Kürt toplumunda asimilasyon ve Türkleşmenin varmış olduğu düzey, Kürt milletinin varlığını ve geleceğini tehdit eder boyutlara erişmiş bulunuyor. Bu acı gerçeği görmek ve Kürt halkı üzerindeki bu tehdidi bertaraf etmek için, yeni adımlar atmak artık zaruri bir hal almış bulunuyor.
Kuzey Kürdistan siyasi yapılanmaları bu günün sosyal ve siyasal gerçeklerine denk düşen yeni bir paradigma oluşturmakla yüz yüzedir.
Bu gereklilik veya zorunluluk Türkiye ve onun siyasi sistemi içinde yer alan Kuzey Kürdistan’da bu gün varolan toplumsal, siyasal, ekonomik, düşünsel, psikolojik koşullardan kaynaklanmaktadır.
Kâğıt üzerinde yamalı bir bohça haline gelmiş bir anayasa ile tek adam rejimi anti-Kürtlüğü esas alan bir siyaset sürdürmekte. Bu Kürtlük karşıtı siyaset, Kürt toplumudan gerekli cevabı almadığı gibi, devletin bu siyaseti hiç bir ciddi engelle, direnişle karşılaşmadan yürütülmekte.
Kürt siyasi ve yurtsever çevreleri sindirilmiş, geriletilmiş durumda. Nerdeyse 12 Eylül sonrası korku ve yılgınlık ortamı, 90’lı yıllara benzer bir atmosfer hakim kılınmış... Artık Kürt dili ve kimliği sadece polisiye tedbirlerle değil, kitlesel tedhişle yok edilip, silinmeye çalışılmaktadır. Devlet siyaseti kitleler ve yığınlar nezdinde kabul görür hale gelmiş. CB Erdoğan, Bahçeli ile birlikte Ahlat’ta, Malazgirt’te otağ kurarak Türklerin ‘Anadolu’yu girişini’ kutluyor! Kürtlere rağmen, Kurdistanı ve Anadoluyu, Kürtler sayesinde işgalini kutluyor!
Kürt toplumunda asimilasyon ve Türkleşmenin varmış olduğu düzey, Kürt milletinin varlığını ve geleceğini tehdit eder boyutlara erişmiş bulunuyor. Bu acı gerçeği görmek ve Kürt halkı üzerindeki bu tehdidi bertaraf etmek için, yeni adımlar atmak artık zaruri bir hal almış bulunuyor.
Sözümüz, başkalaşıma uğrayarak Türkleştiği için ‘mutlu’ olmakla kalmayıp, Kürt düşmanlığı yapan köklerini ve aslını kaybetmişlere değil.
Sözümüz Kürd olmayı ne abartan, ne de küçümseyen, Kürd olmayı ne bir üstünlük ne de bir kusur veya kabahat olarak gören, Kürd olmayı normal, doğal gören, dilini ve kimliğini ne bir Türkten, ne bir Araptan, ne bir Farstan aşağı görmediği gibi üstün de görmeyen Kürtleredir. Sözümüz, kan ve zulümle yüz yıldır uygulanan asimilasyon, sürgün ve Türkleştirme sonucu dili ve kimliği kaybettirilmiş milyonlaradır...
Sözümüz tarihte her zora düştüğünde, Kürde yaslanarak, Kürdün desteğini alarak, Kürd’e ‘kardeşlik ve eşitlik’ vaadlerinde bulunarak, devletinin ve toplumunun selametini sağlayan, rahata kavuştuğunda, Kürdün varlığını ve haklarını inkâr etmekle yetinmeyip, onu asimilasyon, sürgün, zor ve zulümle Kürtlüğünden, kimliğinden, dilinden koparmaya çalışarak, Türkleştirmek isteyen ırkçı, şöven Türk devlet aklına ve bu siyasete, bu mantığa destek olan Türk toplumunun ilgili kesimlerinedir!
Kürtlerin dillerini, kültürlerini, kimliklerini, kısacası varlıklarını koruyarak, Kürd toplumu olarak normal koşullarda yaşamlarını sürdürmeleri, devlet kurumlarının sürekli, planlı, programlı baskı, asimilasyon ve sürgün (köy boşaltmaları vb.) uygulamalarından dolayı, tehdit altındadır.
Bu nedenden dolayı günümüz koşullarında Kuzeyli siyasi yapıların mücadeleleri ve siyasi talepleri (özerklik, federasyon, konfederasyon, bağımsızlık gibi) haklı ve doğru olsa da, ne zaman, nasıl elde edileceği belli olmayan bu hedeflerle yetinilmeyip, Kürdlerin varlıklarını muhafaza edebilmeleri için gerekli ve zorunlu olan dil ve kimlik mücadelesine odaklanabilmelidir. Bu amaçla siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, dini liderler, kanaat önderleri, sanatçılar ve dil hususunda çalışma yürüten kurum ve kuruluşlar ortak bir platform oluşturup, DİL SEFERBERLİĞİ gerçekleştirmeleri gerekir.
Kuzeyli Kürtlerin mücadelesi esasında VARLIK MÜCADELESİDİR. Kürtlerin varlıklarını koruma, varlığını (dilini ve kimliğini) Türkiye Cumhuriyeti devleti bünyesinde yasal güvencelere kavuşturma mücadelesi, buna denk düşen siyasi bir paradigmanın yaratılmasını da zorunlu ve gerekli kılar.
Kürt hareketinin ağırlıklı olarak öteden beri savunduğu anti-sömürgeci, ulusal kurtuluşçu bir perspektifin gerektirdiği siyasal, ideolojik, örgütsel, askeri, diplomatik paradigma ile, TC devleti siyasal sistemi içinde, dil ve kimliğini yasal güvenceye kavuşturma mücadelesi, farklı siyasal, örgütsel, ideolojik, pratik, propagandif paradigmalar yaratılmasını zorunlu kılar.
Kürt dili ve kimliğinin serbest hale gelmesi, yasal güvenceye kavuşup, normal bir hak haline gelmesi; Ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan siyasi bir statü, (kültürel özerklik, otonomi, federasyon, konfederasyon veya bağımsızlık) sonrasına ertelenemeyecek kadar, acil, önemli ve hayatidir. Bu haklar, milyonların destekleyeceği ciddi bir mücadadele ile Türkiye devletinin mevcut siyasal, idari ve hukuki sistemi içinde de elde edilebilecek, meçhul bir zamana ertelenemez acil, doğal, temel insani haklardır.
Ben, bu günkü Kuzey Kurdistan ve Türkiye koşullarında Kürt ve Kürdistan mücadelesine eskiden baktığım gibi bakmıyorum. Elbette hiç bir Kürd ve Kürdistanlı kurum veya birey Kürt milletinin geleceğini serbestçe belirleme ilkesinin üzerine ipotek koyamaz ve koymamalıdır. Bu ilke her yurtsever, demokrat, bilinçli Kürdistanlının amacı, hayali, rüyasıdır. Ayrıca bu güne kadar mevcut Kürt siyasi yapılarının vermiş oldukları mücadele olumlu ve olumsuz yanlarıyla inkar edilemez. Aynı şekilde Türkiye koşullarında Kürdistan isimli yasal partiler kurulmuş olması önemli bir kazanım, değerli bir mevzidir. Bunu her halükarda korumaya çalışmak gerekir. Ama aynı zamanda Türkiye genelinde örgütlenebilmek, rahat, kolay faaliyetler, kampanyalar sürdürebilmek için, her yerde her zaman Kürt ve Kürdistan isminin öne çıkarılması zorunlu ve gerekli değildir.
Kürdlerin kendi mücadeleleriyle Kuzey Kürdistan’da otonomi, federasyon, konfederasyon, bağımsızlık gibi hedeflere varmaları şimdilik ufukta görünmüyor. Önemli, büyük bölgesel alt üst oluşların olup olmayacağı, ve eğer olursa bu alt üst oluşların neleri getirip neleri götürebileceğini tahmin edebilecek durumda değiliz. Ufukta görünmeyen, elde edilmesi şu anda mümkün olmayan büyük, hayali amaçlarla halkımızı avutup, etrafımıza toplamamız bir şey ifade etmiyor. Ama dil ve kimlik talebinde ciddi, ısrarlı, kararlı ve isabetli bir mücadele geliştirebilmenin koşulları mevcuttur. Neden bu yönde atılabilecek adımlar atılmasın?
Bu anlamda Kuzey Kürt hareketlerinin kendi kendileriyle samimi bir hesaplaşmaya girmeleri gerekir!
Kürt ve Kürdistan mücadelesini (maksimal taleplerler ne kadar haklı ve isabetli olursa olsun) bilinmez bir geleceğe erteleyen, elde edilip edilmeyeceği belirsiz biçimlerde savunmayı kendine iş edinen Kürt hareketleri neden dil ve kimlik mücadelesini kendilerine amaç edinmesinler?
Eğer geçen 40-50 yılllık süreçte bu yönde bir mücadele verilmiş olsaydı, belki bu gün Kürtçe resmi bir statüye kavuşmuş olabilirdi. Kuzeyli Kürt hareketlerinin çoğu Türkçe Kürtçülük yapmıştır ve hala Türkçe Kürtçülük yapanlar ağırlıktadır. Toplantılarını, faaliyetlerini Kürtçe yürüten kaç parti, örgüt veya kurum var? Kürt ve Kürdistan mücadelesi Türkçe olmaz! Türkçe Kürtçülük olmaz! Türkçe Kürtlük mücadelesi sakat kalır! Bu konuda Kürt siyasi kadroları, hareketleri, aydınları, sanatçıları, din adamları, kanaat önderleri, şeyhleri, pirleri, ağaları, beyleri, mesleki örgütleri Kürdlerin dilini, kaybettirilen kimliklerini korumanın yollarını yöntemlerini bulmalı ki, yarın şartlar uygun olduğunda siyasi statü de olabilsin, otonomi de, federasyon da olabilsin, bağımsız devlet de olabilsin.
Dil, kültür ve ulusal kimlik özünde siyasi statü sahibi olabilmenin, devlet sahibi olabilmenin de temelini, esasını teşkil eder. Bundan dolayı maksimal talepler ileri sürüp, bu temel, doğal ve bir milleti millet yapan dil ve kimlik mücadelesini ihmal etmek, küçümsemek, görmezden gelmek doğru ve tutarlı bir tavır değildir. Konu dili, kimliği ve varlığı tehdit altında olan Kuzeyli ve Türkiyeli Kürtler olunca, bu mücadele daha da bir önem kazanır. Dilini, kültürünü ve ulusal kimliğini kayb edersen, artık devlet olmayı, statü sahibi olmayı da unutmak zorunda kalırsın...
Kuzeyli ve Türkiyeli Kürtler kendi toplumlarının ve TC devletinin içinde bulunduğu koşullarla Güney Kurdistan, Suriye ve İran Kurdistanındaki mevcut koşulları biri birine karıştırmamalı. Güney Kurdistan bağımsız veya konfederal devlet olmaya çabalıyor. Bunun alt yapısını, hukuki meşru süreçlerini inşa etmeye çalışıyor. Suriye Kurdistanı federal bir yapı için mücadele veriyor. İran devleti Kürtlerin varlıklarını ve Kurdistan bölgesini hiç bir zaman Türk devleti gibi kökten bir inkâra gitmedi. Diğer parçalardaki tarihi, toplumsal, siyasal koşulları gözardı ederek, onlara öykünmek doğru bir tavır değildir. Evet onalara özenip, diğer parçaların federasyon, bağımsızlık çabalarını canı gönülden destekleyebiliriz, ama Kuzey Kürdistan ve Türkiye’nin siyasal, toplumsal koşullarını unutup, diğer parçalar için gerçekçi, elde edilebilir talepler olan federasyon veya bağımsızlığı bu gün Kuzey için öne sürmek gerçekçi olmadığı gibi, elde edilebilecek diğer taleplerden de uzaklaşmaya ve marjinalleşmeye yol açar.
Aslında bu konu Kürt hareketlerinin ve aydınlarının kollektif olarak kafa yorup, çözüm önerileri ve alternatifler yaratmalarını zorunlu kılmaktadır. Maalesef varolan duruma denk düşen yeni politikalar, örgüt anlayışı, mücadele tarzı ve bütün bunlara denk düşen yeni bir politik kültür ve yeni bir siyasi paradigmaya kavuşulması konusunda cesur davranılamıyor.
Kuzey Kürtleri üzerindeki asimilasyon, tenkil, tedip yeni başlamış bir süreç değil, M. Kemal ve İttihat Terakki artığı kadrolarca başlatılan ve bu güne kadar bütün Türk iktidarlarınca uygulanan bir zulüm sürecidir. TC devletinin Kürd ve Kürdistan varlığına, bilincine, amacına yönelik uygulamalarının yer yüzünde eşine, emsaline rastlamak pek mümkün değildirdir. Son yıllarda AKP hükümeti, PKK’ya karşı mücadele adı altında MHP ve BBP gibi yeminli Kürt düşmanı çevrelerle beraber Güney Kürdistan’a, Suriye Kürdistanına ve Kuzeye karşı düşmanca bir siyaseti kendine amaç edinmiş durumda. Devlet, hükümet, Türk toplumunu, Türk-İslam soslu bir ideolojik demogojiyle anti-Kürt temelde mobilize ediyor. Nerdeyse trafik kazalarının, fındık üretimindeki rekolte düşüşünün, Türk ailelerinin az çocuk yapmalarının sebebinin bile Kürtler olduğunu söyleme noktasına gelinmiş bulunuyor. Anti-Kürtlük devlet, hükümet ve siyasi partiler nezdinde öyle bir hal almış ki, Türk devleti bütün kurumlarıyla, Türk toplumu nerdeyse bütün kesimleriyle bir cinnet hali yaşıyor desek abartmış olmayız. Bu cinnet halinin yaşanmasının temelinde de Kürt ve Kürdistan meselesi yatıyor. Türk devleti ve toplumu Kürt meselesinde normalleşmediği müddetçe, özcesi, Kürtlerin varlığı ve hakları kabul edilmediği sürece, ne kendisi normalleşebilir, ne de Türk toplumu...
***
Kuzeyde Kürd siyasi hareketlerinin varlıkları ve siyasetlerini üzerine inşa ettikleri temeller, onların siyasi paradigmalarının da esaslarını teşkil eder.
Nedir bunlar?
Kürdistan, dörde, beşe bölünerek, varlığı ve hakları inkar edilen, yok sayılan bir ülkedir.
Kürdler bir millettir. Her ne kadar devletleşememişse de, kendi içinde lehce ve dini inanç farklıklarına göre dağınık bir manzara arzetse de, her ne kadar varlığı yok sayılsa da, Kürdler bir millettir.
Kuzey Kürdistan Türk ordusunun işgali, TC devletinin egemenliği altındadır.
Kürd milleti bütün diğer dünya milletteri gibi kendi geleceğini belirleme hakkına sahiptir.
Bu tesbitler, 60’lı, 70’li yıllarda kurulmuş olan Kürt hareketlerinin hemen hemen tümünün üzerinde mutabık kaldıkları, siyasi program, örgütlenme ve mücadele anlayışlarını üzerine inşa ettikleri temel tesbitlerdir.
Bu tesbitler ve TC devletinin baskılarından dolayı, Kürt örgütlerinin çoğu gizli/illegal örgütler olarak kuruldu. Türk askeri işgaline karşı silahlı mücadele savunuldu. PKK gibi örgütler silahlı mücadele verdi.
Gelinen noktada silahlı mücadele veren güç, bu mücadeleden somut bir sonuç elde edemediği gibi, devlet silahlı faaliyetleri bahane ederek, Kurdistan’ın sosyal yapısını değiştirdi ve milyonların asimilasyon çarkında övütülmesine vesile oldu. Bu silahlı hareket, bir taraftan silahlı mücadelede ısrar ederken, öbür taraftan ‘’demokratik cumhuriyet, ortak vatanı’’ savunmakta!
Kürdistani olduğunu iddia eden hareketler ve örgütler ise, savundukları bağımsızlık, federasyon gibi hedeflerinin bu günkü koşullarda karşılığının olmadığını görmelerine rağmen, hala hiç bir şey olmamış gibi davranmaktalar.
Peki halkımızın, milletimizin, Kürdistan ve Türkiye’nin mevcut koşulları ile bu Kürt hereketlerinin vizyonları, istekleri ne kadar uygun ve gerçekçidir?
Bu soruya siyasi hareketlerin, kadroların, Kürt aydınlarının uygun bir cevap bulmaları gerekir.
Ben kendimce bir cevap bulmaya çalışıyorum. Bu gün gelinen düzeyde kanaatim şudur; Hiç bir şekilde ve koşulda Kürdistan’ın bir ülke, Kürtlerin kendi geleceklerini belirleme hakkına sahip bir ulus olduğu temel düşüncesinden kopmadan, uzaklaşmadan bu gün dayatan görevi tesbit etmek gerekir.
Bu gün dayatan görev;
Gerçekleştirilebilir, kitlelerce kabul edilebilir, bir örgüt anlayışına;
Sürdürülebilir meşru mücadele yöntemlerine;
Elde edilebilir taleplere, isteklere, sahip olmaktır.
Nedir bu gerçekleştirilebilir, genişleyip büyüyebilen örgüt anlayışı?
Nedir elde edilebilir, gerçekleştirilebilir program, talep veya istekler?
Nedir bunları elde etmenin meşru, kabul edilebilir mücadele yöntemleri?
Bu sorulara vereceğimiz isabetli cevaplar, Kuzey Kurd hareketinin yeni paradigmasının oluşmasına hizmet edecektir.
Kendimizi hiç ezberlenmiş formüller içine haps etmeden, varolan gerçekliğimizden hareket edecek olursak, Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de atılması gereken en isabetli adımları tesbit edebiliriz.
Kuzeyli ve Türkiyeli Kürtlerin mücadelesi aslında, özünde, VARLIK MÜCADELESİDİR!
Kuzeyli Kürtler günümüz koşullarında siyasi paradigmalarını bu temel üzerine kurabilmelidir.
Yeni paradigmayı esas alarak örgütlenecek genel bir hareket veya kampanya veya örgüt elde edilebilir, gerçekleştirilebilir talepleri programlamalı ve mücadelesini bu eksende sürdürebilmelidir. Yukarıda vurgulamıştık, tekrarın zararı yoktur. Kuzey Kurdistan ve Türkiye’de Kürt hareketinin bu gün içinde bulunduğu durum, bırakalım bağımsızlık veya federasyonu, yerel özerkliği bile kaldıracak düzeyde değildir. Onun için hiç utanmadan, sıkılmadan, çekinmeden geçmişte savunduğumuz maksimal taleplerden, bu gün elde edilebilir olan DİL ve ULUSAL KİMLİĞİ esas alan bir program düzeyine çekilmeyi başarabilmeliyiz.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da yaşayan milyonlarca Kürdün dili ve kimliği halen yasaklıdır. Diğer bir ifade ile TC hudutları dahilinde yaşayan 20 milyondan fazla bir nüfusa sahip olan Kürtler, Türk sayılmakta, Türklüğe asimile edilmekte, Kürtçe, kurmanci ve zazaki kaybolmakla yüz yüzedir. Kürt hareketleri bu yalın gerçeği ve asgari insani bir talep olan kendi dili ve kimliği ile yaşayabilme hakkını, isteğini, talebini örgütlemek için gerekli adımları atabilmelidir.
Dil talebi olan hiç bir güç, hiç bir çevre, hiç bir örgütlenme ilerici, gerici, devletci, solcu, sağcı, devrimci, korucu, fakir, zengin, şehirli, köylü vb. gerekçeler, bahaneler ileri sürülerek ideolojik siyasal nedenlerle dışlanmamalı. Herkesle talepleri ve faaaliyetleri ortaklaştırabilmenin yolları bulunmalıdır. Kürtleri birleştirebilecek en kuvvetli çimento dil ve kimliktir. Kürt insanına, yığınlara, milyonlara erişmede kurmanci ve zazaki kadar önemli hiçbir araç yoktur. Dil ve kimliği öne çıkaran hiç bir faaaliyet küçümsenmemelidir.
Bu bağlamda Kürtçe eğitim veren kurumlar, örneğin Mardin Üniversitesi Kurdçe Bölümü, ister devlet eliyle kurulmuş olsun, ister bazı HDP veya DBP’li belediyeler tarfından Kürtçe faaliyetler, çocuk yuvaları, tabela ve sokak isimleri, dengbêj evleri gibi olsun, Kürtçe’nin kullanılıp, normalize edilme çabaları; Kurdi-Der ve benzeri sivil dernekler tarafından yürütülen Kürtçe öğrenme, öğretme faaliyetleri, Kürtçe basılı yayınlar, filmler, tiyatrolar, kitaplar, televizyon ve radyolar küçümsenmemelidir.
Devletin ortaokullarda başlattığı Kürtçe seçmeli derslere çocukların gönderilmesi için neden kampanyalar örgütlenmiyor? Çocuğuna Kürtçe öğretmeyen, çocuğunu Kürtçe seçmeli derse göndermeyen veliler neden Kürt siyasi hareketi içinde erişilmesi kolay olmayan azami taleplerin sözcülüğünü yapıyor da, öğrenilmesi ve öğretilmesi ve bir hak olarak elde edilmesi mümkün olan Kürtçeye gereken önemi vermiyor? Neden böylesi insanların Kürt hareketinin sırtına kene misali yapışmalarına müsaade ediliyor?
Evimizde, mahallemizde, iş yerimizde, kahvemizde, alış verişte, yolculukta, düğünde, cenazede, taziyede, cem evinde, mevlütte, camide, sünnette neden kurmanci ve zazaki konuşmuyoruz?
Neden derneklerde, parti toplantılarında, mitinglerde kurmanci, zazaki konuşmuyoruz. Devletin dilimizi yasakladığı doğru. Asimilasyon politikası izlediği doğru. Peki ya biz? Ya bizler? Biz ne yapıyoruz? Türkçeyi bülbül gibi öğrenmekle kalmıyoruz, başka diller de öğrenebiliyoruz ama iş kürtçeye geldiğinde ‘’ben Kürd’üm ama kürtçe bilmiyorum’’ diyebiliyoruz! Sanki çok büyük bir marifetmiş gibi başka bir kaç dil bilmekle de övünebiliyoruz!
Sadece Avrupa’da bu durumda olan ve yıllarını Kürt hareketine vermiş olan yüzlerce insan sayılabilir!
Tamam devleti, onun amansız asimilasyon politikalarını haklı olarak eleştiriyoruz ama dönüp kendimize bakmamız lazım. Devlet beni asimile ediyor? Ben ne yapıyorum? Gönüllü asimilasyona son diyebilmeliyiz, ki dil ve kimlik konusunda taleplerimiz ciddiye alınsın, saygı duyulsun. Sen kendi diline ve kimliğine saygı duymuyorsan, bunu yok etmek isteyen güç neden saygı duysun? Bunları yapabilirsek, o zaman isteklerimizde hem ne kadar ciddi olduğumuzu göstermiş oluruz, hem de devlete isteklerimizi dayatabiliriz. İşte o zaman devlete;
TC devleti, BM çocuk hakları sözleşmesine koyduğu çekinceyi kaldır, diyebiliriz.
Kürtçe (kurmanci, zazaki) ana okulundan üniversiteye kadar eğitim ve öğretim dili olmalıdır.
Kürtçe öğretmen yetiştiren okullar açılmalıdır.
Kürdistan’da resmi dil Kürtçe olmalıdır.
Müfredat proğrmları Kürtlerin varlığını inkar eden ırkçı yapıdan ve anti-Kürtlükten temizlenmelidir, diyebiliriz.
Bu talepler daha da açılıp, detaylandırılabilir.
Özet olarak, Dilimi ve Kürt kimliğimi istiyorum.
Benliğimin değiştirilmesini istemiyorum, kabul etmiyorum.
Özüm olarak, kendim olarak yaşamak istiyorum.
Başkalaşıma uğrayıp, köklerimden, kimliğimden, şahsiyetimden olmak istemiyorum.
Kürt kimliğimin ve dilimin resmi bir hak olarak kabul edilip, anayasal güvenceye kavuşturulmasını istiyorum.
Dil ve kimlik temelinde, sivil, açık, meşru bir şekilde örgütlenecek bir hareketin veya platformun veya siyasi hareketin mücadele anlayışı nasıl olmalıdır?
Kürt kişiliği Türklükle, Kürt dili Türkçe ile yok edilmek isteniyor. Bu tehdide karşı nasıl durabilirim sorusunu herkes kendisine sormalıdır. Şu anda milyonlarca kurmanc, zaza Türkleşmiş bulunuyor. Bu Türkleşme cereyanı artık dünkü gibi devede kulak kalmıyor, toplumun önemli kesimlerini kapsamış bulunuyor.
Mücadele metodu ne olmalıdır? Nasıl olmalıdır? Sorusuna herkes kendisi en uygun cevabı bulabilir. Benim cevabım; Kürtçe konuş, kürt kimliğini gizleme, saklama, komplekse kapılma! Nasıl ki Alman olmak, Arap olmak, Türk olmak, Tacik olmak, Bulgar olmak, Rus olmak doğal ise; Kürt olmak, kurmanc olmak, zaza olmak, êzdi olmak, kızılbaş olmak da o kadar doğaldır. Kürtçe, zazaca, kurmanci konuşmak o kadar doğaldır. Dil ve kimlik mücadelesi kadar doğal, ve haklı bir mücadele yoktur, yeterki meşru zeminlerde kararlı ve bilinçli bir şekilde sürdürülebilsin.
Mücadele metodunun cevabı tek cümledir; Olduğun gibi yaşa...
Nedir olduğun gibi yaşamak? Bir Kürt gibi yaşa. Kürtçe konuş, kürtçe oku, kürtçe yaz, kürtçe düşün, kürtçe aşık ol, kürtçe kavga et, kürtçe rüya gör, kürtçe hayal kur velhasılı kelam rahmetli şair Hêjar Mukriyani’nin dediği gibi; ‘’bi kurdî dijîm, bi kurdî dimrim, bi kurdî didim wulamî qebrî xom, dîsan bi kurdî zindî dibûmewe’’ ‘’Kürtçe yaşarım, Kürtçe ölürüm, Kürtçe veririm mezarımdaki cevabı ve tekrar Kürtçe dirilirim’’ de ki varlığın ortadan kalkmasın!
Günümüz koşullarında Türkiye sınırları içinde yaşayan Kürtlerin, Kürtçeden ve Kürt kimliğinden vaz geçmemeleri, Kürt diline ve Kürt kimliğine sahip çıkmaları en saygın, en büyük mücadeledir. Bunun dışındaki önermeler, Kürtleri kandırmaya, oyalamaya yönelik ayakları yere basmayan önermelerdir.
Neden?
Senin varlığına kast edilmiş de ondan!
Senin varlığına nasıl kast ediliyor?
Senin dilin ve kimliğin yok edilerek!
Sen buna nasıl karşı çıkabilirsin?
Kürt diline ve Kürt kimliğine sahip çıkarak.
Yeni bir paradigma, bu paradigmanın odağına konulan taleplere göre, isteklere göre, yeni bir programa, yeni bir örgütlenme anlayışına, mücadele tarzı ve yeni bir politik kültüre kavuşmayı da gerekli kılar. 40-50 yıllık bir mücadele geçmişi ve birikimine sahip olan Kuzeyli Kürt hareketleri kendi siyasi programlarından vazgeçmeden, bütün Kürtleri ilgilendiren dil, kimlik ve varlık talebi etrafında ortak bir milli mücadele platformu yaratamazlar mı?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.