affetmesinler, bir kurşunda biz böylelikle sıkıyoruz arkalarından, kirletiyoruz adeta hatıralarını..
Sadece bir asırlık süreç içinde katledilen Kürt insanımızın kanıyla bir değil, iki devlet sınırı çizilirdi sanırım.
Katledilen Kürtlerin listesinde, kimler yok ki; Simko, Şex Said, Seyit Rıza, Qazi Muhammed, Dr. Qasimlo, Dr. Şerefkendî, Leyla Qasim, Dr. Şiwan, Vedat Aydın, Ape Musa, Mehmet Sincar, Mazlum Doğan, Kemal Pir, Hayri Durmuş’tan, Sakine Cansız’a, Cansız’dan binlerce Gerilla ve Peşmerge, sokak ortasında katledilen Kürt gençleri, hamile Kürt anneleri, babasız bırakılan yüzlerce Kürt çocuğu, velhasıl kelam bu liste uzar ve gider, sadece katledilen Kürt isimlerinden koca bir kitap yazılır.
Ve son olarak, faili ‘’aslında belli’’ meçhul cinayetlerin takipçisi Tahir Elçi’yi katlettiler. Son 30 yılda Tahir Elçi gibi infaz edilen sadece birkaç isme değinmek istiyorum, üç yıl içinde her yıla bir kurban verilen üç büyük isim;
Mahkeme salonunda Türkçe konuşmayı reddedip, Kürtçe savunma yapan HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın; 5 Temmuz 1991 gecesi saat 23.45 sıralarında sivil polis ve infaz timleri itirafçılar tarafından evinden alınarak, cesedi iki gün sonra Ergani - Maden yolu üzerinde vücuduna yapılan ağır işkenceler ve sıkılan o hain kurşunlarla yol kenarına atıldıktan çok sonra bulundu.
‘Savcı bey, bir tavuğun bile 30 çeşit gıdaklaması vardır. Siz nasıl koskoca bir halkın dilinin 30 kelime olduğunu söylersiniz! ‘diyen Kürtlerin bilgesi Musa Anter 74 yaşında, 20 Eylül 1992’de devletin itirafçı timleri tarafından Diyarbakır Seyrantepe’de yine o kahredici kurşunlarla katledilmiş halde bulundu.
Ve faili ‘meçhulleri’ araştırmak için 4 Eylül 1993’te gittiği Batman’da faili açık bir şekilde çarşı ortasında katledilen bir diğer Kürt değeri, DEP Milletvekili Mehmet Sincar. O gün yanında bulunan dönemin DEP İl Yöneticisi Metin Özdemir, Sincar’a “Hava kararıyor, biraz acele edelim...” diye fısıldadı. Mesajı alan Sincar, Ayakkabıcılar Çarşısı’ndaki esnafla vedalaştı. Parti il merkezine doğru yola çıktılar. Saat 18.00’de tetikçiler yine tetiklerini çektiler. Mardinli o güzel insan yere yığıldı, ardından Özdemir.
Yıl 2015 tetikçi, katil zihniyet yine kendinden olmayanı, korkmuyorum diyeni sokak ortasında tek kurşunla infaz etti. Bir başka Kürt değeri olan, insan hakları savunucusu, hukukçu, faili ‘meçhul’ davalarının avukatı, yurtsever, Amed Baro Başkanı güzel insan Tahir Elçi sokak ortasında basının gözleri önünde ensesine sıkılan tek kurşunla infaz edildi.
1991’de infaz edilen Vedat Aydın’la, 2015’te sokak ortasında infaz edilen Tahir Elçi arasında bir fark var mı? Veya Devletin bakışında değişen bir şey görüyor musunuz? Aradan tam 24 yıl geçmiş ama maalesef ki, geçmişte sanki hiçbir şey olmamış gibi, aynı canilik, aynı düşmanlık artarak devam etmekte.
Aslında sadece devletin tetikçilerinin katlettiklerini saymış olursak, sadece bu devleti aklamış oluruz, birde Kürt halkına yapılan zulme karşı, zindanlardaki işkencelere karşı, bedenlerini ölüm oruçlarına yatıranların, ateşe verenlerin sebebi de yine bu devlet ve bu mantık değil mi?
18 Mayıs 1982’de Diyarbakır Cezaevinde yaşanmış olan, ’’Dörtlerin gecesi’’ olarak anılan o destansı gecenin sebebi de, Kürt’ün inkârı ve bu mantığın zulmü değil miydi? Cezaevindeki insanlık dışı işkencelere bedenlerini ateşe vererek protesto eden, Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Necmi Önen ve Mahmut Zengin’in o destansı isyanların sebebi, bu güzel insanlara başka çare bırakılmaması değil miydi?
O büyük isyanın ardından, aynı şekilde devam eden Kürt’ü inkâr ve insanlık dışa işkenceler; Kemal Pir, Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in de bedenlerini ölüm oruçlarına yatırmalarına sebep olmuştu.
O günden bu güne hiç değişmeyen bu devlet, hiçbir zaman Kürt’ün devleti olmadı ve Kürt’e de hiç acımadı. Selahattin Demirtaş’ın da dediği gibi; ‘’Bizi öldüren devlet değil, devletsizliktir.’’ Bu ülke, bizi sömürenlerin, katledenlerin ülkesi. Kürtler; ortak vatan, kardeşlik, barış dedikçe yeni bir acı ekleyenlerin ülkesi. Kürt halkına bu kadar acıyı yaşatanların ülkesinde, bizlere yer olmadığını artık daha iyi görüyoruz.
Sizce eğer Kürtler; onurunun, kimliğinin, anadilinin yok sayılmasını bir kader olarak kabul edip sessiz kalsalardı, onuru ve namusu için binlerce Şehit vermeseydi, gelecek kuşaklara özgür bir gelecek bırakmak için bunca zahmete, işkenceye, vahşete rağmen direnmemiş olsaydı ve bu direnmeyi ölümüne yapmamış olsaydı, Tahir Elçi bu gün kara toprağın bağrında olur muydu?
Eğer Kürtler, devletin kendince kendisine çizdiği kadere karşı, kendisine yeni bir kader çizmemiş olsaydı, bunların hiç biri de olmayacaktı öyle değil mi?
İnsanı insan, Kürt’ü Kürt yapan değerler bütünü olan mücadele gerçeği olmasaydı, böyle onurlu ölümler de bizlere nasip olmayacaktı öyle değil mi?
Gelinen yeni süreçte Tahir Elçi’nin öldürülmesi de, Kürtlere verilen yeni bir mesajdır. Devlet Kürt’e diyor ki, Şex Said, Seyit Rıza isyanlarından ders alıp bizim size bahşettiklerimiz ile yetinmiş olsaydınız, Tahir Elçi’de ölmeyecekti.
Sizin yüz yıllardır bize karşı verdiğiniz mücadeleyle devletimize karşı ayaklandırıp kendi haklarını savunma yoluna koymamış olsaydınız, bize biat etseydiniz, savaşmasaydınız, kendinizi savunmasaydınız, onursuzluk bizim bir kaderimizdir demiş olsaydınız, Tahir Elçi ensesinden vurulmayacaktı.
Bu nedenle kim bu uğurda öldürülüyorsa, Kürt’ün yıllardır ortaya koyduğu onur ve var olma mücadelesinden dolayıdır. İşte devlet Elçi’yi katlederken ve diğer tüm katlettiği Kürtlerin ölümünden Kürt’ün isyanını sorumlu tutuyor.
Peki bunca acımasızlığın içinde Kürt halkına düşen nedir?
Bediüzzaman Said-i Kurdî’nin dediği gibi;
Ey Kürt Halkı!
İttifakta kuvvet, ittihatta hayat, kardeşlikte saadet, hükümette saadet vardır..
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.