PKK’nin Silah Bırakması, Kürtler Ve Yeni Dengeler

'' Devlet PKK’ye hangi korku ve kaygılarla silah bıraktırdı diye bir soru karşımızda duruyor. Gerek Bahçeli’nin, gerek Erdoğan’ın ve sonrasında Öcalan’ın bölgede yükselen ABD-İsrail tehlikesini dillendirmesi, iç cephenin sıkılaştırılması ihtiyacına değinmeleri belki de işin özünü yansıtıyordu. 21 Nisan 2025’te kendisi ile yapılan görüşmelerde Öcalan “Kürtleri ABD-İsrail blokundan ben koparabilirim” diyordu. “SDG İsrail’in Haşdi Şaabi’sidir” diyordu. Neden diyordu bunları? ABD-İsrail-Kürt işbirliği bütün sömürgecileri endişelendirdiği gibi Türkiye’yi de endişelendirmektedir. ''

15 Temmuz 2025 - 12:35
15 Temmuz 2025 - 12:35
 0
PKK’nin Silah Bırakması, Kürtler Ve Yeni Dengeler

11 Temmuz 2025 günü 15’i kadın olmak üzere 30 gerilla, KCK eş başkanı Besê Hozat öncülüğünde Güney Kürdistan’ın Dukan ilçesi yakınlarındaki Casene Mağarasının yakınında hazırlanan bir seremoniyle silahlarını yaktı. Bu olayın PKK lideri Abdullah Öcalan’ın tutsak tutulduğu İmralı cezaevinden örgütüne gönderdiği talimatla yapıldığını biliyoruz. Süreç 22 Ekim 2024 tarihinde MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Öcalan’a silahları bıraktırması ve PKK’yi fesh etmesi çağrısı ile başlamıştı.

Bir soru kafamı meşgul ediyordu; devlet PKK’siz bir yaşama hazır mıydı? Öcalan’a PKK’ye silahları bıraktır çağrısına rağmen Türk devletinin PKK’ye silah bıraktıracağı inandırıcı gelmemişti. Devlet PKK’nin silahlı yapısından dolayı herhangi bir sıkıntı yaşamıyordu. Kuzey’de etkisizleştirilmişti, tehdit boyutunda değildi ama Türk devleti iç ve dış siyasetini PKK tehdidi bahanesi üzerinden şekillendiriyordu. Güney Kürdistan dağlarını PKK bahanesiyle onlarca askeri üs kurarak işgal etmişti. PKK’nin dünyada terörist olarak görülmesi anti demokratik yasaların gerekliliği konusunda savunma imkanı yaratıyordu. Bu devletin kullandığı çok büyük bir imkandı. Muhalefet partileri, siyasetçileri, demokratları, yazarları, gazetecileri bu tehditle etkisizleştirebiliyordu. Tüm bunlara rağmen PKK 12. Kongresinde kendini fesh etti, bir grup gerilla sembolik olarak silahları yaktı. Süreç nasıl yürütülecek göreceğiz. Hala da kuşkular bitmiş değil. Eğer devlet Güneybatı Kürdistan’da (Rojava) istediğini elde etmezse süreç geriye işleyebilir. Bu akılımızda kalsın. Ancak ne olursa olsun PKK’nin silah bırakması yerindedir.

PKK’nin silah bırakması yıllardır savunduğumuz, önerdiğimiz bir düşünceydi. Ancak PKK cenahından bu düşünce ve önerilerimize hakaretlerle cevap verdiler. Oysa silahın bırakılması için öne sürdüğümüz gerekçeleri yıllar sonra liderleri Öcalan öne sürecekti. Öcalan’ın da söylemi ile PKK kendini tekrarlıyordu. PKK’nin silah bırakması Kuzey Kürdistan’da tıkanan siyasetin önünü açmak için ihtiyaç haline gelmişti. Çocukları PKK’ye katılan aileler için hala dokunulmaz duygusal bir alan olmasına rağmen anlamını yitirmiş, siyaset tıkanmıştı. Amaca uygunluğunu kaybetmişti. Savaşı başlattığı dönemki bağımsız Kürdistan hedefinin yerini Türkiye’nin demokratikleştirilmesi almış ve bunun için silahlı mücadele gerekmiyordu, Kürt ve Türk gençlerinin ölmesi de gerekmiyordu. Her yönüyle iyi oldu PKK’nin silah bırakması.

Bahçeli’nin açıklamasından sonraki dönemde Abdullah Öcalan kendisiyle yapılan görüşmelerde ve mektuplarında, “perspektif”inde Kürtlerin mağduriyetini giderecek önemli bir talebi olmamıştı. Hatta “bağımsızlık, federasyon, özerklik ve kültürel özerklik Kürtlere uygun değildir” demişti. Kürt milletini tarihin kalıntısı olarak, Kürt liderlerini de çöplük olarak belirtiyordu. Bu söylemler halklı olarak birçok eleştiri topladı. Kanımca Öcalan bunların eleştiri alacağını biliyordu. Eleştiri alınca kendi cephesindeki iç eleştiriler kesilecekti. İçte bir kenetlenme olacaktı. Öyle de oldu. İçeriden kayda değer bir eleştiri olmadı ya da dışarıya yansımadı. Öcalan, hiçbir talep ileri sürmeden silahların bırakılması, PKK’nin kendisi fesh etmesini istiyordu. Öcalan ve PKK zaten bir zamandır sorunu Kürt meselesinden kopartarak dünya halklarının, bölge halklarının demokratik komünal toplum ve demokratik konfederalizm mücadelesi boyutuna indirgemişti. Her şeye rağmen Öcalan’ın silahları bıraktırması karşı çıkılacak bir olay değildir.

Aslında PKK’nin silahları bırakması, kendini fesh etmesi, liderinin hiçbir talebinin olmaması herkesten önce Öcalan’a inanmış ve büyük bedeller vermiş yandaşlarının değerlendirmesi gereken bir durumdur. Dıştan yapılan eleştiri içte savunma refleksini harekete geçirerek eleştiri istemlerini engellemektedir. PKK dışındaki Kürt siyasileri genel olarak Öcalan’ın “öğretileri”nin içi boş demagojiler, ileride kendine devletin hoşuna gidecek bir hareket alanı inşa ettiğini düşünüyorlardı. Yani farklı bir beklenti yoktu. Dolayısıyla aslında zaten birçok defa söylenmiş ve Bahçeli’nin çağrısı sonrasında tekrarlanan söylemleri şaşırtmadı.

Ancak, üzerinde düşünmemiz gereken başka bir durum var. Devlet PKK’ye hangi korku ve kaygılarla silah bıraktırdı diye bir soru karşımızda duruyor. Gerek Bahçeli’nin, gerek Erdoğan’ın ve sonrasında Öcalan’ın bölgede yükselen ABD-İsrail tehlikesini dillendirmesi, iç cephenin sıkılaştırılması ihtiyacına değinmeleri belki de işin özünü yansıtıyordu. 21 Nisan 2025’te kendisi ile yapılan görüşmelerde Öcalan “Kürtleri ABD-İsrail blokundan ben koparabilirim” diyordu. “SDG İsrail’in Haşdi Şaabi’sidir” diyordu. Neden diyordu bunları? ABD-İsrail-Kürt işbirliği bütün sömürgecileri endişelendirdiği gibi Türkiye’yi de endişelendirmektedir.

Hepimiz biliyoruz ki ABD’nin Ortadoğu politikası İsrail’in güvenliğinin sağlanması üzerinden şekillenmektedir. Bu yeni mevzilenme politikası Kürtleri görünür kıldı. Ortadoğu’da İsrail’i bölgede doğrudan tehdit eden devletler geçmişten bu yana Irak Baas rejimi, Suriye Baas rejimi ve İran Mola rejimi idi. Dikkat edilirse bu devletler Kürdistan’ın dört sömürgecisinden üçüdür. Gerçektir ki bu devletlerin yıpratılması, güçlerinin kırılması Kürtler üzerindeki baskıyı azaltacak Kürtlerin özgürleşmesini kolaylaştıracaktır. Nihayetinde Irak Baas rejimi yıkılınca Güney Kürdistan’da federe bir yapı oluştu ve bütün eksikliğine ve hala devam eden problemlere rağmen Kürtler kendini yönetiyor. Bir benzeri olarak Suriye’de de ABD’nin etkin desteğiyle ve koruması altında Kürtler yönetim alanına sahip olunca Türk devletinde korku ve kaygılar öne çıktı.

Güney Kürdistan Federe devletini engelleyemediği için hala hayıflanan Türkiye Suriye ve İran’da Kürtlere bir statünün ortaya çıkmasını engellemeyi stratejik bir hedef olarak önüne koymuştur. Öcalan’a yıllar sonra yeniden ihtiyaç duymasının nedeni budur. Bölge hızla büyük bir savaşa doğru hazırlanmakta. 12 günlük İsrail-İran savaşı denendi, durduruldu. Çok yakında yeniden başlayacağı açıktır. Stratejik hesaplamalar kapalı kapılar ardında devam ediyor. Bu bakımdan devletin Öcalan’a ihtiyaç duyması, üzerinden hızla geçilecek bir konu değildir. Şüphesiz bu ihtiyaç içteki gelişmelere bağlı değil, daha çok dış gelişmelerle ilgilidir. Ama iç siyasetin düzenlenmesinde de kullanılabilir. Esas olarak devlet PKK’nin silahlı yapısının ABD-İsrail’in kontrolünde olmasını engellemek istiyor. Devletin korku ve endişelerinin olduğu görülüyor. Bölgenin karışmasının nelere yol açacağı bilinmez.

Tarihte Kürtlere zaman zaman önemli fırsatlar çıkmıştı. Ne var ki Kürtler bu fırsatları kullanmayı beceremedi. Son iki yüz yılda hatalarımızın da yol verdiği bilinçli çalışmalarla nefret objesi haline getirilen Kürtler son yıllarda dünyanın sempatisini kazanmış, dünya kamuoyundan, önemli devletlerden kabul ve destek görmektedir. Bu sempati ve destek, Kürtleri ret ve inkar eden, haklarını gasp etmiş sömürgeci devletleri rahatsız ettiği bir gerçektir. 1920’lerdekine benzer kardeşlik çağrıları artmaya başladı. Ancak bunların kardeşlik çağrıları inandırıcı olmaktan uzaktır. Kardeşlik eşitlikle başlar. Hepimiz barış istiyoruz ama herkesin barıştan anladığı farklı şeyler. Bizlere “talepleriniz olmasa zaten barış vardır” deniliyor. Barış; taraflar arasında çelişkilerin giderildiği, hak hukuk adaletin esas alındığı eşit şartlarda yaşama kararıdır. Bizler bunu bekliyoruz.

Bu süreç içerisinde büyük bedeller ödemiş çok geniş bir kesim var. Bunların acıları hepimizin acılarıdır. Hiç birimiz bir diğerinin düşmanı değildir. Sadece farklı düşünüyoruz. Ya bir yüz yıl, belki birkaç yüzyıl daha kaybedeceğiz ya da Kürt milletinin ve tüm Kürdistan toplumunun çıkarları doğrultusunda hareket edip geleceğe yürüyeceğiz.

Olaya Öcalan’a karşıtlık ve taraftarlığı üzerinden değil, milletin çıkarları doğrultusundan yaklaşmak doğru olandır. Düşüncem o ki Öcalan’ı hiç tartışmayalım. Bırakalım o ne yaparsa yapsın kendi yarattığı süreci tüketsin. Kürt yurtseverleri geleceğe hazırlık yapsınlar. Eğer tehlikeli gördüğünüz gelişmelere karşı bir çabanız ve yeteneğiniz yoksa bağırıp çağırmanın da kimseye bir faydası olmayacaktır. Önce benzerler birlik olun. Gerekçeler uydurarak birlik olmayı beceremiyorsanız eleştirilerinizin hiçbir kıymeti olmaz, anlamsızlaşırlar. İnandırıcı olmazsınız.

İbrahim Küreken