Kürtçe Bilmeyenleri Dışlamayalım!

Son yıllarda bazı Kürt siyasileri, aydın ve okumuşları arasında yaygın bir hale gelen, gittikçe olumsuz bir tavra, yanlış ve haksız bir anlayışa dönüşen bir eğilim tespit ettim. Söz konusu yanlış anlayışı, bu kesimin yazdığı bazı yazılarda, sosyal medya paylaşımlarında, bu paylaşım ve yazıların tartışmalarında görmek mümkün.

Abit Gürses

10.03.2021, Çar | 10:03

Kürtçe Bilmeyenleri Dışlamayalım!
Makaleyi Paylaş

Meselenin özü şu: İnsan ister ki, Kürt ve Kurdistan davasıyla, amacıyla uğraşanlar, ilgilenenler Kürtçeyi Kurmanci ve Zazaki rahat konuşabilen, okuyup yazabilen kişilerden oluşsun. İdeal olan, beklenen, olması gereken, normal olan, budur.

Ama maalesef Türkiye'deki Kurdistanlılar ve Kürtler arasında durum farklı. Birçok değerli, saygın Kürt siyasi kadrosu ve aydını uğramış oldukları asimilasyondan dolayı anadilleri olan Kurmanci ve Zazaki'yi konuşamıyor, okuyup, yazamıyorlar. Yine Kurdistanlı olmakla beraber etnik olarak Kürt olmayan, farklı etnik gruplara örneğin: Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler, Mihelmiler, Qereciler, Ahlat Türkleri, Van Acemleri, Kızıltepe Çaçanları, Ergani, Cermik, Cungus Kakoları, Midyat Suryanileri, Siirt Arapları, Şêgo Bıdrileri, Laz ve Bulgar göçmenleri, Bulanık, Muş Terekmeleri, Karapapakları gibi gruplara mensup binlerce değerli kişi Kürdistanlı örgütler içinde veya çevresinde yer almış durumda.

Bunların da büyük çoğunluğu Kürtçe bilmiyor.

Kürtçe konuşan, okuma yazma bilen, herkesten çok iyi Kürt olduğunu zanneden bazı 'siyasi' Kürtler, yukarıda belirttiğim kesimlere karşı Kürtçe bilmedikleri için, dışlayıcı, küçümseyici, itici bir tavır içindeler. Tabi insan, “bunda ne var canım, onlar da Kürtçe öğrenmiş olsalardı” deyip geçebilir. Ama mesele öyle basit değil!
Söz konusu anlayış sahipleri, küçümsedikleri, dışladıkları, kınadıkları bu Kürtçe bilmeyen yurtsever, demokrat, devrimci Kürtlerin hangi sebeplerle asimile olduklarını, asimilasyonun Kürt toplumu bünyesinde ne denli iflah olmaz derin yaralar açtığını düşünme ihtiyacı duymadan, önyargılı bir yaklaşımla, önemli ve değerli bir kesimi, haksız bir şekilde mahkûm etmiş oluyorlar.

Bu nitelikteki insanlarımızın yapılarına daha yakından bakabilme olgunluğuna, kabiliyetine ve sabrına sahip olanlar, bu grubu öyle kaba saba önyargılarla tu kaka etmenin ne denli yanlış ve zararlı bir tavır olduğunu çok iyi görebilirler.

Asimile olmuş Kürtlerin ortak özellikleri Kürtçeyi bilmemek olmakla beraber, bu gruptaki insanlarımızı Kurdistan meselesine, asimilasyona, Türk devletine bakışta biri birinden nitelik olarak çok farklı birkaç grup içinde görmek ve ona göre davranmak gerekir.

Birinci grup; Kürt kimliğinin farkında olan, asimilasyona uğradığını bilen, Kürt siyasi elitleri ve hareketleri içinde bilinçli ve aktif olarak yer alanlardır.

İkinci ve en geniş grup; asimile olduğunun, kimliğinin bilincinde olup genel olarak yurtsever harekete sempatiyle bakanlardır.

Üçüncü grup; asimile oluşunu yadırgamayan, kimliğine sahip çıkmayan, gidişatı kadere bırakmış büyük çoğunluktur.

Dördüncü grup; bilinçli olarak Kürtlüğünden korkan ve kaçan, kendine uyduruk kökler arayarak, ceddini Buhara'lara, Hz. Muhammed’in sülalesine dayandıranlardır. Bunlar, dinci ve ırkçı siyasi akımlar içinde yer alıp, gönüllü olarak polislik, paralı askerlik, muhbirlik gibi işlere kapak atmaya çalışan ve de Kürt hareketine düşmanca yaklaşanlardır.

Türkiye’deki siyasi ve sosyal ortama göre bu son iki grup arasında geçişgenlik söz konusudur.

Bu yazıya konu olan, beni tedirgin eden esas sorun, çok, hem de herkesten ‘çok daha iyi Kürt’ olduğu zehabına kapılan bazı kurdi geçinen tiplerin yukarıda izah ettiğim ilk iki grup içinde yer alan nitelikli, yurtsever demokrat, devrimci Kürtleri Kürtçe bilmedikleri için tu kaka etmeleridir.

Anlatmaya çalıştığım kesim içinde yer alanların çoğu, Kurdistan mücadelesini yeterince kavrayamamış, Kürt toplumunun yapısını analiz edecek kapasiteye sahip olmayan, salt Kürtçe konuşma, okuma ve yazmakla, başkalarını küçümseyerek kendisini yükselttiğini zanneden tiplerdir.

Kuşkusuz anadilini bilmeyen Kürt ve Kurdistanlı siyasi kadrolar ve aydınlardan Kürtçe konuşma, okuma-yazma konusunda beklenti içinde olmak çok doğaldır. Olması gereken; asimilasyona sadece lafta değil, pratikte de karşı olunduğunu göstermektir. Bunun için de Kürtçeyi öğrenmeye çalışarak, asimilasyon sürecini tersine çevirmek gerekir. Kürt hareketi içinde yer alan herkes, ister etnik kökeni Kürt olsun veya diğer etnik kökenlere mensup Kurdistanlılar olsun, Kürtçeye gerekli önemi vermeleri gerekir. En az iletişim kurabilecek derecede Kürtçe öğrenerek, bunu pratikte gösterebilirler. Tabii bu konuda zorlayıcı olmak mümkün değil, o söz konusu bireylerin isteğine, iradesine kalmış bir taleptir. Kürt yurtsever çevrelerinin böyle bir beklenti içinde olmaları çok doğaldır.

Doğal olmayan, dilde ve düşüncede asimilasyona uğramış Kürtlerin Türk solundan uzaklaşarak, 1960 sonları ve 1970 başlarından beri Kürt hareketinde dominant olmaları gerçeğidir. Maalesef bu hem olumlu hem de olumsuz özellikler taşıyan bir gerçektir. Sanki Kürt hareketi, Kürt partileri, Kürt örgütleri Kürtçe konuşuyorlar da, sadece bazı asimile olmuş kişilerde mi sorun var!

Hayır öyle değil!

1965 yılında kurulan KDP'den başlayarak, en son kurulan Kürt örgütüne kadar, hangi Kürt örgütünün hakim dili Kurmanci ve Zazaki olmuştur?

Rahmetli Kemal Badilli, Musa Anter, Doktor Sait Kırmızı Toprak gibi bazı ileri gelen kadrolar Kürtçeye önem vermeye çalışmış olmakla beraber, bu anlayışı harekete hakim kılamamışlar.

Bildiğim kadar, 2014 yılında kurulan PAK'ın bu konudaki hassasiyeti ve ısrarı hariç, toplantılarını, açıklamalarını, faaliyetlerini Kurmanci ve Zazaki olarak yürüten bir Kürt örgüt yok gibi!

Kuzey Kürt hareketinin a'dan, z'ye, aydınların mütevazisinden, burnu havada olanına, Kürtçe yazarak Türk siyasi elitleri ve aydınları içinde itibar elde etme peşinde olanlardan, Kürtçenin isimsiz meçhul gerçek neferlerine kadar geniş bir çevrenin bu meseleyi tartışarak ortak bir anlayışa kavuşması gerekiyor. Kürtçe konusundaki yanlış nerde nasıl başladı ve bu güne nasıl gelindi sorusuna hep beraber, dürüst, objektif bir cevap bulmamız gerekiyor!

Kanaatime göre, bu bilinçli seçilmiş bir yanlış değil! Bu yanlışın esas kaynağı merhametsiz, zalimane, dünyada eşine ender rastlanılan asimilasyon uygulamasına uğramış olan Kürt okumuş kuşaklarının siyasi bilinçleri netleştikçe Kürt meselesine angaje olmaları ve bu gelişen genç Kürt ulusal hareketinin yönetici ve taşıyıcı kadroları olmalarından kaynaklanmaktadir. Bu problem, Kürt meselesini kendilerine sorun edip, Kurt hareketinden yana adım atan çoğu asimile olmuş kadrolarla başladı ve bugüne kadar devam edegeldi.

Nasıl ve neden böyle oldu, sorusuna verebileceğimiz tek bir cevap var:
Devletin, sürgün ve katliam eşliğinde asimilasyon siyaseti ile Kürtçeyi, Kürtlüğü yok etme uygulamaları buna sebep oldu!

1925'ten sonra, Kürt dilini, edebiyatını yaşatan tek önemli kurum olan medreselerin kapatılmış olması, 1925'ten 1950lere gelindiğinde, özellikle Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’nün Ebedi Şef, Milli Şef dönemlerinde bırakalım okuma yazmayı konuşmak bile yasaklanmış, cezaya tabi tutulmuştu. Bu durum 1950'lerin ortalarına kadar devam etmişti.

Artık çok ücra bazı köylerde gizli saklı bir şekilde bazı Kürt yurtsever mellelerin veya şeyhlerin okuttuğu az sayıdaki Feqi'ler dışında otantik Kürtçe eğitimden geçen Kürt aydını kalmamıştı. 1970'li yıllarda bütün camiler Diyanete bağlanıp, imam ve müezzinlik devlet memuru statüsünde İmam Hatip okulu mezunlarına verilince, az çok gizli derslerle yetiştirilen Kürt feqilerinin de sonu gelmiş oldu.

1965'te kurulan TKDP’nin kadroları ve üyeleri Kurmanci ve Zazaki konuşabilen, az çok okuyup yazabilenlerden oluşuyordu.

Maalesef sonra kurulan ve bugüne kadar gelen T-KDP, TKSP, Rızgari, Kawa, KUK, PKK gibi örgütlerin hakim dili Türkçe oldu. Dr. Şıvan ve T-KDP'si de Kürtçeye önem veriyordu ama artık lider kadrolarla ara kadroların çoğu Türkçe konuşanlardan oluşuyordu.

12 Mart sonrası oluşan örgüt ve grupların merkez ve ara kadrolarının hakim dili Türkçeleşmiş, Kürtçe istisna olmuştu. Farklı siyasi geleneklerden gelen kadroların gönülleri kalmasın diye, diğer hareketlerden değil 1992'ye kadar mensubu olduğum Rızgari'den örnek vereceğim.

Rızgari'yi oluşturan DDKO kadrolarının Ocak Komünü olarak adlandırılan yapı içerisinde yer alan kadroların arasındaki hâkim dil Türkçe idi. Bu grup içinde, Ali Beyköylü, Battal Battê, Mahmut Kılıç, Feqî Hüseyin Sağnıç gibi Kürtçeye hâkim olan kadrolar yanında Mümtaz Kotan, Fikret Şahin, gibi Kürtçe bilmeyen kadrolar da vardı.

12 Mart yargılamalarında yapılan savunmalara bakıldığında, Kürt dilini, kimliğini, tarihini, kültürünü, varlığını devletin inkarci tezlerine karşı en kapsamlı şekilde savunanlar kendilerini Ocak Komünü olarak adlandıran genç kadrolar olmuştur. Benim Kürt meselesinde aydınlanmamı sağlayan baş yapıt DDKO savunmasıdır. Onu İsmail Beşikçi davası, Dr. Şıvan'ın "Kuzey Irak Halk Hareketi ve Baas Irkçılığı" ismiyle Komal'ın yayımladığı orijinal ismi "Kurdistan İhtilali" olan kitabı, Koçgiri Halk Hareketi ve diğer eserler izledi.

Rızgari dergilerindeki net Kurdi duruş, özellikle Şêyh Sait Hareketi tahlili, İlhan Selçuk'un "Barzani, Türkeş" makalesini eleştirisi ve benzeri yazılar Komal ve Rızgari'ye sempati duymamı sağladı. Komal ve Rızgari 1975-76'larda diğer siyasi çizgilere göre Kürt ve Kurdistan meselesini çok daha net ve güçlü savunuyordu. Rızgari'nin ileri gelen kadrolarına baktığımız zaman, daha ziyade Kürt elit tabakalarının çocuklarından oluştuğunu ve soldan hem de Türk solundan milli meseleyi tartışarak kopup geldiklerini görüyoruz.

Mümtaz Kotan, Fikret Şahin, Battal Batte, Mahmut Kılıç, Şerafeddin Kaya, Ruşen Arslan, Zülküf Şahin, İbrahim Güçlü, Orhan Kotan, Hüseyin Sağnıç, Hatice Yaşar, İkram Delen, Mehmet Uzun, Ali Beyköylü, Yümnü Budak, Yücel Zulfikar, Abdurahman Demir, Nesimi Yaman, Recep Maraşlı, Zülküf Günay, Kazım Baba gibi kadrolara bakıldığında bu kadroların çoğu ilk siyasal biçimlenmelerini TİP veya Türk solundan almıştı.

K. Burkay ve Özgürlük Yolu, A. Öcalan ve PKK kadroları için de durum aynıdır. TİP ve AYÖD’den gelmedirler. Bu kadroların iletişim dili Türkçe idi. Bir kısmı asimilasyondan dolayı, bir kısmı da anadilleri olmadığı için Kürtçe bilmiyorlardı.

Ben Rızgari sürecinin tümüne hâkim bir kişi değilim, Rizgari dergisinin son sayfalarinda yer alan cok kısa bazı Kürtçe metinler dışında Kürtçeye arkadaşların ilk yıllarda ne kadar önem verdiklerini bilemiyorum. Ama ben Rizgari içinde yer aldığımda 1977’lerde rahmetli Feqi Hüseyin Sağnıç hariç hiç kimsenin Kürtçeye ilişkin teşvik edici bir tavrını görmedim!

Rızgari kadrolarının ve taraftarlarının eğitimine çok önem veriyordu. Hatta bölünme (1978 Kasım'da bölünme oldu) sonrası, “Marksizmi Öğrenelim Kampanyası” adı altında çok ağır bir teorik eğitim programı uygulandı. Her biri 4 bölümden oluşan dört etaplık toplam 16 bölüm olan bu eğitim programını Diyarbekir bölgesinde uygulayanlardan biri de ben olduğum için aklımda kalmıştı. Ben grubumdaki arkadaşlara, Para, değer, kıymet, artı-değeri anlatıyorum, arkadaşlardan biri, "müzede 16-17 milyon lira değerinde bir parça var onu kaldıralım mı?" diyor!

1986 Yazında Irak KDP 2. Bölgesinin karargâhında iki eski komünist olan rahmetli Franso Heriri ve Felakeddin Kakayi ile sohbet ederken söz teorik eğitim meselesine geldi. Ben Rızgari'nin eğitim programından bahsettim. İkisi de şaşkınlık içinde, "Yahu siz ne yapıyorsunuz. Bu konular ancak Moskova'da üniversite düzeyinde lisansüstü eğitim için Marksizm Leninizm enstitülerinde okutuluyor!" diye şaşkınlıkla karşılamışlardı. Evet, herkesten çok daha net ve cesurca Kurdistan davasını savunan Rızgari'nin kadro eğitimi buydu! Hiç kimse Kürtçe, Kürt edebiyatı, Kürt tarihi veya coğrafyasını öğretmeyi, öğrenmeyi dert etmiyordu!

Bunun nasıl bir sonuç yarattığını 1991 yazında Atina'da yapılan Rızgari Konferansında gördük.
Bekir Uçar arkadaşımız Kürtçe konuştuğu için yadırgandı. Ben güzel İstanbul Türkçesi konuşmadığım için eleştirildim! Bunlar, sadece dil konusunda asimilasyonun sırf Rızgari kadrolarında yarattığı tahribatlardan basit örnekler!

Ya düşüncedeki Türkleşme, Türkiyelileşme ve Türkçe düşünmeye ne demeli? Tarihteki bütün Kürt direniş hareketlerine olumlu yaklaşan ve bu yapısından taviz vermeyen Rizgarî Konferansında ben, Güney Kürdistan'daki genel durum üzerine bir sunum yaptım. Tabi ki 36. Paralel ve Çekiç Güç ve birçok bağlantılı konuya da değindim. Bu sunumun tartışma bölümünde Türkiye'den toplantıya gelen sakallı bir delege, "Güney Kurdistan'ın emperyalizm işbirlikçisi önderlikleri, Barzani ve Talabani ihanet içindeler." diyerek bir giriş yaptı! Ben kulaklarıma inanamadım bu Kürt düşmanı Türk siyasal çevrelerinin ağzına pelesenk olmuş laflarla bire bir örtüşen saldırının Rızgari Konferansında, bir delege tarafından edilmesi karşısında tepemin tası attı! "Arkadaşlar Rizgarî Konferansında Barzani ve Talabani'ye böyle hakaret edilmesine karşı Divanı ve Genel Sekreter'i göreve davet ediyorum," dedim. Maalesef ikisinden de çıt çıkmayınca, şöyle cevap vermek zorunda kaldım: "Çekiç güç ne yapıyor? Irak Kürtlerine havadan yiyecek ve giyecek malzemesi atıyor! Bomba atmıyor ki! Elinde dürbünle yukarıdan bakıyor, Saddam Kürtlere vurunca, Çekiç Güç’te tık, tık Saddam'ın kafasına vuruyor, sana ne oluyor! Sizi ne geriyor?!"

Maalesef asimilasyon sadece dilde ve kimlikte bizim insanlarımızı Türkleştirmiş değil, en tehlikelisi düşüncede de Türkleştirmiş olması!

Neyse konudan uzaklaşmadan tekrar olayları ve olguları biri birine karıştırmadan toparlayalım. Maalesef Türkiye'deki Kürt siyasi hareketinin kadrolarının önemli bir bölümü asimilasyona uğradığı için, bir bölümünün de anadili olmadığı için Kürtçe bilmiyorlar. Bu bir eksiklik ve giderilmesi gereken bir zaaftır.

Ne yazık ki Kürtçe bilen bir kısım Kürt aydını ve siyasetçisi bu Kürtçe bilmeyen kesimi tu kaka ederek, aslında doğru bir beklentiyi, isteği dışlayıcı bir tavıra dönüştürmüş oluyor. Oysa bu Kürtçe bilmeyen Kürt ve Kürdistanlı kadroların, çevrelerin yurtsever demokrat Kürt hareketine büyük katkıları olmuştur ve bu hareketin azımsanamayacak bir kısmını teşkil etmekteler.

Bu kesime karşı çok daha dikkatli, saygın ve kapsayıcı bir yaklaşım sahibi olmak gerekir. Maalesef bu bizim yaramız! Kuzey Kürt hareketinin yarası! Hem de çok derin ve çok iltihaplı bir yara, tedavisi bugünden yarına olabilecek basit bir yara değil!

Türkiye Kürtleri için Kürtçe ne kadar önemli ise, bir o kadar da yurtsever duruşun mihenk taşı olmaktan uzaktır! Onu da bilmek gerekir.

Neden?

Nedeni şu: Türkiye Kürtleri ve Kurdistanlıların yurtseverliğini belirleyen kıstas, devletin Kürtleri yok sayan siyasetine, uygulamalarına karşı durmak, Kürt milletinin varlık ve hak mücadelesinin yanında yer almaktan geçer! Kürtçe bilmek çok önemli ama maalesef bu mesele Kürtçe bilmekle hal olmuyor! Kürtçe bilip de devlete hizmet edenler olduğu gibi, asimile olup, dilini, kimliğini kaybedenlerden de devlete hizmet edenler var. Aynı şekilde, Kürtçe bilmeyip de Kürt hareketine hizmet edenler olduğu gibi, Kürtçe bilip edenler de çok var!

Genelde Kürt hareketinin ve aydınlarının dil ve kimlik konusundaki hassasiyetleri çok önemlidir. Dilde, kimlikte ve de düşüncede asimilasyona karşı sürekli ve tutarlı bir tavır geliştirmek zorundayız. Asimile olmuş kesimler için, çocuklar, gençler, kadınlar ve yetişkinler için mutlaka Kürt hareketinin ortak ve uygulanabilir bir yaklaşımı oluşturulmalıdır.

Kürtçe entelektüel üretimin kalitesi yükseltilerek cazip hale getirilmelidir.

Maalesef Kurtler arasında Kürtçe okuma oranı çok düşük. Biz yıllarca Kürtçe Türkçe kitap yayımladık, gazete çıkardık, makale yazdık. 1980-90'larda Kürtçe kitap Avrupa'da 500-600 satarken, Türkçe kitap 2000-2500 satıyordu. Yazı yazdığım Rojevakurd, Rojeva Kurdistan, Tv K24, Rupela Nû, Nêrîna Azad sitelerinde benzer konulardaki makalelerin okunma sayıları arasında dağlar kadar fark var. Nêrîna Azad'da bir Kürtçe makale yüzlerce okunurken, Türkçe makale binlerce kez okunuyor. Bir Kürtçe makaleyi bin kişi zor okurken, Türkçe makaleyi on bin, yirmi bin kişi okuyor! Bunlar bizim acı gerçeklerimiz!

Biz bu acı gerçeğe teslim olamayız! Olamayız ama bu gerçeği de göz ardı edemeyiz.

Bu konu yeterince tartışılmadığı için, biz Kürtler arasında önemli konuları uygun bir şekilde ele alıp isabetli sonuçlara varmak için bir tartışma geleneği ve adabı oluşmadığı için maalesef bir çok sorunlu meseleye el atılmıyor. Bu yazıya konu olan mesele de böyledir.

Ben artık edebi ürünler için, Kürtçe olsun, çamurdan olsun anlayışında değilim! Kürt yazını orayi aştı.

Kuzey Kurdistan ve Türkiye'de yaşayan Kürtler arasında konuşmada, dilde asimilasyon ne kadar yaygınlaşıp tehlike arzetse de, yazın da tam tersi bir gelişme söz konusudur.

Özellikle 1980'li yıllarda İsveç Kürtleri arasında gelişen ve son yirmi yıldır Türkiye ye de sirayet etmiş olan bu yazın dilindeki gelişme çok sevindiricidir.

Zaten şiirde Kürtçe öteden beri çok iyi bir yerde idi. Son yıllarda roman ve hikâye de de çok iyi eserler veriliyor. Kürtçe yazı dili olarak yok olma tehlikesi altında olmadığı gibi, bir yükselme çağı yaşıyor.

Aynı şekilde Kürtçe konuşsun, bilsin, okuyup yazsın çamurdan olsun anlayışına da karşıyım. Kürtçe bilenler, okuyup yazanlar bu özelliklerini, hususiyetlerini onun bunun kafasına çalıp böbürleneceklerine daha kaliteli, daha değerli ürünler bırakmaya çalışsınlar. Güzel bir konuşma ve hitabet dili oluşturmaya çalışsınlar, üç beş kişiye güzel Kürtçe öğretmeye çalışsınlar. Kürtçe biliyorum diye, bilmeyenlere tepeden bakıp, herkesten daha iyi Kürt olup olmadıkları konusunda ahkâm kesmesinler!

Öte yandan çok geç de olsa, bazı eksikleri de olsa nihayet dil ve kimlik meselesinin Kürt hareketinin gündeminde yer alarak, ortak bir kampanyayı örgütleyecek duruma gelinmiş olması çok yararlı ve sevindirici bir gelişmedir.

Maalesef yakın geçmişte Kuzey Kürt hareketi bir bütün olarak dile gerekli önemi ve ilgiyi göstermedi. Bugün asimilasyon tehlikesinin boyutlarının farkına varılmış olması çok önemli, ama yeterli değil. Kürt hareketi bir bütün olarak artık günümüzde uygulanabilir bir anti-asimilasyoncu anlayışa kavuşmalıdır.

Kürtçe bilmeyen Kurdistanlı bacılar, kardeşler, anadili Kürtçe olup asimile olmuş yurtsever demokratlar, lütfen Türkçe kadar olmasa da, öğrenmiş olduğunuz diğer dillere verdiğiniz emeğin ve zamanın onda birini lütfen Kürtçeye de verin! Göreceksiniz ki, Kürtçe zannettiğiniz kadar zor öğrenilecek bir dil değildir. Bu lafı ezbere etmiyorum! Ben 24 yaşında Kürtçe öğrenmeye başladım, çok şükür mükemmel olmasa da Kürtçe yazacak kadar öğrenebildim. Ayrıca Kürtçe öğrenmiş olan Türk, Arap, Japon, Alman, Rus, İngilizler gördüm. Kürtçe öğrenmeyi gözünüzde büyütmeyin. Zaten hiçbir kimse hiçbir dili mükemmel bilemez. Dil iletişim aracıdır. Karşıdakini anlayıp, meramını karşıdakine aktarabiliyorsan dili biliyorsun demektir. Elbette yanlış ve hata yapa yapa bir dil öğrenilir. Zaten asimile de olsa bir insan eğer Kürt toplumu içinde yaşıyorsa az çok Kurmanci ve Zazaki'ye aşinadır. Müzik, radyo, televizyon dinlemek, yüksek sesle düz yazı ve şiir okumak dili daha kolay öğrenmeye yardımcı olabilir.

Sonuç olarak, özellikle yurtsever demokrat saflarda ve çevresinde yer alan asimile olmuş veya Kürtçe bilmeyen yurtsever demokratlara, aydınlara, insanlarımıza karşı daha anlayışlı, birleştirici, toparlayıcı bir yaklaşım içinde olmak lazım. Kürtçe bilmeyen bu nitelikli insanlarımızı bildiğimiz Kürtçeyle dövmeyelim, dışlamayalım, itmeyelim. Böylesi bir tavır içinde olanlar, bilerek veya bilmeyerek genelde Kürt yurtsever hareketine zarar verdiklerini fark etmelidirler artık.

Bu kategorideki kadrolara Kürt kurumlarının yaklaşımında sakatlıklar var. Bu arkadaşlar poliste, mahkemede, zindanda direnirken, bedel öderken, ceza yerken hiç kimse bunların Kürtçe bilip bilmediği ile uğraşmaz, eleştiri yapmaz, küçümsemez, itip kakmaz. Ama sıra bir Kürt yazarlar veya gazeteciler sendikasına veya derneğine üyeliğe gelince, kimse bunların durumunu düşünmez! Kürtçe yazıp çizmedikleri için, bu kurumlara üye olmaya layık görülmezler!

Bu meselenin başka bir yanı daha var. Kuşkusuz bir sanatçı, yazar, entelektüel hangi dilde eser verirse o dile hizmet etmiş olur. Kürt ve Kurdistan mücadelesinde siyasi ve entellektuel olarak yer almış, (örneğin Orhan Kotan) ömrünü bu mücadeleye adamış bir yazar, Türkçe yazdığı için Türk yazarı sayılıyor! Oysa şiirinin malzemesi, konusu, Kürt halkı ve Kurdistan ama Türkçe yazılmış.

Aynı şekilde romanlarının konusu ve malzemesi Kürtler olan Selim Berekat, adam Arapça yazmış. Yaklaşık 20 yıl önce tanışıp sohbet etmiştim. O zaman konuşma dili olarak Kürtçesi çok kötü idi (belki şimdi iyileşmiş olabilir). Arap dili ve edebiyatının günümüzde en önemli kalemi olarak görülen bu zat, bana ısrarla, "ben Kürt yazarıyım" diyordu. Ya peki Yaşar Kemal diye sorduğumda, "O Kürt yazarı değil, Türk yazarıdır." diye diretiyordu. Kardeşim, sen Arapça yazıyorsun Kürt yazarıyım diyorsun. Yaşar Kemal'in de romanlarında en az bazılarında Kürtler veya Kürt motifleri var, o neden Kürt yazarı olmasın? dediğimde, "hayır o olamaz" diye diretiyordu.

Şimdi biz Orhan Kotan, Selim Berekat, Yasar Kemal, Ahmed Arif'i hangi kategoriye koyacağız?

Ahmed Arif'in 33 Kurşunu'na ne diyeceğiz? Ahmed Arif'in 33 Kurşunu Türkçe yazılmış, doğru. Ama 33 Kurşun'un içeriği nedir? 33 Kurşun gibi Özalp Katliamını anlatan başka bir yapıt, Kürtçe destan da dahil var mıdır?

E ne yapalım, Ahmed Arif de Orhan Kotan da bir yanları Kürt, bir yanları Türk veya Türkmen ailelere dayanıyor. İşte Kurdistan'da böylesi bir toplumsal gerçek de var! Ne yapacağız? Irkî, genetik incelemeler mi yapacağız?

Arame Tigran, Garabete Xaco, Ahmet Kaya, Yilmaz Guney’lere ve onlara benzer yüzlerce örneğe değinmiyorum!

Onun için bu konularda kalem oynatırken, belirleme ve tespit yaparken toplumumuzun gerçeklerini göz önüne almak zorundayız! Ve o gerçeklere karşı da saygılı olmak zorundayız! Kürtçe eğitimin olmadığı, dünyada eşi benzeri olmayan zoraki bir asimilasyona tabii tutulmuş bir toplumun fertlerinden damıtılmış, arıtılmış, safi Kurdi tavırlar ve eserler beklemek ne kadar doğru bir beklentidir diye kendimizi sorgulamamız gerekiyor, beyler! Kurdistan toplumunun sosyal ve kültürel renkliliği bizlerin özellikle göçmenlikte yarattığımız küçücük sırça köşkçüklerimize sığmaz! Kurdistan çok renkli çok milliyetli, çok dinli bir toplumdur ve Kürt siyasi hareketine düşen görev bu renkleri soldurmak değil, yaşatmaktır!

Bütün bunları bir yana koyalım. Kürt yurtsever, devrimci, demokrat hareketleri içinde veya etrafında yer alan, mücadele veren binlerce Kurmanci ve Zazaki bilmeyen yürekli genç kızlarımızı ve oğullarımızı nereye koyacağız?

Yıllarca Kürtlere Özgürlük (Ji Kurdara Azadî) demeye dili varmayanların, bu slogan burjuva milliyetçi bir slogandır diyerek tukaka edip "Halklara Özgürlük" sloganı atanların, son yıllarda HDPnin halklara vurgu yapmasını tiye almalarına ne demeli?

Mutlaka, elbette, tartışmasız bir şekilde Kurmanci ve Zazaki'ye her alanda önem ve destek vermeliyiz. Asimilasyon tehdidine karşı dilimizi ve kimliğimizi muhafaza etmek ve geliştirmek için çok bilinçli bir mücadele vermeliyiz. Bunu yaparken gerek asimilasyondan dolayı olsun, gerekse farklı etnik kökenlere mensup olmaktan dolayı olsun, Kürtçe bilmeyenleri tu kaka etmeyelim, dışlamayalım, onlara karşı itici olmayalım. Bu bizim sosyal gerçekliğimiz. Bu gerçekleri göz önüne alarak hareket etmek zorundayız.

Ayrıca Kurdistan toplumu çok dilli çok kültürlü, çok dinli bir toplumdur. Toplumumuzun bu özelliğini gözardı edemeyeceğimiz gibi, bütün dillere, dinlere ve kültürlere gelişip, serpilecekleri alanlar açma da Kürt siyasi hareketinin en önemli görevlerinden biridir. Dolayısıyla asimile olmuş siyasi ve kültürel elitleri de aynı görev bilinci ile kucaklamak gerekir.

Kürt siyasi hareketinin Kurmanc ve Sünni ağırlıklı olmasından dolayı, Kurmanc ve Sünni kökenli kesimlerin diğer bütün kesimlere karşı daha toleranslı bir yaklaşım içinde olmaları gerekir.

Bizim herkesten çok daha iyi Kürt olma derdimiz olmamalı, iyi birer Kurdistanlı olmaya çalışmak lazım! Hiçbir şey bilmiyor isek, çok daha Kurdi olmakla övüneceğimize, Güneyli kardeşlerimiz gibi iyi birer Kurdistanlı olmaya çalışalım!

Belki başka bir yazıda Kurdi mi? Kurdistanlı mı? olmak meselesini biraz daha genişçe ele alabiliriz. Kurdi olmak nedir? Kurdistanlı olmak nedir? Gerçekten halkımız, yurtseverler, siyasi kadrolar, aydınlar bu kavramlardan ne anlıyorlar? Sanıyorum bu konuyu da ele alıp tartışmamızda fayda var.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
4304 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:15:29:00
x