Prof. Dr. İsmet Şerif Vanlı İle Hayatı Ve Vasiyetine Dair Bir Söyleyişi

Kürt halkının değerli akademisyen ve diplomatlarından, sürgündeki en önemli entelektüel hafızalarından, Prof. Dr. İsmet Şerif Vanlı aylarca tedavi gördüğü İsviçre’nin Lozan Üniversitesi Hastanesi’nde vefat etmişti. 1996 yılında, zamanında Özgür Politika gazetesi için yaptığım bu röportajı vefatının dördüncü yıldönümü dolaysı ile Vanlı’nın anısına okurlarımızla yeniden paylaşmak istedim… Saygıdeğer bir ağabeyim, hocam ve dostumdu. O’dan çok şey öğrendiğimi itiraf etmeliyim ve anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Aydın Dere

15.08.2015, Cts | 17:26

Prof. Dr. İsmet Şerif Vanlı İle Hayatı Ve Vasiyetine Dair Bir Söyleyişi
Makaleyi Paylaş

Prof, Dr. Vanlı vasiyetinde Amed’de gömülmek istediğini; Türk Dış ve İçişleri Bakanlıklarına bir mektup yazarak vasiyetinin engellenmemesini istemişti ancak 2011 yılında vefat edince Türk devleti Vanlı’nın Amed’e defn edilmesini engellendi.

Şam, Fransa ve ABD’de eğitimini sürdüren Vanlı 1948 yılında Lozan’da hukuk eğitimini tamamladı. KDP ve İKDP’ye Avrupa diplomasi sorumluluğu düzeyinde misyon sahibi oldu. Vanlı, 1995 yılında kurulan Sürgünde Kürdistan Parlamentosu’na katıldı. 1999 yılında kurulan Kürdistan Ulusal Kongresi’ne uzun yıllar başkanlık yaptı. Vanlı’nın, çok sayıda eseri bulunuyor. Vanlı, eşi Carmen ve oğlu Siyabend ile uzun yıllardan beri Lozan’da yaşadı, tarih hocalığı ve hakimlik yaptı.

Hocam, okurlarımız sizi bilimsel ve siyasal çalışmalarınızla tanır, bu söyleyişimizde çocukluk ve gençlik yıllarınız ve aile yaşamınızla başlayalım istiyorum.

1924 yılında Şam’da Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bir semte dünyaya geldim. Babam Muhammed Şerif Vanlı ile annem Xeriye tanınmış birer aşiret çocuklarıydı. Bu semte en az bin yıldan beri Kürtler yaşamaktaydı. Çünkü Prens Selahattin Eyyübi’nin makberi de orada. O semtte bir de Tarihi bir Kürt okulu vardı. Özenle kesme taşlardan inşa edilmiş tarihi bu binanın ön cehpesinde Kürt Selahattin Eyyubi’nin bacısı olan Adra Xatun’nun ismi yazılı.

Şam’ın bu Kürt semtine dedem Şerif Vanlı Van’dan gelip yerleşmiş. Bizim bu semtte gelen her aile, ilkin gelen dedesinin ismiyle tanınır ve genelde o ilk isim soyadı olarak kalırdı. Bundan dolayı bize de Şerif Vanlı ailesi denir. Babam 1899 yılında Şam’da dünyaya gelmiş ve orta öğrenimini 1916 yılında bitirip müftülüğü okumak isterken Birinci dünya Savaşı koşullarında Osmanlılar gençleri zorunlu olarak askere aldıklarında babam da er olmaktansa subay olmayı tercih etmiş. Osmanlılar onu İstanbul Subay Okulu’na göndermişler. Babam okulu bitirdikten sonra bazı alanlarda isteksiz bir takım görevler yapmış. Kısa bir süre sonra da subaylıktan ayrılmış. Ben de ilk ve orta öğrenimimi Şam’da bitirdim. Bu arada iyi Fransızca ve İngilizce öğrenmiştim. Daha sonra Amerikan Mühendislik okuluna kaydımı yaptırdıktan sonra bir süre okudum fakat mühendisliğin bana göre olmadığını anladım ve ayrılarak Fransızca siyasalı bitirdim. Okumayı çok seviyordum, dolayısıyla o düzeyle yetinmedim. 1948’de İsçivre’ye gelerek Cenevre’de tarih bölümünü, Lozan’da hukuku bitirdim. Böylece üç ayrı üniversiteden diploma almış oldum.

O yıllarda İsviçre’de sizden başka Kürt öğrenciler var mıydı?

Benim çok samimi olduğum rahmetli Nurettin Zaza vardı. Lozan’da pedagoji okuyordu. Ve yine Suriye Kürtlerinden Muhammed Madini vardı.

Nureddin Zaza’yı anmışken biraz anlatır mısınız?

Nureddin benden beş-altı yaş büyüktü. O’nu Şam’dan tanırdım. Babası Elazığ’dan Şam’a sürgün edilmiş yurtsever bir aileydiler. İsviçre’de tekrar karşılaşınca ikimiz daha çok samimi olduk. Kardeş gibiydik. Beraber çok güzel anılarımız oldu. Sohbetlerimizin çoğu ülke ve halkımızın üzerineydi. Buralarda neler yapabileceğimizi tartışırdık. Sürüp giden yıllar zarfında beraber bazı şeylerde yaptık, Özellikle Kürtlerin dramını dünyaya duyurmak ve bir duyarlılık oluşturmak için, diplomatik faaliyetlerden tutalım yabancı dillerde dergi çıkarmaya kadar… Nureddin ölünceye kadar hep özgür bir Kürdistan özlemi ile yaşadı, büyük bir yurtseverdi. Hatırladıkça içim burkulur, çok şey tasarladık gücümüz yetiğince bir şeyler yapmaya çalıştık. Tabii ki elimizden çok şey gelemezdi. Dönem dönem KDP gibi ulusumuzun kurtuluşu için dağlarda kıt kanat imkanlarla diremen hareketlere gücümüz oranında destek te sunardık. Nureddin’in bir diğer özelliği, Kürt dilini ve kültürünü çok biliyor, seviyor, her yerde adeta yaşıyor olmasıydı. Velhasıl çok değerli bir insanımızdı, Kürd halkının bir aydın şahsiyeti olarak bizi erken terk etti.

Sizin çocukluk yıllarınızda Şam’da Kürtlerin farklı örgütlenmeleri var mıydı?

Elbette; Hoybun örgütünün kurucuları, sempatizanları vardı. Celalettin Bedirxan o dönem Şam’daydı. Halk arasında saygınlığı olan bir kişilikti. Kamuran Beg, Memduh Selim, Xadi Beg, Cemil Paşa ve benzeri gibi bir çok sayıda Kürt şahsiyetleri hatırlıyorum. Daha yeni yeni genç olmaya başlarken bu kürt şahsiyetlerini arkadaşlarımıza ideal kişilikler olarak görüp, büyüyünce onlar gibi olmak istiyorduk, Onlar bizim idollarımızdı. Kamuran Bedirxan ile ilgili epey ilişkilerim oldu. O beyrut’a yerleşince ben de bir ara Beyrut’ta okula devam ettim. Yıl 1945-46 idi. O yıllarda medya alanında radyonun büyük bir önemi vardı. İkinci dünya savaşı koşullarıydı. Müttefiklerin Beyrut’tan da yayın yapan uluslararası güçlü bir radyo stüdyosu vardı. Celalettin Bedirxan’da epey çaba gösterip bu stüdyoda belirli saatlerde Kürtçe yayın yapma izni almıştı. Bedirxan bu uluslararası yayın yapan radyodan o tatlı Kürtçesi ile oldukça aydınlatıcı programlar hazırlayıp, sunuyordu. Tabii ki bu imkan, Nazilere karşı propaganda yapma koşulu ile verilmişti, Hoybun Nazilere karşıydı fakat o zamanki Türk rejimi Nazilere karşı değildi. Beyrut’taki Kürt gençleri ara sıra Celalettin Bedirxan’ı ziyarete giderdik. O da biz gençlere büyük ilgi göstererek değer verir, sorularımızı özenle cevaplandırır, bizi aydınlatmaya çalışırdı. Ben gençken o da babamın yaşlarındaydı. Ben İsviçre’ye yerleştikten sonra, yıl 1959’da Celalettin benim Sorbonne Üniversitesin’de Kürt tarihi üzerine ders vermem içn bir haber göndermişti, ben de tabiiki memnuniyetle karşılayıp bir süre Sorbon üniversitesin de Kürt tarihi üzerine dersler verdim.

Celalettin Bedirxan gibi bir çok Kürt aydınını dinlemiş tanımış bir olarak 1948 yılında İsviçre’ye gelirken Lozan’da Hukuka başlıyorsunuz. Ancak Kürdistan Lozan’da parçalanmış. Nasıl duygular yaşadınız?

Evet iyi hatırlıyorum; Lozan gözümde Kürdistan halkının uluslararası düzeyde adeta katledildiği bir yer gibiydi. Lozan’a gelir gelmez, Lozan antlaşmasının yapıldığı Chato Echi’yi ziyaret ettim. Tabii ki Türkiye’nin başını çektiği manipülasyonla ve uluslararası bir ihanetle Kürt halkı parçalanmıştı. Aslında Batılılar ısrarla Kürd temsilcilerinin de bulunmasını istemişti, hatta İngilizler Kürdlere en azında muhtariyet verilmeli gibisinden ısrarları da olmuştu. Bu anlamda Lozan’ın kent olarak yada İsviçre olarak bu konferansta içerik anlamında bir payı yoktur; sadece kararın alındığı bir yerdi Lozan. Oraları gezerken oldukça duygulandım.. Binayı gezdim. Sonra dışarı çıktım. Gençtim bu ihanete karşı bir nefretim vardı. Dışarıdan biraz seyrettikten sonra binanın duvarına pipi yapmak geldi içimden. ( gülüşmeler). Başka da neylersin. Kürt halkının bu trajik konumundan dolayı kendimi hiç bir zaman sorunsuz, sorumsuz ve ya rahat hissetmedim. Döneme ve koşullara göre bir şeyler yapmaya gayret gösterdim. Fransa’da ders verirken, Kürt öğrencilerin birliğini kurduk. Epey de etkinliklerimiz oldu. 1962 yılında Sayın Mustafa Barzani bizatihi kendisi benim KDP’nin Avrupa sorumluluğunu almamı ve Kürdistan için diplomasi faaliyetlerini yürütmemi istediğinde memnuniyetle kabul ettim. Zaten biraz ilişkilerim vardı, bir şeyler yapmak istiyordum; dolayısı ile teklifi kabul edip, tüm özel işlerimi bir yana bırakarak kendimi tamamen diplomasi çalışmalarına verdim.

KDP’nin Avrupa sorumlusu olarak profesyonel siyasete başlıyorsunuz. Şimdi PKDW üyesi olarak diplomasi çalışmaları ve ayrıca bilimsel bir takım çalışmalarınız var. Bu uzun maraton boyunca hissettiğiniz önemli şeyler neydi ve şimdi ne gibi duygu ve umutlarla yüklüsünüz?

60’lı yıllarda şartlar çok farklıydı. Kürdistan dünyaya kapalıydı. Avrupa da Kürtlerin sayısı çok azdı; bir kaç grup öğrenci vardık diyebilirim. Kürdistan’ın en büyük parçasında da kıpırdama yoktu. İletişim çok zordu. Tabii ki her şeye rağmen umutsuz değildik. Kürt halkında sönmeyen bir ışık vardı. Şimdi ise durum çok farklı. Halkımız oldukça modern, çağdaş ve ilerici bir öncülüğe kavuşmuş. Uluslararası ilişkileri de iyi değerlendiren ve ona göre bir siyaset çizerek emin adımlarla yürüyoruz. Güney Kürdistan bana büyük umut verirken değişen başka bir olay. 1980’li yıllardan sonra Avrupa’da yüzbinlerce bir kürt diasporası oluştu. Kuzeyli Özgürlük hareketi ülke zemininde geliştirdiği mücadelesiyle dışarıdaki Kürtleri birleştirdi. En önemlisi de bilinç verdi, direnme kültürünü ve cesaretini verdi. Köleleştirilmiş ruh yapılarına kendine güven duyan bir kişilik kazandırdı fakat bunlar yeterli değil; uluslararası ittifaklarını doğru seçmelidir ve ulusal birliğe daha çok önem vermelidir. Elbette bu çizgilerde daha çok yapılması gereken vardır. Her Kürt kendi payına düşen neyse o çizgide yürümeli ve biraz daha yüklenmelidir ki çağa bir an yetişip, dünya halkları arenasında yerimizi bir devlet olarak alalım. Bu ilerici insanlığa ve Ortadoğu barışına da büyük katkı olur.

Ben KDP’nin Avrupa sorumluluğunu yaparken Avrupa basını Kürt sorununa büyük ilgi duyuyordu. Yaptığım mülakatlar, verdiğim demeçler ve yazılara geniş yer veriyorlardı. Ancak yaklaşım acıma duygusunu aşmıyordu. Acınacak durumda olmak pozitif bir durum olmasa gerek. Şimdi durum farklı, yaklaşım politiktir. Dostlarımız da belli düşmanlarımız da. Her şey çıkarlara dayalı. Zira sorun oldukça ciddi boyutlarda. Güçlü olmadın mı yumuşak bir lokma gibi yutulursun. Ben yutulup yok olduktan sonra da bana acıyan olsun istemem. 70’li yıllarda halkımız katledilirken Avrupa basını bize acıyordu da; peki ya sorunumuza çözüm mü arıyorlardı? KDP Güney Kürdistan’da silahlı bir mücadele veriyordu. Irak’ın sınırları dahilinde çok büyük bedeller verildiği halde talepler otonomiyi aşmıyordu fakat gene de destek bulamıyordu. Hal böyle olunca sorun Irak’ın içişleriyle sınırlı kalıyordu ve Baas’ın katliamları sürüyordu. Direngen bir halkımız var elbette özgürlüğüne muaffak olacaktır. Bir gece büyük bir Peşmerge karargahında kaldım. Çok sevdim onları, büyük Kürdistan aşkı vardı onlarda. Kalabalık bir Peşmerge grubu etrafımı sardı ve beni soru yağmuruna tuttular. Sabaha kadar konuştuk. İlginç bir durumla karşılaştım; önderlik koşulların zorunluluğundan olacak ki parti programı başka, Peşmerge ise farklı düşünüyordu. Peşmergeler bana kendilerine dünyayı zindan eden Irak rejimi ile asla bir arada olmak istemediklerini, Kürdistan’ın özgürleşmesi ve bağımsız olması gerektiğini ve bu uğurda savaştıklarını ve savaşacaklarını söylüyorlardı. Parti ise otonomi istiyordu fakat gerçeğinde otonomiyi ise bir ara geçiş olarak görüyorlardı, zaten maksat bağımsızlıktı.

Daha başka ne gibi sorular soruyorlardı size?

Örneğin diyorlardı ki; Zaferden sonra bağımsız ekonomiye sahip olacak mıyız? Kürdistan pasaportumuz olacak mı? Bize ait kimlik ve Kürdistan bayrağı olacak mı? Ben de bu temiz duygulara sahip Peşmergelere bildiklerimi açık bir şekilde anlattım. ” Vallahi önderlik şimdilik otonomi istiyor fakat uzun vadede hedef bağımsızlık diyordum. Otonomide de bu istediklerinize bu kadar yer yok fakat önemli haklar var diyordum. Demek istediğim; o dönem taban ve savaşçılar önderliği bağımsızlığa teşfik ediyordu, fakat güçsüzdük, uluslararası dayanaklar yoktu. Maalesef sonuç bir dönem yenilgiyle sonuçlandıysa da büyük fedakarlıklar sergilendi ve yeniden bir toparlama oldu ve şimdi bağımsızlık yolundalar ve zaten asıl hedef te bağımsızlıktı, yani devlet hakkına sahip olmaktı.

Siz hiç Mustafa Barzani ile bu konuları konuşmadınız mı?

Konuşmaz olur muyum? Defalarca söyledim. Bana bağımsızlık olacak iş değil, şimdi gücümüz buna yeterli değil fakat ileriki aşamada elbette devlet olacağız dedi. Taa o dönem bağımsızlığı savunuyordum yazdığım kitapta bu görüşlerim yer alıyor. Benim bu konuda fikirlerim netti otonomiye karşıydım. Fakat bazen bölgesel konjoktör federasyon ya da otonomi istemenizi zorunlu kılabilir. Türkiye için eğer şartlar gerektiriyorsa ilk etapta beraber eşit haklara sahip olma temelinde beraber yaşanabilir elbette. Ama buna halk karar vermeli. Yani eşitlikçi bir federasyonda olabilir elbette. Model bu olmazsa hak nerede? Eşitlik nerede kalır? Kürtlerin ezici çoğunluğun yaşadığı bölgelerde bir Kürt, Türklerin yoğun yaşadığı bölgelerde ise bir Türk cumhuriyeti kurularak ortak bir devlet çatısı altında birleşilir. Karışık bölgelerde ise toplumların dil ve din özgürlüğü sağlanır. Yüksekokullara kadar ana dilde eğitim hakkı sağlanır. Ancak bu durumda halklar da birbirlerine saygı duyma zorunda kalır. Demokratik bir devlet çatısı içerisinde Türk ve Kürt Cumhuriyeti bölgelerinde yaşayan farklı etnik grupların dil ve kültür özgürlükleri verilir. Bu biçimiyle sağlanan bir eşitlik ortamında toplumların birbirlerine olan saygısı artar. Tabiiki bu bir modeldir, Kürd halkına uyar mı uymaz mı, Türkler buna hazır mı, değil mi, bunlar birer tez. Zira federasyonla bile ırkçılık, egemen ulus tahakkümü ve benzeri temel çelişkiler ortadan kalkmış olursa olur. Netice de Kürtler haklarını zor olsa da alacak. Peki ya dökülen bunca kan, çekilen bunca acılar ne diye? Bu federasyon modelini İran ve Irak için de söylüyorum.. Bu modelleri biz üretmiyoruz zaten dünyada varlar fakat Kürd halkının birleşik ve bağımsız olması en tabii hakkıdır. Başka gezegenlerden de getirmedik. İsviçre, Belçika gibi ülkeler federasyon için birer örnektir fakat koşulları farklı.

İKDP’nin Avrupa sorumlusuyken yaşadığınız ilginç anılarınız var biliyoruz.

Evet epey enteresan anılarım var elbette. Baas rejimine karşı kıran kırana bir savaş vardı, dünya basını bazen yazıyordu, desteğe ihtiyacımız vardı, uluslararası çıkarlar bizden yana değildi; bunu bilen BAAS rejimi korkunç katliamlar yapıyordu. Bir çalışma planı çıkardık, önce komünistlere ve sosyalistlere gidip destek isteyecektik. Randevular aldık. İtalya Komünist ve sosyalist partilerinden diplomatik destek istediğimizde ağız birliği etmişçesine ve uluslararası dayanışma prensiplerini altüst eden cevaplar aldık. Dediler “Siz otonomi istiyorsunuz, bizim size sunacağımız destek bir ülkenin içişlerine karışmak olur, bağımsızlık isteseydiniz destek verirdik” dediler. Tabii ki bu bir bahaneydi ve acıydı. Halbuki o dönemler direk bağımsızlık isteyecek gücümüz de yoktu. İran KDP’si için bir takım diplomatik çalışmalarımız vardı. Şah’a muhalif grup ve partilerle doğal müttefktik ve dönemsel görüşmelerimiz oluyordu. Paris’e gittiğimde muhalif Ayetullah Humeyni ile görüşüyorduk. İlginçtir Kürt sorununda epey duyarlı gözüküyordu. Kürtlerin bu yaşamı hak etmediklerini, iktidara gelirlerse ilk işlerinin Kürt halkının haklarını tanımak olacağını kararlılıkla söylerdi. Gün geldi şartlar olgunlaştı, Şah’ın tahtı sallanıyordu, Kürtlerde önemli bir muhalif güç olarak Şah’a karşıydılar tüm muhalifler ülkede ayaklanıyordu, Humeyni Tahran’a indi trajiktir ancak ne eylersin kısa bir süre sonra Kürt katliamı başladı. Ağlayıp sızladık, çaresi yoktu on binlerce insanımız katledildi. Büyük bir trajedi yaşandı. Kürtler Humeyni ve hareketine hiç bir kötülük yapmamıştı. Demek ki yüzyıllardır oluşan ırkçılık beyinleri zehirlemişti. Bu sefer “Müslümanım” diyen katliamcıydı. Bazı İranlı dostlar bu katliamın Humeyni’nin istekleri dışında olduğunu söyleyip bizi manipüle etmeye çalıştılar. Dikkat edilirse hâlâ bazıları Dersim jenojidinin Mustafa Kemal tarafından yapılmadığını söyleyenler aynı durumu çağrıştırıyor. Sonuç olarak arkadaşlar Humeyni ile görüşmemi istediler. Ben’de randevu talep ettim. Beni tanıdığı için olmalı ki hemen randevu verdi. Tahran’a indiğimde içişlerinden beni karşılayıp direk Humeyni’nin kaldığı mekana götürdüler. Bir misafirhanede biraz dinlendikten sonra beni kaldığı genişçe bir odaya çağırdılar. Sağ ve solda adamları oturuyordu. Benimle içeri girenler yere kadar çökerek Humeyni’nin ellerinden öptüler. Bana çok ilkel gelmişti bu sahneler. Ben sadece elini sıktım, fakat bu durumdan hoşnut olmadığını gördüm. Düşünceliydi, tanıştığımız halde benimle gözgöze gelmekten kaçınıyordu. Sonra konuyu ben açtım, yaşananları ve Kürtlerin minimal taleplerini sıraladıktan sonra Kürtlerin kültürel haklarını, barış ve huzur istediklerini anlattım. Hoşnut olmadığı herhalinden belliydi, sonra adamlarına kafasıyla bir işaret verince adamları kulağıma eğilip burdan çıkmanız gerekiyor dediler ve bende çıktım. Yani anlayacağınız her hangi bir partinin, rejimin Kürd politikası farklı değildir. Bunların Kürdlere bakış açısı her yönlü imhadır.

Irak rejimi size karşı suikast girişiminde bulunmuştu, bu konuyu biraz açmanızı isterim.

Evet, ben KDP’nin Avrupa’daki diplomasi sorumlusu iken ve diplomasi çalışmalarını yürütürken bir gün Irak Baas katilleri evime kadar takip etmişler. Evimdeyken kapı zili çalındı, kapıyı açtığımda karşımdaydılar. Katil olduklarını bilemezdim, görüşmek istediklerini söylediler fakat tedirgindiler, onlara bir kahve hazırlarken silahlarına davranıp arkamdan kafama kurşunlar sıkıp öldüğümü sanıp, gittiler. Kurşunları yanağımdan ve çenemden almıştım, ağır yaralıydım. Acil tıbbi müdahale ile kurtuldum. Dediğim gibi bunlar her türden devlet terörizmini ve barbarlığını yaparlar, mazlum halkın özgürlük savaşçılarına da terörist derler. Son derece dikkatli davranmak ve tedbirli olmak gerekir.

1983’te Cigerxwin ve Yılmaz Güney’le Paris Kürt Enstitüsü’nü de kurmuştunuz.

Evet, en başta kültürel ve akademik çalışmaları imkanlarımız dahilinde kurumsallaştırmak istedik. Ancak Fransa’nın resmi bir kuruluşuna bağlı olduğu için ve ayrıca sorumluluğuna getirdiğimiz arkadaşlar daha nesnel davranabilirlerdi, tam istediğimiz gibi olmasa da önemli işler yaptılar, yapıyorlar. Temennimiz bu tür kurumların yurtsever özle hareket etmeleri ve daha da geliştirmeleridir. Halkımızın kan pahasına elde ettiği kazanımlara sahip çıkılmaktan korkmamak gerek.

Son süreci ve gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yirmi yıl önce Kuzeyli Kürtlerle çok az bir ilişkim vardı. Doğrusu ciddi kıpırdalanmalar olmadığı için bizim de öyle bir ilgimiz olmadı. Sonraları Avrupa’da Özgürlük Yolu’ndan bazı arkadaşlarla ilişkilerim oldu. Bu kitabımı da tercüme edip, yayınladılar. Daha farklı aydınlarla ilişkilerim odu. İncelemelerimin sonucu 1970’lerden sonra Kuzeybatı parçasınının Kürdistan kurtuluşu açısından önemini anlamıştık ama böyle hızlı gelişmelerin olacağına inanmıyorduk. Bir çok Kürt örgütlerin adını duymaya başlamıştık ki; 1980’de sesler kesildi. Nihayet 84 yılında şahin tarzı gerilla eylemleri başladı. Elbette istenilen savaş değildi. Gerçeğinde hiç bir Kürd savaş istemez, fakat var olmanın başka yolu bırakılmayınca ne eylersin. Hatırlanacaksa Berxwedan dergisine yazılar yazıp, dayanışma içinde olmaya özen gösterdim. Çünkü o atılım çok önemliydi. Ve her yurtseverim diyenin desteklenmesi gerekirdi. PKK’nin böyle bir çıkışı bizi çok sevindirmişti. En önemlisi de basit, intikamcı bir tepki değil, düşünce de ve eylemde son derece modern ve uzun vadeli bir stratejiye sahip bir hareket olmasıydı. Bu hareketinde yanlışları var ve olacakta, ancak yalnışlardan dönmesini de bilmek gerek. Eleştirilerimizde biz de yapıcı olmaya özen göstermeliyiz. Sonuç olarak ulusal bilincin gelişmesinde ve örgütlenmede çok şey değişti gelişti. Bir zamanlar ciddiye alınmayan Kürtler Ortadoğu’da ciddiye alınır ve müttefik olunacak güçler haline geldiler. Şöyle yakın tarihimize bakınca bu gelişmenin halkımız için adete bir mucize olduğunu görüyorum. Elbette yapılması gereken çok şey var daha ama bence Kürtler için zor olanı başarılmıştır.

Bu sıralar neler yapıyor sunuz?

Sen fotoğrafçı arkadaşınla içeri girerken Kürt ansiklopedisi için bana verilen çalışmayı yapıyordum. Kolay bir iş değil ancak başarmalıyız.

Bize ayırdığınız zaman için teşekkürler.

Gerçekten biz Kürtler için zaman çok önemli. Durmamalıyız herkes biraz daha yüklenmeli. Ben de çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
13785 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:16:16:42

Aydın Dere

Yazarın Önceki Yazıları

2021’DE ASİL RUHA ULAŞMAK Nasıl bir ulusal tavır? Kürdler ve Uluslararası İlişkiler ZİMAN MİROV Û HEBUN - DİL İNSAN VE VAROLUŞ Medeniyetler Çatışması ve Kürdler CORONA 19 SAVAŞÇILARI (1) Ezidiler’in çığlığı Kürdistan Davası Yeniden Doğuş Süreci ve Rojava Kürtler ve İdealizm Diriliş Ulus nedir ve Kürdlerin Uluslaşması Devletsizliğin Bitmez Azabı Ne olacak bu sefil ahvalimiz? Duh, îro gringî û pîrozîya Newroz'ê Sizlerden özür diliyorum Efrinli çocuklar Hollanda ve Kürdler Efrin ve uluslararası ilişkiler Efrin ya Kazanacak, ya Kazanacak! Londra’yı Gezerken... Dayan… Güneş Doğacak Üstüne! Kerkük ve Bağımsızlık! Yasaklı Dilin Yazarı Mehmed Uzun Eski Aydınlıkçı Ahmet Nesin Kime Çalışıyor? Ne Yapmak İstiyor? Hırvatistan Bağımsızlığın Mutluluğunu Yaşıyor İlk kez Birleşmiş Milletler'de Alevilik Tarih Lanetleyecek Hepimizi! Kutlu Doğum Haftası! Halepçe, El Enfal ve Devletleşmek Sağlıklı Bir Ulus Olmak İstiyorsak Düşünce Sistemin Bozuksa... Kürdler Neden Tuhaflaştı? 21. Yüzyılın 'Kürdistan yüzyılı' olacağı noktasında ortak bir düşünce var. Anadilin Ölümü Bir Halkın da Ölümüdür Sur'da Suriyeliler Seçmen Oldu, KCK Nerede? Çılgın Bir Plan Bir Kayıp Feryadı Türk Parlamentosu'ndan Ayrılma Zamanı Gelmedi mi? Kolombiya'da Savaş ve Barış Ahmet Altan ile Bir Anı Bir Röpörtaj... Kurtuluş Darbe ve Kürdler Günahkarız Yazıtlar Tapınağında Gerçekler Neden Acıdır? Biz Kürdler Aptal ve Türklerin Başına Belamıyız? AKP'de ki çatlaklar Kürdleri sevindirmesin Ulusal Birlik Ve Aydın Sorumluluğu Türkler Neden Rojava'ya Düşman? Sahi Dost ve Düşman Kimdir? Çanlar Kimin İçin Çalıyor PKK Neden Dünyanın Gazabına Uğramış Kürdler ve Devletleşmek İsmail Beşikci Lozan’daydı Dayanışma 'Akıl Vermek' Değildir Cenevre Görüşmelerinin Arka Planı Cenevre 3 Konferansı Hal û Ahvalimiz HDP Çaresizlik İçinde Hayatta Dair Notlar Devletsizlik, Kar Altında Bir Mezarlıktır Kalleşlik ve Yiğitlik Aziz Sancar Nobel’i Geri Verecek Tanrıça Ağlıyordu Türkiye İntihara Koşuyor Tahir Elçi Neden Katledildi? Nitelikli yada Niteliksiz Olmak Korku ve Yılgınlığa Kapılmadan Seçimin Düşündürdükleri Aydınlanma ve Kürdler Kürdler ulusal bilincin neresinde? Dehşet Bir Sömürgecilik! Bir Eylem Planı Öneriyorum Kadınlar Erteledi Ölümümü Her Yanımız Puşt Zulası İsyan ve Özgürlük Varoluş Ya Da Yok Oluş Gece Yarısı Notlarım Lozan Antlaşması Tarihin Çöplüğünde Kürtler ve Devlet Olgusu Kimsiniz Yahu Kimsiniz? Türkiye'nin Kürd Düşmanlığı Kürdistan Devrimi Batı'da Demokrasi, Doğu'da Kürdistan Kazanacak Yeniden Doğuş Öyküsü Azerbaycan örnek olmalı Kürtlere - 2 Azerbaycan örnek olmalı Kürtlere - 1 Kürdistan'da Kutlu Doğum ve HÜDA-PAR Kürdlerin Seçim Heyecanı BM Halepçe ve Enfal’i Jenosid olarak kabul etmelidir Adaylığımı Geri Çekerken... Kadınlar ve Devletsizliğimiz Ey Yurdum.... IŞİD, Kobanê, İslam ve Uygarlık Kürtler ve İslam Kaosu Kerkük'ten Akdeniz'e Kürdistan Pazarı Kürdistan Bir Hayal Değil Kürd Ulusal Hareketi KCK'ye Önerimdir PKK Paradigma Değişikliğine Gidecek mi?
x