Kürtler ve Bölgesel Kâbus
Saad ibn Tufla al-Ajami’nin Al Arabiya’da kaleme aldığı makale, Kürtlerin bağımsız devlet kurma hayalinin Osmanlı'nın çöküş sürecinden bu yana sürdüğünü, ancak tarihsel ve bölgesel gelişmeler nedeniyle bu hayalin gerçekleşemediğini anlatıyor.

Makale, Kürtlerin bağımsız devlet kurma hayalinin Osmanlı'nın çöküş sürecinden bu yana sürdüğünü, ancak tarihsel ve bölgesel gelişmeler nedeniyle bu hayalin gerçekleşemediğini anlatıyor. Günümüzde Irak Kürdistanı yarı-bağımsız bir yapı olarak öne çıkarken, Türkiye, İran ve Suriye’deki Kürtler çeşitli zorluklarla karşı karşıya. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın silahlı mücadeleyi sonlandırma çağrısı, bölgede yeni bir dönem başlatabilir.
Bu gelişme sonrası Türkiye, Kürtlerle uzlaşı mesajı verirken İran’a hiç değinmiyor. Makale, Türkiye'nin Irak ve Suriye’deki askeri varlığı, İran’daki Kürtlerin durumu ve ABD’nin bölgedeki planları gibi kritik sorular ortaya koyuyor. Son olarak, tüm bu değişimlere karşı Arap dünyasının bir stratejisinin olup olmadığı sorgulanıyor.
Saad ibn Tufla al-Ajami’nin Al Arabiya’da kaleme aldığı yazısı şöyle:
‘’Kürtlerin bağımsız bir devlet kurma hayali, 19. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Devleti'nin zayıflaması ve Arap, Türk ve Fars milliyetçi oluşumlarının ortaya çıkmaya başlamasıyla birlikte doğdu. Kürtler; Irak, Suriye, İran ve Türkiye'de yaşamaktadır ve toplam nüfusları yaklaşık 40 milyondur. Ancak bu bağımsız devlet hayali, 1920 ve 1925 yıllarında Arabistan Devleti, Beni Ka’b Emirliği ve Şeyh Hızal’ın ortadan kalkmasıyla birlikte sönmeye başladı. Aynı şekilde, I. Dünya Savaşı sonrası Şerif Hüseyin’in birleşik bir Arap devleti kurma hayali de tarihe karıştı.
O günden bu yana Kürtlerin bağımsız bir devlet kurma hayali, Kürt kolektif bilincinde canlı kalmaya devam etti. Bu hayal, silahlı mücadeleyle olduğu kadar barışçıl taleplerle de kendini gösterdi. Günümüzde Kürtlerin en bağımsız yapıya sahip olduğu bölge, resmi bağımsızlık ilan edilmemiş olsa da fiilen bağımsız bir devlet gibi işleyen Irak Kürdistanı’dır. İran’da yaklaşık 5 milyon Kürt yaşarken, Suriye'de de benzer sayıda Kürt nüfusu vardır. Türkiye’de ise Kürtlerin yaklaşık yarısı, yani 20 milyon civarında insan yaşamaktadır. İran’da Kürt ayrılıkçılığı ya da etnik hak talepleri çok sert bir şekilde bastırılmaktadır. Aynı durum geçmişte Türkiye’de ve Saddam Hüseyin döneminde Irak’ta da geçerliydi.
Suriye’de ise durum görece daha sakindi, ancak günümüzde Kürtler Suriye'nin doğusunda "Suriye Demokratik Güçleri" (kısaca SDG) adıyla yerel bir özerk yönetimle varlık göstermektedir. SDG, Mart ayında Beşar Esad rejiminin düşmesinden sonra kurulan yeni Suriye hükümetiyle bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmanın ana hatları, Suriye devletiyle bütünleşmeyi öngörüyor. Pek çok kişi, bu anlaşmanın, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) lideri ve kurucusu Abdullah Öcalan’ın bağımsız Kürt devleti kurma hayalinden vazgeçerek silahlı mücadeleyi sonlandırma çağrısına zemin hazırladığını düşünüyor.
Kürtler arasında “Abdullah Apo” olarak tanınan Abdullah Öcalan, PKK’yı 1978 yılında kurdu. Örgütün yürüttüğü silahlı mücadele, 40 binden fazla Türk ve Kürt’ün ölümüne neden oldu ve Türkiye Cumhuriyeti için kronik bir güvenlik sorunu hâline geldi. Türkiye, Kürt tehdidini varoluşsal bir tehdit olarak gördü. Bu nedenle, Öcalan'ı topraklarında barındıran Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ı savaşla tehdit etti. O dönemde Lübnan'ın Bekaa Vadisi, Suriye'nin mutlak kontrolü altındaydı. 1998 yılında Türkiye ile savaşmamak için Esad, Öcalan’ı sınır dışı etti. Öcalan, 1999 yılının Şubat ayında Kenya’da düzenlenen ve Mossad ile CIA’nın da destek verdiği bir istihbarat operasyonuyla yakalanarak Türkiye’ye getirildi. O günden bu yana 26 yıldır bir adada hapis tutuluyor.
Silahlı mücadeleyi sona erdirdiğini duyurduğu ve yaşlı, göbekli bir şekilde göründüğü video kaydıyla Öcalan, halkının mücadelesinin zafer kazandığını ve bu "büyük" zaferin artık silahsız, barışçıl ve demokratik yollarla Türk devleti içinde sürdürülmesi gerektiğini ilan etti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da geçtiğimiz cumartesi günü yaptığı konuşmada terörizme karşı büyük bir zafer kazanıldığını, bölgenin artık yeni bir tarihi döneme girdiğini ve Türk, Kürt, Arap halklarının birlikte yaşayarak ilk Müslümanların şanlı geçmişini yeniden inşa edeceklerini söyledi. Erdoğan konuşmasında Türkler, Kürtler ve Araplar arasında bir ittifak çağrısı yaparken İran ve Farslardan hiç bahsetmedi.
Kürtlerin silahlı mücadeleyi sonlandırıp silahlarını teslim etmesiyle birlikte yeni dosyalar ve talepler açılmış oldu. Örneğin: Irak, kuzey topraklarını işgal eden Türkiye ile nasıl bir ilişki kuracak? Irak Parlamentosu, Türklerin “PKK terörüyle mücadele” bahanesiyle işgal ettiği topraklardan çekilmesi için hükümete baskı yapacak mı? Benzer şekilde, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki askeri varlığı da aynı gerekçeyle meşrulaştırılmıştı. Yeni Suriye hükümeti, Esad rejiminin devrilmesinde önemli rol oynayan Türkiye’ye bu durumu ödül olarak mı görecek?
İran’ın Kirmanşah bölgesindeki Kürtler ne olacak? İran’daki Kürtler, Türkiye ile Kürtler arasında kurulan yeni mutabakata sessiz mi kalacak? Kürtlerin silah bırakması, Bereketli Hilal, Kuzey Irak ve Şam bölgelerini kapsayan yeni bir jeopolitik düzenlemenin parçası mı? Suriye’nin yeni rolü, İsrail ile yapılacak bir “çatışmasızlık anlaşması” karşılığında mı şekilleniyor? ABD’nin Suriye özel temsilcisinin Lübnan’ı Suriye’ye katma yönündeki açıklamaları bir nabız yoklaması mıydı? Yoksa Hizbullah’ı tasfiye etmek için bir tehdit mi? Lübnan’ı, Şam’ı kaybeden ve Irak’ta gerileyen, içeride ise İsrail saldırıları ve Amerikan bombardımanlarıyla itibarı sarsılan İran’ın bu yeni denklemdeki yeri ne olacak?
Bu sorular yeni makaleler, paneller ve gelişmeleri dikkatle izlemeyi gerektiriyor. Zira bölgeyi çok büyük jeopolitik değişiklikler ve belki de yeni siyasi haritalar bekliyor. Ancak tüm bu gelişmelerin içindeki en önemli soru şu: Tüm bu olup bitenler karşısında Arap dünyasının bir projesi var mı? Ve eğer yoksa, böyle bir proje nasıl olabilir? Belki de bu sorunun cevabını aramak, bir sonraki makalenin konusu olmalı.’’