Kuzey Kürdistan’da birbirine zıt, çelişkili bir mevzilenme söz konusudur.
Çelişkili bir tarzda konumlanan mevcut siyasal, örgütsel ve askeri yapılanmalar, KUKM’nin geldiği düzeyi hiçbir biçimde karşılamadıkları gibi, ekseriyeti geçmiş mücadele döneminin zihniyetini ısrarla ayakta tutmaya çalışmaktadır.
KUKM’nin seyrinde stratejik düzeyde pek çok değişiklik meydana gelmiştir. Şüphesiz Türk devletinin bakış açısında köklü değişimlerin meydana geldiğini ileri sürmek abartılı bir yaklaşımdır. Ancak neredeyse yarım yüzyılı bulan legal-illegal, askeri, siyasal her alanda sürdürülen mücadelenin Türk sömürgecilik sistemini önemli oranda işlevsiz bıraktığı ve artık Kürtleri geçmişte olduğu gibi imha, inkar etmenin asla gerçekleşemeyeceği bir düzey yakalanmıştır.
Kürtler artık diriliş döneminin değil, kurtuluş, kuruluş döneminin sorunlarını tartışmak, çözüm önerilerinde bulunmak ve mücadele araçlarını buna göre belirlemek zorundadır.
Kuzeyde hala silahlı mücadele anlayışında ısrar eden çevreler bulunmadığına göre, tüm örgütlerin legal siyasal alanı ve bunun mücadele yöntemlerini benimsediği ve giderek bütün enerjinin bu temelde seferber edilmesi gerektiği konusunda hem fikir oldukları anlaşılmaktadır.
Kürt örgütleri arasında legal siyasal alanı değerlendirme konusunda genel anlamda bir konsensüs sağlanmasına rağmen, aralarındaki görüş ayrılıkları stratejik pek çok konuda devam etmektedir. Yeni mecrada devam eden ayrışmanın giderek üç ana akım biçiminde karakterize olmaya başladığı görülmektedir.
a- Kürdistan’da Yurtsever İslami Hareketlerin Gelişme Eğilimi
İslami hareketlerin Ortadoğu’daki rolü, tarih boyunca hep belirleyici düzeyde olmuştur. Tarihe ve toplumsal gelişme yasalarına meydan okurcasına, İslami hareketlerin etkinliği, İran İslam Cumhuriyetinin kurulduğu 1980’lerden bu yana artarak devam etmektedir. İran Şii devrimini boğmak ve Ortadoğu’ya yayılmasını önlemek amacıyla çıkarılan Irak, İran savaşı ve onlarca yıldır uygulanan ambargoya rağmen İran devletinin Ortadoğu’daki rolü Amerika ve İsrail’in tüm politikalarını dengeleyecek, birçok alanda boşa çıkaracak ve bazen yenilgiye uğratacak kadar etkindir. İran’ı kuşatmak amacıyla yapılan Irak müdahalesi, neticede Amerika’nın Irak’ı kendi elleriyle İran’a teslim etmesine neden olmuştur. İran’ın Lübnan, Suriye’de ve diğer pek çok Arap ülkesindeki etkinliği ve kazandığı mevziler onu bölgenin en önemli aktörü durumuna getirmiştir. Artık İran faktörü göz önünde bulundurulmadan Ortadoğu’da bir yaprak dahi kıpırdatmak mümkün değildir.
Ortadoğu’da, İran İslam Cumhuriyeti önderliğinde gelişen ve bir şii hilali oluşturacak düzeyde etkin, aktif olmasına rağmen, demografik açıdan, aslında şii mezhebi azınlığı, suniler çoğunluğu oluşturmaktadır.
Sunni formatlı İslami hareketler, şiilerin aksine, birlik beraberlik içerisinde hareket etmekten hayli uzak ve birbirine düşman, dağınık bir konumda bulunmaktadır. Arap baharının başlamasından sonra gizlendikleri yer altı dehlizlerinden mantar gibi türeyen radikal islami hareketler mevcut durumda tüm Arap coğrafyası ve diğer müslüman ülkelerin birçoğunda iktidarı tehdit edecek ve istikrarı bozacak boyutta serpilmiş bulunmaktadır. Radikal islami hareketler gücünü, nüfusun büyük çoğunluğunu yanlarına çektiklerinden dolayı değil, yakıp yıkma ve estirdikleri terör sonucunda toplumun ve rejimlerin kalbine korku tohumlarını ekerek sağlamaktadır.
Hali hazırda ve karakterinden dolayı önümüzdeki dönemde El KAİDE ve türevlerinden oluşan radikal İslami hareketlerin Ortadoğu halklarına yıkım ve ölüm dışında verebileceği hiçbir gelecek yoktur. Buna karşılık kitle desteği olan ve daha ılımlı pozisyonda bulunan Müslüman Kardeşler, HAMAS ve Lübnan Hizbullah’ı gibi örgütlerin birçok Arap ülkesinde iktidarı ele geçirecek veya ana muhalefet yapacak düzeyde gücü vardır. Mısır’da yapıldığı gibi, askeri darbelerle islami hareketleri iktidardan düşürmek mümkündür, fakat binlerce yıllık bir geleneğe dayanan, toplumsal tabanı hayli güçlü olan bir potansiyeli polisiye tedbirlerle yok etmek mümkün değildir. Ortadoğu uzun bir dönem daha, İslami hareketlerin etkin bir tarzda rol oynadıkları ve güçleri hesaba katılmadan hiçbir stratejinin başarıya uluşma şansının olmadığı bir süreci yaşamaya devam edecektir.
Kürdistan; Ortadoğu’daki tüm gelişmelerden oldukça yoğun bir şekilde etkilenen ve etkileyen dinamik bir yapıya sahiptir. Ortadoğu’daki islami hareketlerin gücü veya güçsüzlüğü Kürt islami hareketinin geleceğini tayin etmede adeta bir barometre rolü oynamaktadır. Şüphesiz, Kürt islami hareketinin kaderini bütünüyle Ortadoğu’daki gelişmelere bağlamak, doğru bir yaklaşım değildir; Kürdistan’ın özgül koşullarının islami hareketlerin geleceğine nasıl bir referans sağladığının mutlak anlamda analiz edilmesine ihtiyaç vardır.
Mevcut örgütlerin karakter ve niteliğine bakılmaksızın, Kürdistan’ın geleceğinde, islami hareketler her zaman önemli bir aktör olarak rol oynamaya devam edecektir. Bu potansiyel Kürdistan’ın her dört parçasında aynı düzeyde olmasa bile, tümünde vardır ve İslami hareketlerin gücü, dayandığı toplumsal zemin göz ardı edilerek geleceğe yön verilmek isteniyorsa, daha başından itibaren doğabilecek bütün problemlerin alt yapısı döşenmiş olacaktır.
Kürdistan’da, Filistin’de olduğu gibi İslami grupların iktidarı ele geçirme şansları daha zayıf görünmektedir. Fakat bu islami grupların gücünü ve dayandığı potansiyeli hafife almamız gerektiği anlamına gelmemektedir. Tam tersine HUDA PAR dahil, bütün İslami grup ve çevreleri Kürd ve Kürdistani duruşa dahil etmenin, bu temelde sağlanacak birlik çalışmalarına çekmenin ve ulusal platformlarda buluşmanın yoğun gayreti içerisinde olmamız gerektiği sonucuna götürmektedir. Hizbullah’ın geçmişinde yaşanan sancılı durumu, gelecekte, yeniden düşmanlığın gerekçesi haline getirmenin haklı ve kabul edilebilir hiçbir tarafı yoktur. Geçmişte işlenen cinayetlerin hesabını vermek, bu temelde özeleştiride bulunmak, şüphesiz teşvik edilmesi gereken bir tutum olmalıdır, fakat kan davası güder gibi düşmanlığı devam ettirmek, ısrarla düşman saflarına itmek tasvip edilecek bir davranış değildir ve doğru olan Hizbullah’ı Kürdistan davasının bir müttefiki haline getirmek olmalıdır.
HUDA PAR hakkında ayrıntılı bir araştırma yapmış değilim. Fakat son dönemlerde Kürd davasına giderek ilgi duyduğu ve bunu ön plana aldığına dair tüm çevrelerin görüş birliği vardır. Yurtsever görüş bunu daha da cesaretlendirecek, teşvik edecek ve ulusal birliğe çekecek bir tavır takınmayı zorunlu kılmaktadır.
Kürdistan’daki İslami hareket konusunda geçmişten kalan ve ağırlıklı olarak Türk solunun dogmatik ve sekter bakış açısını yansıtan ön yargılarla değerlendirmelerde bulunmanın Kürd davasına zarardan başka yararı yoktur. Kaldı ki İslami gelenekten gelen Azadi İnisiyatifi, Nubahar vb. gibi pek çok örgüt, çevre, sivil toplum kuruluşu ve bağımsız şahsiyetin yaklaşımlarına bakıldığında tahminlerin çok ötesinde Kürdistani bir duruşa sahip oldukları görülmektedir. Tıpkı 1960’lardan sonra Türk solunda, 70-80 yılları arasında Kürt örgütlerinde gerçekleşen aydınlanmaya benzer bir şekilde, doksanlardan sonra, önce Türk İslamcılarında ve iki binli yıllardan bu yana ise Kürt islami geleneğinden gelen kesim içerisinde adeta bir Rönesans dönemi yaşanmaktadır. Üstelik daha önce islami temelde gelişen entelektüel birikimin şimdi Kürdistani değerler üzerinden ve Kürdistani bakış açısını yansıtacak tarzda geliştiği görülmektedir. Kürtlük damarının giderek geliştiği İslami kesimde ayrıca önem verilmesi gereken bir başka özelliği demokrasiye inanması ve ilişkilerinde hoş görüyü esas alan, diğer görüşlere saygı duyan çoğulcu sistemi kabul etmesidir. Kürt mücadelesi açısından tüm bu gelişmeler, mutlak anlamda değer verilmesi gereken muazzam birer kazanımdır. Kürt dinamizminin önemli ayağını oluşturan islami hareketleri birlik yönünde teşvik etmek, bunun zeminini oluşturmak ve ulusal platformlarda bir araya gelmek, her yurtseverin, demokrat Kürdün vazgeçilmez görevidir… Devam edecek.
28 Mayıs 2014 Nizamettin TAŞ (Botan Ahmed) Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.