Güney Afrika devlet başkanı Nelson Mandela\'nın kızı, Zanani Mandela Kürt halkına yapılan katliam ve haksızlıklara karşı, destek olmak amacı ile, kendi evine Kürdistan bayrağı Ala Rengîn’i asarken, bazı Kürtlerin halen kendi aralarında bayrak kavgası yaşadığından haberi yok sanırım.
Sömürgeciliğin Kürt halkına yaşattığı acımasızlığın etkisini, psikolojik olarak fazlasıyla yaşamaya başladık sanırım.
Öyle bir yere geldik ki, artık kendimize bile tahammülümüz kalmamış; birbirimizi incitmekten, kırmaktan hiç çekinmiyoruz.
Düşmanımız kim, dostumuz kim, kardeşlerimiz kim unutur olduk.
Elbette yaşananların ve dayatılanların psikolojik boyutu çok fazla, son 40 yılı baz alarak düşünürsek Kürtler çok fazla yıpratıldı ve ezildi.
Üzerinde durmamız gereken asıl konu şu aslında;
Kürtlere yaşatılan bunca zulme rağmen her şeyi unutup, sömürgeci devletin siyasilerine karşı bu kadar anlayışlıyken, neden kendi aramızdaki farklılıklara karşı bu kadar sert davranıyoruz?
Bizimle ayni kaderi paylaşmayan, Kürt cephesinde olmayanlara karşı gösterdiğimiz duyarlılığı neden kendimize karşı gösteremiyoruz?
Aramızda farklı düşünenlere düşmanmış gibi saldırmak zorunda mıyız?
Elbette ki hayır!
Birbirimizi yıpratacağımıza, keşke bir türlü gerçekleşemeyen birliğimizi sağlayabilmenin adımlarını atabilseydik, hepimizin gönlünden geçen elbette budur ama bu olmadı diye birbirimize incitmemiz mi gerekiyor?
İşte bundan dolayı sürekli kaybediyoruz..
İkna etmek yerine, doğruyu göstermek yerine, kazanmak yerine, bilgiçlik taslayıp sadece birbirimizi suçluyoruz.
Sanırım bu konuda Türklerden ders almamız gerekiyor, kendi aralarındaki bütün fikir ve anlaşmazlıklarına rağmen, kendilerine karşı gelişen herhangi bir “tehlike” esnasında aynı cephede yer alıyorlar.
Peki ya biz?
Kürtlerle yeni tanışmış bir solcuyu tatmin etmek için, hemen Barzani’ye hakaretler yağdırabiliyoruz ya da partiye giren bir bileşenle oturup anında halkların kardeşliğini ilan edebiliyoruz, oysa farklı bir ses çıkaran Kürt kardeşimizi “sen ırkçısın” diye dışlayabiliyoruz.
Nasıl bir anlayış bu?
Hani demokrasinin prensiplerinden söz ediyorduk?
Yoksa bu demokrasi dediğimiz şey sadece dışardan gelenler için mi geçerli?
Günümüzde haberleşme aracı olarak en çok tercih edilen, ‘’sosyal medyada’’ da durum farklı değil maalesef. İşin içler acısı yanı ise, bu durumda zaman zaman alay konusu olmamızdır. Milyonlarca insanın kullandığı sosyal medyada, Kürtlerin birbirine karşı düşmanlıklarına sadece gülünüyor. Söylenen cümleleri yazmak bile çok ağır geliyor, ’’Siz Kürtler kadar birbirine düşman başka bir millet yoktur, başka düşmana ihtiyacınız yok, kendi kendinizi bitireceksiniz’’ gibisinden sözlere defalarca kez şahit olmuş biri olarak sadece utandım.
Dosttan çok düşmanın olduğu sosyal medyada, hiç çekinmeden savaşanlara iftiralar atıp, ‘’Peşmerge plastik sandalye yağmaladı’’ diyebilecek kadar küçülebiliyoruz ya da PKK’ye olan kızgınlığımızdan dolayı, bütün zorlu koşullara rağmen savaşan ve şehit olmuş binlerce Gerilla’yı unutup hakaretler yağdırabiliyoruz.
40 milyon nüfusu olan Kürt halkına, ‘’vatansız, bayraksız, kendine düşman Kürtler’’ diyen düşmanlarımızı güldürdüğümüz de oluyor.
Keşke Kürtlerin birbirine olan düşmanlığı sadece, partiler ve sosyal medya düşmanlığı ile sınırlı kalsa. Diğer taraftan öz kardeşini öldürmek için devletin ‘’paralı uşakları’’ olmak için sıraya giren cahşlara ne demeli?
İçişleri Bakanlığı’nın 5 bin kişilik korucu alımı yapılacağını açıklamasının ardından, Kuzey Kürdistan\'ın 22 ilinden 20 bin kişinin köy korucusu ‘’cahş’’ olmak için başvuru yapması da, Kürtlerin içinde bulunduğu vahim bir ortamın başka bir göstergesi.
Kendi kendimize karşı beslediğimiz bu düşmanca tavrımızdan dolayı, Türklerin dediği gibi, başka düşmana gerek yok sanırım.
Durum bundan ibaret iken düşmanlarımız var diye söylenmeye hakkımız yok.
En basit örneği ile bir bayrak etrafında bile birleşemiyoruz, her milletin bir bayrağı varken, ‘’bir devleti olmayan biz Kürtler, envai çeşit bayrağa sahibiz.‘’ Uğruna yüzbinlerce şehit verdiğimiz bayrağı dahi reddedenlerimiz var.
Bayrak demişken; Güney Afrika devlet başkanı Nelson Mandela\'nın kızı, Zanani Mandela Kürt halkına yapılan katliam ve haksızlıklara karşı, destek olmak amacı ile, kendi evine Kürdistan bayrağı Ala Rengîn’i asarken, bazı Kürtlerin halen kendi aralarında bayrak kavgası yaşadığından haberi yok sanırım. 1992 yılında da, Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’ne layık görülen N. Mandela, “Afrika’da milyonlarca kişi sadece renklerinden dolayı köle muamelesi görüyor. Bu nedenle Kürtlerin çektikleri eziyeti görmezden gelmemiz mümkün değildir.” diyerek ödülü reddetmişti.
Kürtler gerçek dostlarından ders almalı bence.
Dost demişken İsmail Beşikçi’yi unutmak haksızlık olur. Kürt ve Kürdistan davası uğruna 17 yıl cezaevinde yatmış, onlarca kitap yazmış bir aydın olan İsmail hoca Kürtlerden daha çok Kürt dostu dersek abartmış olmayız. Asla “kardeşlik” gibi söylemlerin arkasına sığınmamış ve her zaman Kürt halkının özgürlüğünü ve Kürdistan’ın bağımsızlığını gerçek bir dost olarak sonuna kadar savunmuştur.
Bağımsız Türkiyeci Kürtlere, ders verecek nitelikte olan bir sözünü paylaşmak istiyorum;
‘’ ’Bağımsız Türkiye’ sloganı atmak devrimcilik fakat ‘Bağımsız Kürdistan’ demek milliyetçilik oluyor. Halbu ki ‘Bağımsız Türkiye’ sloganı Kürdistan üzerinde yürütülmüş emperyalist bölüşüm mücadelesini aynen benimsemek ve desteklemek anlamına geliyor.’’
Peki biz Kürt halkı olarak, hem içimizde hem dört tarafımızda bu kadar düşman varken ne yapmakla meşgulüz?
Birlik olmak yerine, tabiri caizse affınıza sığınarak söylüyorum; kendi kendimizi yemekle meşgulüz.
Kendi aramızdaki bu düşmanlığın, bize zarardan başka bir şey getirmediğinin farkında değiliz galiba. Bir yanlış varsa veya bir taraf hatalı ise, gücümüzü kazanmak için sarf etmek yerine, daha fazla kırıp, incitip, parçalayıp, karalamak için adeta yarışıyoruz. Aslında bizim zaten birbirimizi karalamaya ihtiyacımız yok. Kürtler daha anne rahmindeyken ‘’terörist’’ diye damgalanarak dünyaya gözlerini açıyor ve hayata 1-0 yenik bir psikoloji ile atılıyor. Nasıl olsa ‘’onlar da büyünce terörist olacaktı’’ diyerek, öldürmekten hiç çekinmeyen bir devletin sömürgesi olarak yaşamak yetmiyor demek ki bize.
Parçalanmış Kürdistan’ın her parçasında, ayrı ayrı yaşanan acılar bile yetmiyor birlik olmamıza.
Rojava’da, Başur’da kendilerine radikal İslamcı diyen IŞİD çeteleri Kürt halkını katlederken, İran’ın gerici yönetiminde yaşamak zorunda kalan Rojhîlat’lı Kürtler de, her gün darağaçlarında sallandırılıyor. Tabii Bakur’da da durum pek farklı sayılmaz, harabeye çevrilip her gün dışarı çıkma yasağı ilan edilen Kürdistan şehirlerinde, sokak ortasında Kürt çocukları kurşunlanarak infaz ediliyor.
Birbirimize kenetlenip, daha ılımlı ve hoşgörülü olmamız gereken bu zor zamanlarda, bir de biz parçalıyoruz birbirimizi.
Bu zor zamanlarda, siyasetçilerimizin, aydın ve özellikle basın mensuplarımızın görevi; en azından Kürt gençlerini, farklı düşüncelerine alet etmemeleri yönünde politika üretmeleri, aralarındaki farklı eğilimlere karşı, nefretle dolduran, kışkırtan, saldırganlaştıran, öfkelendiren bir üslup kullanmaktan kaçınmalılardır.
Eğer öfkelenmemiz gerekiyorsa, şiddet kullanmamız gerekiyorsa, ‘’okları çevireceğimiz taraf kendimiz değil’’ bize bu zulmü yaşatan düşmanlarımıza karşı olmalıdır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.