Türkiye ve Kürtlerin papatya falı: ABD kimi satacak

ABD şöyle yapar, böyle yapar; yapar yapmasına da fakat günün sonunda tüm mesele gelir Kürtlerin yetenek, beceri, bilgelik ve feraset kapısını çalar. Dünyanın Kürtlere yapacağından ziyade Kürtlerin kendilerine yapacağı şeyler kalıcı olur. Kürtlerin asıl kurtuluşu, Kürtlerin doğru dürüst milli ve bütüncül bir duruş ve uluslararası bir strateji sahibi olmalarıyla mümkündür.

Şahidin Şimşek

03.02.2017, Cum | 09:44

Türkiye ve Kürtlerin papatya falı: ABD kimi satacak
Makaleyi Paylaş

Trump'ın seçimi kazanmasıyla yeni ABD yönetiminin Kürtlere ilişkin nasıl bir politika izleyeceğini en az Kürtler kadar Türk, Arap ve Fars kamuoyu da merak ediyor hatta denilebilir ki Kürtler daha az heyecanlı ve daha az merak ediyor. Bundan dolayı olacak ki Trump veya ekibinden birisinin ağzından Kürtlerle ilgili bir kelime çıktığında Kürtlerden önce Şam, Bağdat, Tahran ve özellikle Ankara'da bu kelimenin ne anlama gelebileceği üzerinde uzun uzadıya kafa yoruluyor ve gösterilecek muhtemel tepkiler kritik ediliyor. 20. yüzyılda ABD'de gerçekleşen her seçimden sonra gelen yeni yönetimin Ortadoğu ile ilgili, bir süpergüç olarak, en çok Filistin-İsrail sorunuyla ilgili politikası heyecanla, merakla bekleniliyordu fakat öyle anlaşılyor ki Filistin-İsrail sorunu Ortadoğu'daki Şii-Sünni çatışması, teröre neden olan dini radikalizm ve tabii ki Kürt daha doğrusu Kürdistan sorunu karşısında bayağı bir irtifa kaybederek üçüncü belki de dördüncü sıraya gerilemiştir ama ilk iki sırada yer almadığını artık rahatlıkla söyleyebiliriz.

İsrail-Filistin sorunu 20. yüzyılda Ortadoğu'da farklı dinamiklerle ortaya çıkan bir sorundur fakat bugünkü Ortadoğu'nun can yakıcı sorunu Sykes-Picot antlaşmasının yavaş yavaş ortaya çıkıp yüzyıl sonra artık sürdürülemeyen, onunla birlikte yaşanılamayan komplikasyonlarıdır. Irak ve Suriye'de kangren ve kansere dönüşen bu komplikasyonlar artık dünyanın erteleyemeyeceği sorunlardır. Başarısızlığa uğrayan yapay Irak ve Suriye devletleri, bu başarısızlığın alevlendirdiği bin yıllık Şii-Sünni çatışması ve bu Şii-Sünni rekabetin tetiklediği dini radikalizm bölge ve dünya barışını tehdit ediyor. Daha da önemlisi bu tehdit dini ve mezhebi egemenlik alanlarını kurma çabasından dolayı ortaya çıkan dini ve mezhebi radikalizmden de ibaret değildir hatta daha önemlisi 35 milyonluk nüfusu ve dört ülkeye bölüşülmüş topraklarıyla ortaya çıkan tarihi Kürt ve Kürdistan sorunudur. Bu sorun hiç şüphesiz taşıdığı potansiyel itibariyle bölge ve dünya barışı açısından dini radikalizmden neşet eden sorundan daha fazla önemli değilse bile en az onun kadar önemlidir. Kürt ve Kürdistan sorunun barındırdığı siyasi sınırlar meselesi, doğal kaynakların paylaşımı, bölgesel güç dengeleri, etnisite sorunları vb. nedenlerle çok daha komplike tehditler içeren ve çözülmesi çok daha zor ama çok daha aciliyet gerektiren bir sorundur.

İşte tüm bu nedenlerden dolayı Sykes-Picot antlaşmasından kaynaklı Ortadoğu meselesinin tam orta yerini işgal eden ve belki çözülmesiyle Şii-Sünni egemenlik alanlarını kurma çabasından kaynaklı dini radikalizmin de tıpkı Filistin-İsrail sorunu gibi irtifa kaybedeceği Kürt ve Kürdistan sorunu yeni ABD yönetiminin, bir süper güç olarak, artık ilk önceliklerinden biri olmak zorundadır. Zorunda olmasına zorundadır da yeni ABD yönetimi ne kadar bunun farkındadır? Doğrusu bu konuda Trump'ın kendisi çok ilgili veya bilgili olduğu görülmüyor. ABD'nin iç sorunları ve politikasıyla ilgili muhtemelen bir takım fikirleri vardır fakat dünya sorunları ve siyasetiyle ilgili derinlemesine bir vizyonu olduğu şüphelidir. Soru sorulduğunda politik arka plandan bağımsız, spontane ve çok sığ cevaplar veren bir portre çiziyor. Fakat umalım ki dış politikasını özellikle de Ortadoğu politikasını oluşturacak ve yürütecek ekibin bu sorunların öneminin farkında olsun çünkü yukarda da zikredildiği gibi artık Ortadoğu'da sadece bir İsrail-Filistin sorunu değil onun kat be kat önüne geçmiş ve acilen çözülmesi gereken sorunları var.

Trump'ın Ortadoğu politikasının nasıl olacağını tahmin etmek istediğimizde ondan ziyade onun bu konudaki ekibine bakmamız gerekecektir. İşte savunma bakanı, ulusal güvenlik danışmanı, Pentagon'un, CIA’nin başındaki insanlar, Senato ve Temsilciler Meclisindeki cumhuriyetçi dış politika temsilcileri ve belki de Ortadoğu ile ilgili varsa danışmanları. Tabii bu insanlara bakarken ABD'nin kurumsal yapısını da fazla önemsizleştirmemekte de fayda var. Yani bu ekip ABD'yi yeniden kurmuyor belki de ABD'nin siyasi duruşunda yapabileceği en fazla değişiklik genel siyasi duruşunun yüzde 5 ile 10'u arasında birşey fakat ABD'nin Ortadoğu ile ilgili siyasi duruşunda yapacağı % 1'lik bir değişikliğin Kürtler gibi bir milletin kaderini % 50'ye varan bir etkiye neden olabileceğini Kürtler unutmamalı. Örneğin bir Çekiç Güç'ün kurulmasının ki burada tüm tartışmalı durumuna rağmen rahmetli Özal'ı hayırla yad etmek gerekir, Kürtlerin hayatının nasıl değiştirdiğini yine Kobani'deki zor durumda Barzani'nin ısrarlı ricası, ABD'nin baskısı ve yardımıyla ve yine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın isteyerek veya istemeyerek onayı ile peşmergenin Kobani'ye geçmesi sonucunda Rojava'nın kaderinin neye evrildiğini Kürtlerin iyi değerlendirmesi gerektiğinin altını çizelim.

Trump'ın ekibine gelince Trump'ın pragmatist tüccar mantığına karşın özellikle Ortadoğu politikasını etkileyecek ekibinin ideolojik ve saha adamları olduğu görülüyor. Çoğu ömürlerini istihbarat ve askeriyede geçirmiş yanısıra son derece ideolojik hatta entelektüel denilebilecek şahıslar olduğu görülüyor. Trump'ın bu anlamda politik sığlığı açığı bu insanlar tarafından hızla giderilecek belki de Trump bu işi yani Ortadoğu'yu tümüyle bu ekibin inisiyatifine bırakacaktır. Yine bu ekibe baktığımızda Kürtler kendileri açısından belki de tarihinin en şanslı ABD yönetimiyle muhatap olacaklar çünkü bu ekibin hassasiyetleri ve vizyonları ancak Kürtlerin yardımıyla korunacaktır. Tümü değilse bile çoğu radikal İslamla tabiri caizse kafayı yemiş insanlar. İşte ulusal güvenlik danışmanı Michael Flynn, savunma bakanı General James Mattis ve Trump'ın yakın adamı ve Ortadoğu danışmanı Waled Phares. Bunların içinde konumundan dolayı değil belki ama Trump'ın Ortadoğu politikasını ideolojik açıdan belirleyecek olan Waled Phares Lübnanlı Maruni bir Hristiyan ve Ortadoğu’nun dini, etnik yapısını sadece çok iyi bilmiyor aynı zamanda Ortadoğu coğrafyasıyla ilgili Hristiyanlık penceresinden bir tahayyülü de var. Kayıp Bahar isminde Arap baharı ile ilgili kapsamlı bir kitabı da olduğunu da söyleyelim. Michael Flyinn da radikal İslamı de işleyen ve Washinton'da best seller olmuş kitap sahibi bir zat. Michael Flyinn hakkında bir not daha: Russia Today televizyonuna verdiği bir demecinde: '' tarihte barış normal bir durum değildir'' söyleyecek kadar da cumhuriyetçi bir figür. Yine Rex Tillerson gibi Ortadoğu ve Kürt enerji kaynaklarıyla ilgili derinlemesine bilgi, tecrübe ve vizyonu olan bir saha adamının ABD dışişleri bakanı olması Kürtler için bir şanstır.

Şimdi gelelim asıl meseleye yani yeni ABD yönetiminin Kürt ve Kürdistan meselesine muhtemelen nasıl bakacağına. Yeni ABD yönetimi Kürt meselesine bir bütün olarak değil tıpkı parçalı Kürdistan gerçeği gibi o da bu meseleye şimdilik parçalı bakacaktır. Kürdistan'ın her parçasına kendi öznel şartlarında ve ABD'nin karmaşık uluslararası ilişki ve denge siyasetinden kaynaklı bir siyaset izleyecek fakat Güney Kürdistan'ı Kürt politikasının merkezi yapacağı da kesindir her ne kadar bugün Rojava'da Güney Kürdistan'dan bağımsız bir politika izliyor gibi görünse de. Güney'in bağımsızlığı konusunda Demokratlardan daha olumlu oldukları muhakkak fakat bunun sorumluluğunu kendileri değil Kürtlerin üstlenmesini isteyecekler. Yine bağımsızlık noktasında Güney Kürdistan'ın Türkiye ve İran gibi komşularla yaşayacakları muhtemel komplikasyonların özelikle de Türkiye noktasında arabulucu ve kolaylaştırıcı bir rol üstlenebilirler. Bağdat ile kavgalı bir ayrılık değil konuşarak, anlaşarak bir boşanmayı daha doğru bulabilirler ki bugün Güney Kürdistan yönetimin yapmaya çalıştığı şey de budur. Rojava'da Deaş'a karşı acil durumdan dolayı PYD ve YPG'nin ideolojik ve tekçi yapısına şimdilik fazla ses çıkarmasalar da günün sonunda ABD böyle bir yapıdan ziyade gerçekten ulusal karakterli Kürt yapılarıyla uzun vadeli ilişki kurmak isteyecektir. Nitekim ENKS'yi Washinton'a davet etmeleri buna işarettir.

ABD şöyle yapar, böyle yapar; yapar yapmasına da fakat günün sonunda tüm mesele gelir Kürtlerin yetenek, beceri, bilgelik ve feraset kapısını çalar. Dünyanın Kürtlere yapacağından ziyade Kürtlerin kendilerine yapacağı şeyler kalıcı olur. Kürtlerin asıl kurtuluşu, Kürtlerin doğru dürüst milli ve bütüncül bir duruş ve uluslararası bir strateji sahibi olmalarıyla mümkündür. Zamansız, ilim ve irfandan yoksun gereksiz iç sürtüşmeleri, İran ve Türkiye gibi devletlerle olan yanlış ilişkileri yol almalarında büyük handikaplar oluşturuyor. Kürtlerin milli taleplerinden taviz vermeden Türkiye ve İran’la çok akıllı, doğru dürüst bir mücadele yol ve yöntemi bulmaları lazım özellikle de Türkiye ile. Doğrusu kim PKK'ye Türkiye'ye karşı silahlı mücadele aklını verdi bilinmez ama PKK'ye bu aklı verenlerin, 40 yılın sonunda, çocukların bile rahatlıkla anlayabileceği gibi Kürtlerin dostu olmadığı ortadır. Yine de polemiğe girmemek adına belki de zamanın ruhuydu veya bir hataydı deyip yarayı deşmeyelim fakat Kürtler mutlaka ama mutlaka milli taleplerinden taviz vermeden Türkiye'yi kazanmanın, Türkiye ile birlikte medeni bir şekilde bu meselenin çözümünün bir yolunu bulmalıdırlar. Evet, Türkiye, Kürtlere tarihte eşi benzeri olmayan zulümler yaptı fakat Kürtler geleceğini kendilerine yapılan zulümler üzerinden inşa edemez.

Türkiye ile doğru bir zeminde ilişki kurmak Kürtler açısından hayatidir; hem uluslararası ilişki açısından hem bölgesel denklem açısından ve hem de sorunun hakikatinden kaynaklı nedenlerden dolayı. Örneğin Kürtlerin ABD'nin yeni yönetiminden daha etkili faydalanabilmesi için Türkiye ile yeniden doğru bir ilişki kurmaları zorunludur. Türkiye'nin bugün çok sıkışık bir durumda olması bu gerçeği değiştirmiyor onun için Kürtler Türkiye ile uzun vadeli ve doğru zeminde bir ilişki perspektifi geliştirmek zorundadırlar çünkü Türkiye dün olduğu gibi bugün de, yarın da Kürt ve Kürdistan meselesinin nihai çözümünde anahtar ülkedir. Kürtlerde çok yaygın olan ifrat ve tefrit huylarını bir kenara bırakıp aklı selimle Türkiye ile doğru bir ilişki tarzı geliştirmenin zamanı çoktan gelmiştir. Türkiye ile doğru dürüst bir ilişki ne Türkiyelileşmedir ne de şiddettir. Kürtleri şiddet ve Türkiyelileşme ikilemine sokan zihniyetin ne Kürtlere ne de Türkiye'ye bir faydası var ve bu coğrafyada da anlamlı bir gelecek inşa edemez. Kürtlerin anlamlı bir geleceğe ihtiyacı var ve bu da medeni dünyanın yanıdır, medeni dünyanın kabul ettiği değerlerle hak ve hukukunu savunmadır, miadını doldurmuş yol ve yöntemleri terk etmektir. Kürtler bir konuda daha doğru bir şey yapabilirler o da; Türkiye'nin korkularından kaynaklı, içerde ve dışarda yürüttüğü anti Kürt politikasının anlamsızlığını Türkiye'ye abartıya kaçmadan fiilen göstermektir. Türkiye ile dost ve birlikte medeni dünyanın yanında yer almak hem Türkiye'nin hem de Kürtlerin çıkarınadır. Kürtlerin bağımsız siyasi bir akıl yaratmaları ve çoğu hem fiilen hem de zihnen kriminal olanTürk Sol ve İslamcı kesimiyle aralarına mesafe koymaları elzemdir. Kürtlerin tek muhatabı Türkiye devletidir Türkiye devleti içerisine çöreklenmiş farklı grup veya güç odakları değildir. Kürtler bu odakların iktidar mücadelesi için yaptıkları manipülasyonlardan dolayı bugüne kadar çok şey kaybetti ve hala kaybetmeye devam ediyor.

Sonuç olarak Kürt nüfusunun ve Kürdistan coğrafyasının yarısından fazla bugün Türkiye siyasi haritası içerisindedir. Bu anlamda Türkiye'nin geleceği Kürtlerin de geleceğidir. Bunu söylemek Kürt milli bilinciyle malul bir insan için kolay değildir ama gerçek budur. Aslında Türkiye için de bu gerçek geçerlidir yani Kürtlerin geleceği bir anlamda Türkiye'nin de geleceğidir fakat bugüne kadar Türkiye izlediği siyasi çizgi itibariyle geleceğini Kürtlerin varlığı değil yokluğu üzerinde inşaa etmeye çalışmıştır. Bunun sürdürülebilir olmadığını bugünkü kaos net bir biçimde gösteriyor fakat alışkanlıklar kolay terkedilecek şeyler değildir. Bundan sonra ABD Kürtleri mi tutuyor yoksa Türkiye'yi mi tutuyor? Türkiye'yi mi satacak Kürtleri mi satacak? gibi sorularla Türkiye ve Kürtler papatya falıyla yollarına devam edemezler . Bu çocukça oyuna gerek de yoktur. Bu minvalde yeni ABD yönetimiyle doğru, verimli, uzun vadeli bir ilişki kurmak için hem Türkiye hem Kürtler açısından yeni bir Türk-Kürt ilişki tarzı gereklidir hatta zorunlu ve kaçınılmazdır. Bunun şu anda zemininin olmadığını herkes görüyor fakat bu zeminin olmaması bu gerçeği ortadan kaldırmıyor. Bunları bu zor günlerde söylemek bedel edebiyatıyla beslenenleri üzebilir fakat bunu söylemek zorundayız çünkü bu geminin içinde hepimiz varız ve hepimiz yaşanan her acıyı yaşıyoruz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
15285 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:16:30:47
x