Mustafa Yelkenli: Gönüllü Asimilasyon Olarak Entegrasyon

'' Kürtlerin aciliyeti öncelikle bir statüye kavuşmak ondan sonra demokratik entegrasyonun koşullarını yaratmak olmalıdır. Aksi takdirde önceleri kimi Kürt siyasetçilerin masumca söylediği Türkiyeleşmek giderek Türkleşmeyi getirir. Kürtler için yaşamsal önemde olan bu maddelerin anayasaya yazılmaması durumunda entegrasyon gönüllü asimilasyona dönüşür. ''

20 Kasım 2025 - 15:57
20 Kasım 2025 - 16:38
 0
Mustafa Yelkenli: Gönüllü Asimilasyon Olarak Entegrasyon

18 Kasım 2025 günü devlet içinde farklı bir misyon ve rolü olan MHP lideri Devlet Bahçeli’nin İmralı’ya Öcalan ile görüşmek için grup toplantısında partililerden izin istemesi tıpkı Cumhurbaşkanı Demirel ile Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş’in Kürt realitesini tanıyoruz söylemi gibi bir kırılma yaratmasa da önemli bir dönemece geldiğimizi gösteriyor. Demirel ve Güreş’n iktidar oldukları 1990’lı yıllarda savaş ciddi boyutlara ulaşmış, devletin karışık labirentlerinde Kürt ve PKK’nin ayrıştırılması ciddi olarak tartışılmıştı. Kürt realitesini kabul etmenin gereği yapılmamış olması resmi ideolojinin giderek adım adım iflasını doğurmuştu. Bugün artık resmen iflas eden resmi ideolojinin, adıyla sanıyla Kemalizm’in yüz yıllık asimilasyon siyasetine göz atmadan Bahçeli’nin Öcalan ile görüşmeye gitmesinin ne anlama geleceğinin analizini yapmak mümkün olmayacaktır.

Mustafa Kemal’den önce Sultan Abdulhamid’in Osmanlının dağılmasını önlemek ve sürekliliğini sağlamak için Kürtler ve Araplarla birlikte Pan İslamizmi devletin siyaseti haline getirme çabasına karşı İttihat ve Terakki Partisi askeri darbeyle Abdulhamid’i iktidardan uzaklaştırıp Türk birliğini önceleyerek Pan Türkizmi kısacık iktidarları döneminde hayata geçirmeye çalışır. Bunun için Rumlar göçertilecek, Ermeniler yok edilecek, Kürtler de asimile edilecekti. Ama Birinci Paylaşım Savaşında İttihat ve Terakki Almanlarla beraber ağır bir yenilgi alınca bu siyaseti sürdürmek Mustafa Kemal’e kalacaktı. Osmanlının Balkanlarda yenilmesinden sonra İslamlaşmış olan Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Arnavutlar, Romenler kendi soydaşları tarafından dışlanınca bu Müslümanlaşmış etnik gruplar can havliyle kendilerini Edirne kapılarına atarlar. Ancak tek şartla bunlar kabul edilecekti. Türkleşmekle… Çaresiz bu Müslüman kitle Türklüğü kabul ederek Türkiye’ye gelirler. Ermenilerden ve Rumlardan geriye kalan bağ, bahçe, ev, işyerleri bunlara verilir. Burjuvazi yaratma siyasetiyle bir kısmı zenginleştirilirken birçoğu da devletin bürokratları olup Türkleştirme siyasetini sürdürürler.

Mustafa Kemal’in temel siyaseti ise cumhuriyet döneminde Kürtleri asimile edip Müslümanlaşmış diğer etnik halklarla yapay bir Türk milleti yaratmak olur. Ancak Kürtler asimilasyon siyasetine direnip isyan edince işler sarpa sarar. Zor kullanan Mustafa Kemal hayatının sonuna kadar Kürtlerle boğuşur. Kürtlerin Türkleşmesi için her türlü zorbalığı kullanan Atatürk bunu göremeden ölür. Ancak devletin kilit noktalarına yerleşen dönmeler bu siyaseti sonuna kadar kararlı bir şekilde sürdürürler. On yıllara yayılacak bir iç savaşı göze alarak her türlü baskı unsurlarını kullanırlar. Ancak PKK’nin mücadelesi ve Kürtlerdeki ulusal bilinç geliştikçe bu savaşın uzamasına yol açar. Bu kirli savaşın devleti giderek zayıf düşüreceğini de hesaplayanlar süreç içinde devletin yozlaştığını adım adım mafya devletine dönüştüğünü de görürler. Günümüze geldiğimizde Kürtleri baskı altında tutan Irak ve Suriye’nin eski devlet anlayışından uzaklaştığını, Kürtlerin buralarda ciddi anlamda kazanımlar elde ettiklerini, devletimsi statüye kavuştukları görülünce Türkiye’deki Kemalist anlayışla devleti sürdürmekte zorlandığını gören kesimleri kaygıya sürükler.

MHP büyük bir olasılıkla derin devletin yakın bir gelecekte bölgemizde olası bir büyük savaşın çıkacağını, sınırların yeniden çizileceğini ve bu büyük savaşın sonunda Kürt-İsrail ittifakının Türkiye’yi olmadık çıkmazlara sürükleyeceğini ya öngörmüş olacak ya da devletin derin mahfizlerinde kulaklarına fısıldanmıştır. Bununla beraber tamamen rasyonallikten uzak çıkar amaçlı bir organizasyon olarak görünen AKP devletin öngördüğü gelecekteki olası yıkımı umursamadığı da bir gerçek.  Özellikle İsrail’in ve ABD’nin Ortadoğu coğrafyasını yeniden dizayn etmedeki kararlılığını gören derin devlet inkar ve imha siyasetiyle bir yere varılamayacağını anladığı için Kürtlerle bir barış girişimi için MHP’yi görevlendirir.  Devlet Bahçeli’nin DEM’lilerin elini sıkmasıyla başlayan bu süreç giderek Öcalan’ın da belirleyici rol oynamasına neden olur. Gelinen nokta bizzat Öcalan’ın bu siyasetin geliştirmesinde artık görünecek olmasıdır.

Eski Kemalist yöntemlerde ısrarcı olan kesimlerin yanı sıra denenen güvenlikçi yöntemlerin artık bir yararı olmadığını anlayan daha aklı selim kesimler ise Kürtlere statü vermeden daha az hasarla bu sorundan sıyrılmanın hesaplarını yaparlar. İnkar ve imha ile Kemalist devlet anlayışının iflasını görmek istemeyen bu kesimler bu kez Kürtleri sisteme entegre etmenin koşullarını yaratmaya çalışırlar. Asimilasyonun daha yumuşak bir türü olan entegrasyon için kendilerine yardımcı olabilecek en uygun kişinin Öcalan olabileceğini görürler ve bu konuda onu ikna ederler. Bir insanlık suçu olan asimilasyondan yaşanan acı derslerden sonra öngörülen entegrasyon kısaca güçlü olanın gücünü kullanmadan farklı olanı ve farklılıkları koruyarak genel zihniyeti içselleştirip bütünün bir parçası haline getirmenin adıdır. Ancak burada ciddiye alınması gerek en önemli gelişim entegrasyonun zamanla asimilasyona dönüşmesidir. Entegrasyon bir bakıma gönüllü asimilasyonun kapısını aralar. Kürtlerin bugün gelinen bu noktada entegrasyonu enine boyuna tartışması gerekmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, Öcalan entegrasyonun ileride asimilasyona evrileceğini gördüğü için demokratik entegrasyonu kullanmakta ısrar ediyor. Peki entegrasyonun başına demokratik terimini getirmek ileride yaşanabilecek sorunlara deva olabilecek mi? Yanıtı verilmesi gereken bu soru ciddi anlamda herkesin zihnini kurcalayacak gibi…

Kürt sorununun bu süreçle nasıl çözüleceğini veya son kertede nereye savrulacağını ön görememek bu konuda kafa yoranların gündemi olmaya devam ediyor. Birçok araştırmacı, analist farklı yönlerden bakarak olayı değerlendirmeye çalışıyor. Ancak gelecekteki olası sonuçları tahmin etmek için Kemalist devletin farklı etnik haklardan bir Türk milleti yaratması gerçeğini gözden ırak tutmamak gerekiyor. Yaratılmaya çalışılan bu yapay Türk milleti esprisinin artık gerçekçi olmadığı yüz yıl süren bir iç savaş sonrasında anlaşıldı. Yükselen Kürt gerçekliği ve giderek birlik olmaları Türk devletini de ürkütmeye başladı. Askeri olarak sonuç alınamayacağı da anlaşılınca Mustafa Kemalin iflas eden Türk milleti yaratma projesi bu kez Bahçeli ve Öcalan eliyle daha gerçekçi bir ulus yaratmaya yöneldi. Türk ve Kürtlerden oluşan yeni bir ulus. Bu ulus iflas eden Kemalist ulus paradigmasının yerini alacak. Ancak burada da sorunlar yok değil. Irkçılıkla zehirlenen Türkler Kürtlerle yeni bir paradigmaya hazır mı sorusuyla, Kürtlerin de bu paradigmada nasıl bir konumda olacakları başka bir soru olarak ortada duruyor. Öcalan bu sorunu aşmak için entegrasyonu öneriyor. Çok da matah bir şey olmayan entegrasyonu daha sevimli göstermek için başına demokratik terimini koyuyor. Oysa entegrasyonla amaçlananın, Kürtlerin kolayca benimsemeyeceği bir sorun olarak kalmaması için yapılması gereken bir dizi önlem alınmadığı an Kürtlük ciddi bir tehditle karşı karşıya kalması olası. Ama her şeyden önce yapılan tüm görüşmelerde üçüncü bir kesimin olmaması ise Kürtler açısından ciddi bir zaafiyet olduğu belirtilmeli. Entegrasyonun asimilasyona dönüşmemesi için ilk yapılacak şey tıpkı Mustafa Kemal’in 22 Haziran 1919’ta Amasya Tamiminde yazmış olduğu ‘Misak-i Milli Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanıdır’ sözünün tıpkısının yeni anayasaya ‘Türkiye coğrafyası Kürtlerin ve Türklerin ortak vatanıdır’ ibaresinin mutlaka yazılmasıdır. Ortak vatan anlayışıyla üst kimlik alt kimlik tartışmalarına son verecek, gereksiz kısır çekişmelerin de önüne geçilecektir. Türklerle Kürtlerin eşitliğini ve ortak vatan esprisini gerçekçi bir şekilde yansıtan bu deyişle beraber kardeşlik hukukundan söz ediliyorsa eğer Türkçe ve Kürtçenin iki dilli demokratik bir devletin temel ilkesi olarak anayasaya konulmasını zorunlu hale getirir.  Bunlarla beraber anayasaya konulması gereken bir başka madde ise Kürt illerinde hemen ilkokulda ana dilde eğitime başlanılması, orta okul ve liselerde Kürtçe seçmeli dil olarak okutulmasıdır. Devletin demokratik tarzda yeniden yapılandırılması ve eğitimin eşitlikçi olması Kürtlerde içe dönük bir bakış geliştirir; aksi takdirde yüzlerinin Irak ve Suriye’ye dönmeleri kaçınılmaz olacaktır. Birlik ve beraberlik eşitlikle olur anlayışı anayasaya konulacak olan bu maddelerle gerçekleşebilir ancak.

Kısaca Kürtlerin aciliyeti öncelikle bir statüye kavuşmak ondan sonra demokratik entegrasyonun koşullarını yaratmak olmalıdır. Aksi takdirde önceleri kimi Kürt siyasetçilerin masumca söylediği Türkiyeleşmek giderek Türkleşmeyi getirir. Kürtler için yaşamsal önemde olan bu maddelerin anayasaya yazılmaması durumunda entegrasyon gönüllü asimilasyona dönüşür. Kürtler için asıl tehlike budur.  Bunu tersine çevirmek Kürt kimliğinden ödün vermemekten ve bu konuda kararlı olmaktan geçiyor.

 

 


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

 

 

Bu haber toplam 351 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 16:38:50