Ortadoğu Halklar Konfederasyonu tezine gelince; söz konusu olan bölgede asırlardır savaş ve katliamlar temelinde kurulan devletlerin varlığını göz önünde bulundurduğumuzda, tamamen ütopik olan bu projeye anlam vermek mümkün değil. Yoksa bu tezi savunanlar sadece Misak-ı Milli sınırları içinde bulunan halklardan mı söz ediyor? Her hâlükârda Ortadoğu’yu demokratikleştirme fikri, en son Kürtlerin gündemi olacak bir konudur, her gün Kürt halkını katleden Türkiye, Suriye, Irak, İran’ı özgürleştirme fikri trajikomiktir, zira Kürt halkı olarak önce kendimizi bu devletlerden özgürleştirmemiz gerekiyor.
Kürtler ne istiyor?
Bu sorunun cevabını, birçoğumuz bilmiyor ve yanıt bekliyoruz. Öncelikle izlenen yolun kime takiye olduğundan emin olmamız lazım sanırım, ki inancını yitirmiş Kürtler bir cevap bulabilsin.
Kürtlerin hedefi nedir?
Bağımsız Kürdistan için bir geçiş modeli olarak inandığımız, ‘’Özerklik’’ talebinde mi ısrarcı olacağız, yoksa ‘’demokratik Ortadoğu hayali, beraber yaşamı inşa etme hayali’’ ile ‘’sömürgecilerimizi demokratikleştirme’’ de mi ısrarcı olacağız?
Örneğin, TC kurulduğu günden bugüne kadar demokratik, hukuk devleti olduğunu iddia ediyor, fakat aradan bir asır geçmesine rağmen Türkiye’nin hem demokrasi, hem de hukuk devleti olabilmenin özelliklerine ulaşmadığını hep birlikte görüyor ve izliyoruz.
Ortadoğu Halklar Konfederasyonu tezine gelince; söz konusu olan bölgede asırlardır savaş ve katliamlar temelinde kurulan devletlerin varlığını göz önünde bulundurduğumuzda, tamamen ütopik olan bu projeye anlam vermek mümkün değil. Yoksa bu tezi savunanlar sadece Misak-ı Milli sınırları içinde bulunan halklardan mı söz ediyor? Her hâlükârda Ortadoğu’yu demokratikleştirme fikri, en son Kürtlerin gündemi olacak bir konudur, her gün Kürt halkını katleden Türkiye, Suriye, Irak, İran’ı özgürleştirme fikri trajikomiktir, zira Kürt halkı olarak önce kendimizi bu devletlerden özgürleştirmemiz gerekiyor.
İran’da “din kardeşliği” çerçevesinde, Kürt halkına birlikte yaşamı dayatan iktidarın Şii-Fars hükümdarlığından ibaret olduğu,
Türkiye’de “ortak kimlik” dayatan iktidarın, Türk milliyetçilerinden ibaret olduğu,
Suriye BAAS rejiminin, ‘’Arap milliyetçiliği ve diktatörlükten’’ ibaret olduğu, gerçekleri göz önündeyken Kürt halkına kardeşlik felsefesinden söz etmek politikayı doğru okumamaktır…
Durum bundan ibaretken, bizim halen el-alemi demokratikleştirmekte ki ısrarımız biraz gülünç olmuyor mu acaba?
Yıllardır dünyanın her tarafında bağımsızlık mücadelesi veren ulusların tarihine, eşit koşullarda yaşamalarına rağmen ayrılıp bağımsız devlet olmak isteyen ulusların durumuna neden göz atmıyoruz?
Dünyada bağımsızlık mücadelesi veren tek millet biz değiliz ama sömürgecilerin kardeşlik edebiyatına, demokrasi palavralarına inanan tek milletiz maalesef.
Tarihte birçok millet Kürtler gibi, \'legal ya da illegal\' yöntemlerle, ‘özgürlük ve bağımsızlık’ mücadelesi için savaştı.
Örneğin; Defalarca tutuklanıp yargılanmasına rağmen, Hindistan\'ın bağımsızlığı için mücadeleden vazgeçmemiş, boyun eğmemiş Mahatma Gandhi gibi,
Güney Afrika\'da beyazların ırkçılığına karşı, siyahilerin hakları için mücadele etmiş Stephen Biko gibi,
Küba için gerilla savaşı vermiş bir Che Guevara gibi,
Yıllarca Bask halkının İspanya’dan bağımsız olması için savaşmış ETA veya Katalonlar gibi onlarca örnek verebiliriz.
Aynı zamanda beraber yaşama taraftarı olmayıp, Çek Cumhuriyet\'inden ayrılan Slovakya, Yugoslavya’nın Federatif yapısına rağmen, Sırpların hükümdarlığını kabul etmeyen, Hırvatlar, Boşnaklar, Kosova ve Makedonlar gibi birçok örnek verebiliriz.
Orta Doğu\'ya Avrupa modelini düşünenler için de, sanırım en güzel örnek Katalonya olacaktır. ‘Pasaportları kaldırmakla, sınırları kaldırmanın aynı şey olmadığını, Katanlar ‘bağımsızlığa evet’ diyerek bir kez daha hatırlattılar bağımsızlık mücadelesi verenlere.\'\' Medeni ve çağdaş toplumlar pasaporta ihtiyaç duymasa bile sınırlarını koruyor ve bütün devletler birbirinin sınırına saldırmadan yaşayabiliyor ama bunu kanlı bir coğrafya olan Ortadoğu için düşünmek imkânsızdır, en azından önümüzdeki yüz yıl daha, buna hazır olmadıklarını görmek için müneccim olmaya gerek yok.
Kendisini özgürleştiremeyen alt-sömürge bir toplum, dünyayı yüz yıl geriden takip eden toplumları nasıl demokratikleştirmeyi düşünüyor acaba?
Beraber yaşamaya çalıştığımız, ama bir türlü başaramadığımız bu toplumlar, İslamiyet maskesi altında sözüm ona kardeşliği savunur gibi görünmek istese de, aslında hiçbir şekilde gerçek kardeşlik felsefesini benimseyememiş toplumlardır. İslamiyet’i dahi kendi ulusları hizmetine sundular.
Örneğin; Dilinden Allah-kitap, hak-hukuk sözcüklerini hiç düşürmeyen sözde İslamcı Türkler, Filistin ve Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı için gözyaşları dökerken, burunlarının dibinde olan “Kürt kardeşlerinin” haklı davasını terör hareketi olarak damgalıyorlar.
23. Arap ve 7. Türk devletlerinin, kurulmasında bir sakınca görmeyen İslamcı güruhlar, sadece Kürdistan ismini duyunca, din kardeşliği, demokrasi ve birlikte yasamayı dayatıyorlar…
Sözde Sosyalist ama aslında, \'Ulusolcu\' olan Kemalist zihniyetlerin de, “İslamcı” Türklerden hiçbir farkı yoktur. Türkiye\'de ki inkâr ve asimilasyonun baş mimarı Atatürk’ün ta kendisidir.
Yani kısacası, söz konusu Kürt ve Kürdistan olduğu an, Sağcı-Solcu hiç fark etmiyor, hepsi aynı zihniyette buluşuyor...
Peki, biz neden, haklı davamızda suçlu tarafmış gibi, dayatmaları kabul ediyor ya da haklarımızı isterken daha esnek davranıyoruz?
Sadece Kürtlerin özgürlük taleplerine karşı, bir tutum içerisinde olan sömürgeci zihniyetleri, demokratikleştirmekle zaman kaybetmek yerine, neden kendi devletimizin zeminlerini oluşturmak için daha akılcı yöntemlere başvurmuyoruz?
Özgürlük iki yolla kazanılıyor; ya savaşarak \'ki savaş yöntemiyle istediğimiz sonucu elde edemedik\' ya da ‘kendinden emin, güçlü ve taviz vermeyen’ bir siyasetle…
Elbette ki seçim, \'kendinden emin, güçlü ve taviz vermeyen’ bir siyasetten yana olmalıdır ama ilk öncelikle, ‘’et ve tırnak olduk, ayrılamayız’’ gibi sahte ve ezik sözcüklerden arınmalı, Kürtleri ve Kürdistan\'ı, Türkiye’nin insafına bırakamayacağımızı ve bir beklenti içerisinde olmamamız gerektiğini kabullenmeliyiz. Aksi bir tutum karşısında, tarih Kürtlerin acıları için sadece tekerrürden ibaret olacaktır.
Öncelikle Kürt mücadelesinin, ‘’bir Saray savaşı’’ olmadığını kendimize hatırlatmalıyız. Mevcut durumda muhatap taraf AKP olsa da, asıl sorunun ‘TC ve Kürt/Kürdistan’ olduğunu unutmamak gerekiyor. AKP hükümetine karşı tutumu olan, solcu bir hareket değiliz.
Kürt haklarının AKP dönemi ile sömürülmeye başlamadığı gibi, bundan sonra gelecek herhangi bir partinin de farklı olmayacağını çok iyi biliyoruz ki neticede de bugün tek sorunu AKP ile yaşamıyor, mevcut olan CHP ve MHP ile de aynı sorunları yaşıyoruz.
Kürtlerin seçimlerde elde ettikleri yüzde 13 oy potansiyelini küçümsememek gerekiyor. Bu başarıdan istifade etmek yerine kavga ve gürültüye sahne olan yöntemlerden kesinlikle uzak durmamız gerekiyordu. Seçilmiş olmak, irade sahibi olmak demektir. Bir taraftan bağımsız irade kullanırken, diğer taraftan bu iradenin binlerce genç savaşçımızın sayesinde mümkün olduğunu unutmamak gerekiyor.
Evet, Kürt halkının aralıksız süren özgürlük mücadelesi sayesinde 3’ü büyükşehir olmak üzere 11 il, 68 ilçe, 23 belde ve belediyeye hakim olmak muazzam bir başarıdır. Kürt halkı bu başarı ile ilk sınırları çizdi, elbette ki gerisini seçilmişlerden beklemek Kürt halkının en doğal hakkı. Bu güçle bir şey yapılamayacaksa, haklarımız için talepte bulunamayacaksak, Türkiyelileşeceksek kazanımlarımızın ne anlamı var?
Bu kadar büyük bir siyasi güç elde etmişken, yüzde 1’e tekabül eden ‘emanet oylar’ için Kürt halkının mücadelesini yok sayıp, ‘ Türkiyelileşmeden, halklar mücadelesinden’ söz edilemez, ki neticede oy verenler Kürt halkının haklı davasında, ‘karşı bir tutum sergileyecekse’ emanet oylarını geri alıp bizi bize bırakmalı ve Kürt halkı da özgürlük mücadelesine, kimsenin karşısında eğilmeden devam etmelidir.
Boyun eğersek, idam sehpasına götürülürken bile, bir anlık pişmanlık duymayan, düşman karşısında eğilmeyen Şeyh Said’e nasıl layık olacağız; ‘’Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. ‘Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahcup bırakmasınlar’.’’
Ya da idam sehpasında, Qazi Mihemmed’ın Kürt ulusuna bıraktığı vasiyete nasıl sahip çıkacağız; ‘’Bu dünyada, birkaç günlük ve önemsiz bir yaşam uğruna kendinizi düşmana satmayın, çünkü ‘düşman düşmandır, düşmana güvenilmez.’ Diğer halklar gibi baskı ve zulümden kurtulmak için mücadele etmekten geri durmayın. Dünya malı önemli değildir. Eğer vatanınız varsa, özgür ve serbestseniz, o zaman her şeyiniz var demektir, malınız, mülkünüz, devletiniz, ülkeniz, saygınlığınız da olacaktır.’’
Peki ya hiç korkmadan; ‘’Sefiller!.. Sizi ayağımızın altında çok alçak ve küçük görüyorum. Biliniz ki Kürt bir ağaç değildir, ölür fakat eğilmez!..’’ diyen Molla Abdurrahman’ın sözlerini unutup, düşman karşısında eğilecek miyiz bir ağaç gibi?
Yine Doktor Fuad’ın son sözleri de; ‘’Vatanım için yiğitçe kurban olmayı daima düşünürdüm. Şüphesiz ki asılmakta olduğumuz bu toprağa bağımsızlık bayrağı dikilecektir.’’ Beynimizin bir köşesine yerleşmelidir.
Kürt Şairleri idam sehpalarına götürülürken bile, Kürdistan için dillendirdi son sözlerini…
Hanizade Şair Kemal Fevzi: ‘’Cennet Kürdistan bizimdir. Ev sahibi biziz ve kim ne derse desin biz yine içeri gireceğiz, buna hiç bir güç engel olamaz, çünkü o bizimdir.’’
Yerlerde sürünen onurumuzu unutmamak dileği ile...
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.