Mustafa Yelkenli: CHP’nin Kürtlerle Dansı
''24 Şubat 1983 yılında Yılmaz Güney, Cigerxwin ve Abdurahman Şerefkendi’nin kurucusu olduğu Paris Kürt Enstitüsü Kürt dilini ve kültürünü amaçlamak üzere kurulmuştu. Kendal Nazan’ın başkanı olduğu Paris Kürt Enstitüsünün öncülük ettiği 14-15 Ekim 1989 tarihindeki ‘Kürt Ulusal Kimliği ve İnsan Hakları’ konulu konferansa o zamanlar SHP’nin içinde bulunan Kürt vekilleri de davet edilmişti. Konferansa Ahmet Türk, Kenan Sönmez, İsmail Hakkı Önal, Mehmet Ali Eran, Adnan Ekmen, Mahmut Alınak ve Salih Sümer katılmıştı. SHP Genel Başkanı Erdal İnönü’ye rağmen partide ipleri elinde tutan, derin devletin kadrosunda yer aldığı söylenen Deniz Baykal büyük bir Kürt nefretiyle bu vekillerin Kürt konferansına katılmalarına tepki göstermiş 6 vekili 16 Kasım’da partiden ihraç etmişti...''

Meraklısı hatırlayacaktır. 24 Şubat 1983 yılında Yılmaz Güney, Cigerxwin ve Abdurahman Şerefkendi’nin kurucusu olduğu Paris Kürt EnstitüsüKürt dilini ve kültürünü amaçlamak üzere kurulmuştu. Kendal Nazan’ın başkanı olduğu Paris Kürt Enstitüsünün öncülük ettiği 14-15 Ekim 1989 tarihindeki ‘Kürt Ulusal Kimliği ve İnsan Hakları’ konulu konferansa o zamanlar SHP’nin içinde bulunan Kürt vekilleri de davet edilmişti. Konferansa Ahmet Türk, Kenan Sönmez, İsmail Hakkı Önal, Mehmet Ali Eran, Adnan Ekmen, Mahmut Alınak ve Salih Sümer katılmıştı. SHP Genel Başkanı Erdal İnönü’ye rağmen partide ipleri elinde tutan, derin devletin kadrosunda yer aldığı söylenen Deniz Baykal büyük bir Kürt nefretiyle bu vekillerin Kürt konferansına katılmalarına tepki göstermiş 6 vekili 16 Kasım’da partiden ihraç etmişti. Konferansa katılan Mahmut Alınak ‘o tarihi yol ayrımını yaratan, büyük ölçüde Deniz Baykal ve ekibiydi’ der. İhraçlar büyük bir öfkeye neden olur. Bölgede CHP’nin il ve ilçe örgütleri istifa ederken tepkisel eylemler de başlamıştı. Cizre ve Nusaybin’de başlayan protestolar diğer il ve ilçelere de sirayet etmiş, gazetelerin satışları yüzde 40 oranında azalmıştı. Bunun üzerine Erdal İnönü ve SHP’nin ileri gelenleri apar topar bölgeye gelip halkı sakinleştirmeye çalışmışlar ama Kürtlerin öfkesi bir türlü dinmek bilmez. Halktan itibar görmeyen SHP ekibi bölgeyi terk eder. Etkisiz kalan CHP bölgeden tamamen sıfırlanmış olur. Kürtler CHP’den kopunca Halkın Emek Partisi’ni kurarlar. Kürtlerin düzen partilerinden kurtulup kendi partilerini kurmaları bir tür Vakayi Hayriye olarak günümüze kadar gelir.
CHP’de Kürt nefretinin bir yansıması olan ihraçlar üzerinden 35 yıl geçmesine rağmen Kürtlerin belleğinde hala tazeliğini koruyor. O nedenledir ki Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu Kürtlerin gönlünü almak için uzun süre bu kötü anıyı silmeye çalıştılar. Bu nedenle Selahattin Demirtaş bağrınıza taş basın oylarınızı demokratik güçlere verin diyerek CHP’ye kredi açmıştı.
İmamoğlu ve Özgür Özel başkanlığındaki CHP kurmayları AKP-MHP iktidarını geriletmek için Kürtlere ihtiyaçları olduklarını çok iyi biliyorlar. Kürtlere sempatik görünmek için ciddi bir politika değişikliğine gitmelerine rağmen, Afyon, Bolu, Antalya belediye başkanları ırkçı tutumlarını sürdürmekte inat etmişlerdi. Her ne kadar bu başkanlar uyarılmış olsalar da başta SZC, TELE 1 ve Halk TV gibi CHP’yi destekleyen televizyon kanallarındaki analist olarak ekranlara çıkarılan emekli generaller ve Yılmaz Özdil gibi gazeteci kılıklı Nazistler Kürtlere yönelik kin ve nefretlerini kusmaktan çekinmiyorlardı.
Kürt halkı yıllar süren mücadelesiyle Orta Doğu siyasetinde varlığını kabul ettirdi; Türkiye de ise potansiyel bir güç olarak ağırlığını hissettirdi. Kürt sorununu günümüze kadar taşıyan inkarcı ve imhacı Kemalizmin ırkçı zihniyeti iflas edince bu kez Türk-Kürt kardeşliği ve birliği mottosuyla yeni bir ulus yaratma projesi devlet/ Öcalan iş birliğiyle geliştirilmeye çalışılması gündemi meşgul ederken İmralı’ya gitme konusunda kendilerine kurucu sıfatını uygun gören CHP’nin gitmemesi sürecin ruhuna bir darbe olarak algılandı. İYİ Parti ve Zafer Partisiyle birlikte hareket eden CHP’nin içindeki bir avuç Kemalist faşist ulusalcının günlerce yaptığı propaganda CHP yönetimini etkilemiş görünüyor. Yeni bir ulus paradigmasına toplumu hazırlama konusunda Öcalan’ın Kürtleri ikna etme çabasına karşın devlet nedense düzen partilerini ikna etmekte yetersiz kaldı.
Kürtlerle kuralları ve koşulları yazılmayan kent uzlaşmasını önemseyen CHP’nin yeni yönetimi ırkçı Kemalist ve faşist çevrelerin hezeyanlarına daha fazla dayanamayarak Kürtlerle pek de sağlam olmayan bağını koparmakta sakınca görmedi. Her ne kadar Komisyonda yer alacaklarını, barış sürecine destek vereceklerini söylemelerine rağmen İmralı’ya gitmeyen CHP’nin bu tavrı tıpkı Deniz Baykal’ın Kürt vekillerini partiden ihraç ederek bölgede yalnızlaşmasına neden olurmunun yanıtı biraz da Kürt siyasetçilerinin tavrına bağlı olacak. Ancak şimdilik DEM CHP’yi sürecin içinde tutmakta kararlı görünüyor.
CHP’nin Ömit Özdağ ve Musavat Dervişoğu’nun baskısına dayanamayarak İmralı’ya gitmemesi bir bakıma eski kodlarına dönüş anlamına geliyor saptaması erken bir değerlendirme gibi görünse de Kürtlere karşı yaptığı soykırım düzeyindeki asimilasyon uygulamaları sosyal medyada yazılır oldu. Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP’nin yanında duracağı kesin olarak görülen Kürt seçmeninin CHP’nin 1930 ve 40’lı yıllardaki Kürt düşmanı, faşist yüzünü hatırlamasına yol açtı. Eline kalemi alan her Kürt CHP’nin inkarcı ve imhacı yüzünü göstermeye çalıştı. Her ne kadar inkar ve imha edilmekle bitmeyen Kürtlerin anka kuşu gibi yeniden ayağa kalkıp Orta Doğu coğrafyasında kendi kimliğiyle bütün dünyaya var olduğunu kanıtlaması Kemalistlerin görebileceği en büyük kabus olsa da CHP kurmaylarının bu gerçekliğe daha fazla gözlerini kapatamayacağını tahmin edenler de hayal kırıklığına uğradılar. Reel politika kendi gerçekliğini her türlü istismara rağmen varlığını hissettirir. Çünkü artık Kemalistlerle aynı amacı güden Baas partilerin ne Irak’ta ne de Suriye’de etkisi kalmadı. Mustafa Kemal’in ırkçı kodlarıyla düşünmekten kendini alamayan, konjoktürel gelişmeleri iyi okuyamayan CHP’nin MHP’nin gerisinde kalması bu parti için gerçekten de hazin bir durum. Aslında İmralı’ya gitmenin Kürt sorununu çözmek konusunda etkili olacağı da kuşkulu. Çünkü Öcalan söylenmesi gereken her şeyi söylemiş durumda. Öcalan’ı ziyaret etmenin sembolik olmanın dışında bir anlamı olmayan İmralı ziyaretini CHP’nin elinin tersiyle itmesi AKP-MHP ittifakının CHP ile Kürt seçmeni arasındaki bağın zayıflatmasına yol açtı. İktidarın sonraki hamlelerle bu bağı kopartıp baskın bir erken seçime gitme olasılığını göremeyen CHP kurmayları, Kemalist faşistlerin AKP iktidarıyla yaptıkları iş birliğiyle tuzağa düştüklerini de anlamaktan uzak görünüyorlar.
Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür sözü Kürtler için geçerli değil. 40 yıl sonra bile kendisine düşmanlık yapanı hatırlayan Kürtler Mustafa Kemal’in soykırım pratiğini yüz yıl sonra bile unutmuş değil. O nedenle MHP’nin İmralı’ya gitmekte bir sakınca görmediği halde CHP’nin bundan kaçınması Kürtler nezdinde bir kırılma yaratacağı açıktır. CHP’nin son yıllarda sergilediği Kürtlerle iş birliği siyasetini sürdürmesi gerekirken üç beş modası geçmiş Kemalist faşistin agresif tepkilerine göre politika değişikliği yapması kendi hanesine bir kazanç sayılmayacağı çok açık.
Ancak; çuvaldızı CHP’ye batırırken Kürt siyasetçilerini de bu eleştirilerden uzak tutmamak gerekiyor. CHP İmralı’ya gitmemeyi iki önemli konuyla gerekçelendiriyor. Komisyondaki oturumlar ve Öcalan ile yapılacak görüşmeler hakkında gizlilik kararı alınması, bu görüşmelerin on yıllık gizlilik süresinin bulunması haklı olarak birtakım kuşkulara neden oluyor. CHP’nin sürecin şeffaf olmamasına tepkili olması, gizlilik kararı alınan son toplantıya katılmaması anlaşılır bir durum. Diğer bir konu ise bir taraftan barış ve kardeşlikten söz edilecek diğer taraftan CHP hukuksuz ve adaletsiz bir şekilde krimanilize edilecek… Gizli tanık gibi ucube bir hukuksuzlukla somut hiçbir kanıt olmadan insanların hayatını yok etmeye odaklanmış bir düşman hukuku sürecin ruhuna tamamen aykırı. Ve en önemlisi üç kez AİHM kararına rağmen Selahattin Demirtaş ve diğer tutsakların hala içeride tutulması da bu sözde barış girişiminin samimiyetini haklı olarak sorguluyor. TBMM'de CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve Tülay Hatimoğullarının da aralarında olduğu 11 milletvekili için fezleke hazırlanması, Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş için soruşturma izni verilmesi de sürecin gelişimine aykırı olduğu bir başka sorun. Her ne kadar Kürt cephesinden süreç farklı CHP soruşturmaları farklı denilse de demokrasi mücadelesi tüm anti demokratik uygulamaları içermek zorunda. Kürt sorununun demokrasi ile çözüleceği kararına bağlanmış görünmesine rağmen iç siyasette demokrasi lafının edilmemesi ciddiyetsizlik olarak değerlendiriliyor.
Öcalan’ın ta ilk ateşkes kararı alındığı günden beri söylediği bir muhatap arıyorum sözü yıllar sonra gerçekleşmiş durumda. Devlet Öcalan’ı resmen muhatap olarak kabul ediyor. CHP bundan kaçınmış olsa da bu yeni konsept gerçeklik kazandı. Dolayısı ile CHP’nin de artık eski ezberini bir tarafa bırakıp yeni Türkiye’nin yüzüyle barışık olması ve eski yanlışlıklarıyla yüzleşmesi gerekir. Yüz yıllık inkar ve imha siyasetinin ardından 40 yıl süren savaş sonunda Kürt-Türk birlikteliği yeni bir ivme kazanıp başarıya ulaşabilmesi önyargıların bir tarafa itilmesiyle mümkün. Bundan sonra bir tarih yazılacaksa eğer her türlü ırkçılıktan azade eşitlik üzerinden olacaktır. Aksi durumda yüz yıl öncesine dönmek devlete de Türklüğü ırkçılık düzeyine getirenlere de bir yarar sağlamayacaktır.
Ancak yine de süreç Türkiye’ye demokratik bir alan açmazsa Kürt ulusu ciddi anlamda bir kazanç elde eder mi sorusu da bütün Kürtlerin önünde kapı gibi duruyor. Sürece sıkı sıkı sarılan Kürt siyasetçileri bu soruya yanıt vermekten kaçınamazlar.
Son güncellenme: 16:08:56




































































































































































































