Bir önceki yazımda İran ve Türkiye’de 21 yıl sürgün yaşamına tabi tutulan aşiretimizden ve ailemizden bahsetmiştim. Aslında T.C. Devleti tarafından sürgüne gönderilenlerin sadece Kayseri’ye sürgün edilmediklerini ve İran’dan dönmüş olan 387 aileyi parçalayarak Kayseri , Aydın ve Trakya’daki illere sürülerek biri birileriyle irtibat kuramadıkları ve bilinçli olarak ilişkilerinin kesildiğini daha sonraki yıllarda aile büyüklerimden öğrenmiş oluyordum.
Ayrıca 21 yıllık İran ve Türkiye’de sürgünde yaşayan insanlarımızın yaş ortalaması 35 ile 50 civarında olmasına karşılık bunların birçoğu ya henüz evlilik yapmamış ya da hane nüfusları 3 ile 5 arasında kalmıştır. Bu nedenle sürgünden dönen aileler klasik kalabalık Kürd ailesi olma özelliklerini tümüyle kaybetmişlerdir.
Bunun en çarpıcı örneği olarak kendi ailemi verebilirim. Babam İran dönüşü 38 yaşında olmasına rağmen 2 çocuklu 4 kişilik bir aileye sahipti. Bu sebepten olacak ki Kayseri’den döndükten ve Ağrı’ya yerleştikten hemen sonra babam ikinci evliliğini bir yakın akrabamızın kızını alarak yapmıştı. Artık benim ve ablamın biri birinden güzel , merhametli ve çalışkan iki anamız olmuştu. Böylece çekirdek ailemizin nüfusu beşe çıkmış , bana ve ablama büyük emekleri olan cici anamız ve büyük anamız olmuş ve bunlar biri birileriyle yarışırcasına her yıl birer çocuk doğurarak bir süre sonra çekirdek ailemizin nüfusu 14’e ulaşmış oluyordu.
Babam Hasan Taysun’un anlattıklarından : Kayseri , Aydın ve Trakya illerine sürülmüş olan ailemiz ve aşiretimize mensup olanların T.C. Devleti’nin çıkardığı af yasasını önemli bir fırsata dönüştürerek 1950 yılında hemen hemen tamamı Ağrı ve Iğdır illerine dönüş yaparak kendi atalarına ait topraklara yerleşmiş oluyorlardı. Kendi ata topraklarına dönmüş olan bu Kürd sürgünlerine bölge halkı muazzam bir ilgi göstererek oldukça sıcak bir biçimde bağırlarına basıyor ve bu sürgünlerin yeniden bir hayat kurmaları için her türlü yardım ve desteklerini bu insanlardan esirgemiyorlardı.
Babam Hasan Taysun İran’da teknik bir okuldan mezun birisi olduğu için Doğubeyazıt’taki köyümüze dönmeyerek Ağrı il merkezine yerleşmeye ve bir atölye açarak yaşamını sürdürmeye karar veriyordu. Babam ve akrabalarımızın birçoğu T.C. Devleti’ne askerlik yapmadıkları için ve daha yeni sürgünden dönmelerine karşılık döndükleri köylerinde düzenlerini henüz kurmadan 40-50 yaşlarında zoraki askere alınarak kendilerine büyük mağduriyetler yaşatılıyordu .Ancak rahmetli babam nasıl bir formül bulduysa T.C. Devleti’ne askerlik yapmadan ömrünü tamamlayarak 2004 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşarak aramızdan ayrıldı.
Bu arada ailemizi geçindirmek üzere ben bir taraftan okula gidiyor ve diğer taraftan da babama yardımcı olmak için bize ait olan atölyemizde çalışıyordum. Dolayısıyla Ağrı’daki Erkek Sanat Ensitütüsü’nde babamı yalnız bırakmamak için okuluma daha ikinci sınıftayken ara vermek zorunda kaldım. Babamın Ağrı Hareketi ve Mahabad Kürd Cumhuriyeti’ne katılmasından ve 21 yıllık sürgün hayatından dolayı onun bilgilerinden yararlanmak üzere bölgemizde Kürd milliyetçileri olarak bilinen çokça misafirleri ve ziyaretçileri oluyordu.
Ben ise bu dönemde evimize gelen ve işyerimizde babamı ziyaret edenlerin sohbetlerinden oldukça fazla yararlanıyordum. Böylece yaşım 16-17’ye geldiğinde farkında olmadan bir Kürd milliyetçisi ya da o günkü değimle iyi bir Kürdçü olmuştum. Dolayısıyla kendimce bir şeyleri sorguluyor ve aklımın yettiğince olup bitenlere cevap arıyordum.
O dönemde iki konu ilgimi fazlaca çekiyordu. Birincisi Ağrı’daki okullarda ve devlet dairelerindeki öğretmen ve memurların çoğunluğunun Türk veya Azeri olmalarıydı , ikincisi ise Ağrı’da ticari kazancı yüksek tüm mesleklerin ya Kafkas Muhacırları ya Ağrı iline sonradan gelen Araplar ya da özellikle Rize ve Trabzon’dan getirilmiş Karadenizlilerin elinde olmasıydı.
Ağrı ili nüfusunun %90’ı Kürd olmasına rağmen Azerilerin okullarda ve devlet dairelerinde büyük bir hakimiyeti vardı. Ayrıca ticaret hayatında ise Karadenizlilerin , Kafkas kökenli sözde Türklerin ve başka illerden gelmiş olan Arapların elinde olması Kürdlerin ise şehir merkezinde ya hamallık ya da amele olarak çalıştırılmaları , köylerde hayvancılıkla geçimlerini sağlamaları büyük bir soru işareti olarak aklıma takılıyor dolayısıyla da bu durumu hazmedemiyordum.
Anlaşılan T.C. sömürgeci devleti katliamlarla sonuçlandırdığı Ağrı Direnişini büyük bir fırsata dönüştürerek yörenin asli unsuru olan Kürd halkını şehre yerleştirdikleri bir takım devşirmelerle sosyal , ekonomik ve kültürel anlamda baskı altına alarak hem Kürdleri fakirleştirip hem de hızlı bir Türkleştirme politikası uygulamış oluyordu. Bilahere bunların neden böyle olduğunu sorup araştırarak öğrendiğimde bütün bunların T.C. Devleti’nin Kürdleri her alanda geri bırakmak üzere uygulamaya konduğunu öğrenmiş oluyordum. Yine bunlardan dolayı Ağrı merkezindeki insanların çoğunlukla Kürd olmasına rağmen daha çok bozuk bir Türkçe konuştuklarını ve böylece alay konusu edildiklerini ve bunun da bir asimilasyoncu politikaların sonucu olduğunu üzülerek öğrenmiş oluyordum.
Devam edecek…
M.Hüseyin Taysun
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.