Kuzey-Suriye Federasyonu’nun hakikatı ve Aması

Batı Kürdistan’da ilan edilen Rojava ve Kuzey Suriye Federasyonu’na, isim ucubeliğine ve açıklama metnindeki Kürtsüzlüğe rağmen, Kürt kamuoyu tüm siyasi parti ve sivil toplum örgütleriyle firesiz desteğini açıkladı. Bu, aslında bu oluşumun en büyük meşruiyet kaynağıdır diyebiliriz.

Şahidin Şimşek

19.03.2016, Cts | 12:23

Kuzey-Suriye Federasyonu’nun hakikatı ve Aması
Makaleyi Paylaş

Batı Kürdistan’da ilan edilen Rojava ve Kuzey Suriye Federasyonu’na, isim ucubeliğine ve açıklama metnindeki Kürtsüzlüğe rağmen, Kürt kamuoyu tüm siyasi parti ve sivil toplum örgütleriyle firesiz desteğini açıkladı. Bu, aslında bu oluşumun en büyük meşruiyet kaynağıdır diyebiliriz.

Suriye sorununa bulaşmış küresel ve bölgesel güçlerin bu ilan karşısındaki ikircikli ve utangaç reddiyeleri bu oluşumun gerçekçiliğine veya meşruiyetine değildir daha ziyade sorunun masa başında kendi çıkarları doğrultusunda çözme arzularından kaynaklanmaktadır. Daha da önemlisi başta ABD ve Rusya olmak üzere bu soruna bulaşmış güçlerin Cenevre görüşmelerinden dışlanan Kürtleri bu ilandan dolayı suçlama veya eleştirme hakları yok çünkü federalizm fikri bizatihi kendileri tarafından dile getirilerek sorunun çözümünde en önemli alternatif olarak sunulmuştur. Hatta ABD B Planı’nı deklere ederek Suriye’nin bölünmesinin de çözüm şıklarından biri olduğunu tüm dünya kamuoyuna açıklamıştır. Şimdi bu güçlerden beklenen şey, dün dile getirdiklerini bugün inkar etmeyerek etik davranmalarıdır.

Gelelim muhaliflere ve Esat’a. Muhalifler denen hormonlu ve son derece istikrarsız parçalı yapılar daha önce bir çok defa açıklamalarıyla ademi merkeziyeti savunduklarını dile getirdiler, hakeza Esat da federalizm fikrine açık olduğunu açıklamıştır. Şimdi ne oldu da birden çark edip Suriye’nin üniter yapısından dem vurmaya başladılar? Aslında Kürtlerin bu saatten sonra muhatabı muhalifler veya Esat değildir, geleceklerini ABD ve Rusya ile müzakere etmeleri her bakımdan daha doğrudur. Haddizatında muhalifler demek Türkiye demektir, Esat demek de İran demektir. Kürtler Türkiye ve İran ile oturup Batı Kürdistan’da sorunlarını çözemezler hele ikisiyle birlikte oturarak hiç çözemezler. Dolayısıyla Kürtler uluslararası güçleri muhatap almaktan asla şaşmamalıdırlar.

Mart’ın başında başbakan Davutoğlu geniş bir işadamı heyetiyle İran’ı ziyaret etti. İran tarafının nükleer anlaşma ve Suriye’deki Rus müdahalesinin kendisinde yarattığı özgüvenle Davutoğlu’nu rencide edercesine son derece sönük karşılama tavrına rağmen Türkiye ile İran arasında bir anti Kürt çekiciliğinin hala var olduğunu da gösteriyordu. Yine Suriye’nin toprak bütünlüğünden, bölge sorunlarının bölge dışı güçlerinin değil de bölge güçlerinin çözmesinden, falan da filan sayın Davutoğlu’nun irrasyonel hayallerinden dem vurup durdular. Tabii İran Davutoğlu’nun bu hayalperest yönünü bildiği için gelecekteki muhtemel Kürt kazanımlarının onun bu hayallerinin sonu olabileceğini ve dolayısıyla onu daha da korkutup kendi anti Sünni siyasetinin mahkumu haline getirmeyi amaçladığını bilmek için kahin olmaya gerek yok. İran aslında Türkiye’nin anti Kürt siyasetinden kendi hedefleri açısından Türkiye’nin anti Esat siyasetinden daha çok faydalanıyor hatta denilebilir ki İran’ın muhteşem geleceği müzmin bir Kürt-Türk savaşından geçiyor.

Açıkçası bir Kürt olarak Türkiye’nin yöneticilerine akıl satmayı absürt buluyorum fakat şimdilik aynı gemide olmamız hasebiyle gayri ihtiyari de olsa insan uyarılar yapma gereği duyuyor. Öncelikle Türkiye’nin cumhuriyet döneminde Kürt sorunuyla başı her sıkıştığında İran’a kaçıp çare bulma geleneğine bir son verme zamanı gelmiştir artık. Ki bu acem reçeteleri her ne kadar kısa vadede Türkiye’yi rahatlatıyorsa da uzun vadede Türklerle Kürtlerin arasındaki çelişkileri derinleştirmeyi amaçlıyor ve bu iki Sünni milleti bir daha yan yana getirmemeyi amaçlıyor.

İran tarihsel olarak varlığını anti Sünnilik üzerinden şekillendirip sürdürmüştür ve Türklerle Kürtlerin ayrı ayrı veya birlikte güçlü egemenlikler kurmalarını kendisine yönelen hayati tehlike olarak görmüştür. Fakat takiyye geleneğinden dolayı bu siyasetini aleni yapmıyor. İran’ın her ne kadar kendi bir Kürt sorunu varsa da nüfus olarak, coğrafya olarak ve nihayet sosyolojik olarak Türkiye’ninki kadar ağır değildir ve İran bu gerçeğin farkındadır. İran’ın asıl derdi bundan sonra Türkiye ile birlikte bir anti Kürt siyasetini yürütmek değildir daha ziyade Kürtlerle Türkleri birer Sünni millet olarak çatıştırmasıdır çünkü bölge devletlerinin 20. Yüzyılda olduğu gibi artık kendi aralarında bir anti Kürt siyasetini sürdürme gerçeği pek kalmamıştır. Dolayısıyla Türkiye İran’ın bu gerçeğini görmesi ve Suriye\'de Selefi Araplarla işlediği anti Kürt siyasi hatasını bu sefer İran ile tekrarlatmaması gerekir aksi taktirde hem genel anlamda Türkiye’yi özelde de Kürt coğrafyasını ateşe atmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Türkiye Batı Kürdistan’da ilan edilen oluşuma karşı İran ile birlikte bir karşı politika geliştirmesi kendi zararına olduğu gibi İran’ın anti Sünni politikasına da hizmet etmektir. Daha da önemlisi Rojava üzerinden yıllarca sürecek bir Türk-Kürt çatışması ve bölgenin tümünün bir bataklık haline dönmesine neden olacaktır. Bu esnada da İran Ortadoğu’da yükselen Şia hegemonyasının keyfini çıkaracaktır.

Buraya kadar ilan edilen oluşumun savunulacak tarafı. Gelelim madalyonun diğer tarafına. Pişmiş aşa su katmak istemem ama bu oluşumun bayağı amaları da vardır. Her şeyden önce bu oluşum Kürt kamuoyunun heyecanla sahiplendiği gibi Kürdi ve Kürdistani bir oluşum olmadığını belirtmek zorundayız. Evet, Kürtlerin öncülünde bir oluşumdur fakat milli değildir. Çünkü milli bir paradigma ile temellendirilmiyor daha ziyade Öcalan’ın öğretilerinin hayat bulacağı bir oluşum olması planlanıyor. Kürt milli damarının törpülenip Kürdistan gerçeğinin dışlanarak nevi şahsına münhasır siyasal bir yapı olacak. Yani bir anlamda Arap kemeri siyasetiyle oraya getirilen Araplara Öcalan’ın öğretilerini kabul etme karşılığında Kürdistan gerçeğinden vazgeçme önerisidir.

Bu öneri tabii ki savaş koşullarının dayattığı bir zeminde sunuluyor ve oradaki yerleşik Araplar konjonktürel olarak kabul de edebilirler fakat Kürt milli bilincine sahip Rojava Kürtlerinin önemli bir kısmını dışladığı için bu oluşumun geleceğini belirsizleştiriyor. Öcalan’ın öğretileri bir dönem orada uygulansa bile eşyanın tabiatı gereği on yıl sonra bu öğretilerin demode olması oradaki Kürtleri tekrar Arap saldırısına maruz kalmasıyla yüz yüze bırakacaktır. Yani demem o ki bir milletin geleceğini idealize edilen öğretiler üzerinden değil tarihsel gerçeklik üzerinden inşa edilmesi lazım. Öcalan bugün hayattadır ve öğretileri çözüm gibi de görünebilirler fakat yarın Kuzey Suriye Federasyonu’nda on tane sahte Öcalan’ın çıkmayacağını kim garanti edebilir. Kıyas yapmıyorum yanlış anlamayın Hz Muhammedin öldüğü gün Arap yarım adasında elli tane sahte peygamber zuhur etmişti ve sahte peygamberlerle savaşta Hz Muhammed’in arkadaşlarının yüzde doksanı kırıma uğramıştı.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
14227 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:16:35:20
x