Jorin Avesta: Türk Solu’nun Zehirli Okları

'' ... Kürd gençleri, kendi milletinin kahramanları olan Qazî Mihemed'i, Mela Mistefa Barzanî'yi, Ehmedê Xanî'yi tanımak yerine, onlara tamamen yabancı ideolojilerin ve liderlerin peşine takılmıştır. Kendi ulusal sembollerine yabancılaşmış, kendi tarihine karşı güvensizleştirilmiştir.''

30 Temmuz 2025 - 16:59
30 Temmuz 2025 - 16:59
 0
Jorin Avesta: Türk Solu’nun Zehirli Okları

Tarihin uzun ve meşakkatli yollarında yürüyen kadim milletler, varlıklarını tehdit eden tehlikeleri sadece karşılarındaki orduların kılıcında veya topunda aramamalıdır. Bazen en büyük tehlike, en sinsi zehir, dostluk libasına bürünmüş, kardeşlik ezgileri söyleyen ve size sizden daha çok sizi düşündüğünü iddia eden bir surette gelir. Kürd milletinin yüz yıllık modern siyasi tarihinde maruz kaldığı en tehlikeli, en yıkıcı ve ulusal bilincini en derinden tahrip eden saldırılardan biri, ne yazık ki "kardeş," "yoldaş" ve "ezilenlerin yegâne umudu" olduğunu iddia eden Türk solunun ideolojik kuşatması ve attığı zehirli oklardır.

Bu, ilk bakışta çelişkili görünen bir iddiadır. Zira sol ideoloji, doğası gereği mazlumun, ezilenin, kimliği inkâr edilenin yanında konumlandığını iddia eder. Peki, nasıl olur da bu evrensel iddiayı taşıyan bir hareket, bir bütün olarak Kürd milleti için bir zehir haline gelebilir? Cevap, teorinin parlak sloganlarında değil, pratiğin acımasız gerçekliğinde ve Türk solunun genetik kodlarına işlemiş olan Türk ulus-devletçi reflekslerinde saklıdır.

Vesayetin Teorisi ve Pratiği

Türk solu, kuruluşundan itibaren Kürd meselesini hiçbir zaman bir milletin, yani Kürd milletinin, kendi kaderini tayin etme hakkını içeren bir ulusal sorun olarak görmemiştir. Bunun yerine, meseleyi kendi ideolojik prizmasından kırarak yeniden tanımlamış ve önemsizleştirmiştir. Bu yeniden tanımlama, Kürd'ün ulusal kimliğini, tarihini ve taleplerini paranteze alan üç temel zehirli ok şeklinde tezahür etmiştir:

1. "Feodalizm ve Aşiret" Oku: Ulusal Bilincin Reddi

Türk solunun Kürd meselesine ilk ve en temel yaklaşımı, onu bir "Doğu Sorunu" veya "feodalizm sorunu" olarak etiketlemek oldu. Onlara göre Kürdistan'da bir millet değil, emperyalizmle iş birliği yapan "gerici aşiret reisleri," "ağalar," "şeyhler" ve onlar tarafından sömürülen "topraksız köylüler" vardı. Bu anlatıya göre Kürd milletinin temel sorunu ulusal kimliğinin inkârı değil, ekonomik geri kalmışlıktı. Çözüm ise, Kürd'ü bu "feodal" yapıdan kurtarıp "ileri," "çağdaş" ve "aydınlanmacı" sosyalist bir Türkiye projesine entegre etmekti.

Bu, son derece zehirli bir yaklaşımdı. Zira Kürd'ün ulusal isyanlarını, Ağrı'yı, Dersim'i, Şeyh Said'i "gerici feodal kalkışmalar" olarak yaftalayarak, aslında Ankara'daki resmî devlet ideolojisiyle aynı dili konuşuyorlardı. Devlet, Kürdleri "irticacı" ve "ilkel" olarak görürken, Türk solu da "feodal" ve "bilinçsiz" olarak görüyordu. Her ikisinin de ortak noktası, Kürd'ün kendi adına konuşma, kendi kaderini çizme ve bir millet olarak var olma iradesini tanımamaktı. Kürd'ün ulusal bilinci, onların nazarında "sahte bir bilinç" idi ve asıl "doğru bilinç" olan sınıf bilinciyle ikame edilmeliydi. Bu, Kürd kimliğine yönelik en rafine inkâr ve asimilasyon politikalarından biriydi.

2. "Halkların Kardeşliği" Oku: Stratejik Bir Piyonlaştırma

Türk solu, zamanla "feodalizm" söyleminin yetersiz kaldığını görünce, daha popüler ve kucaklayıcı görünen "halkların kardeşliği" sloganına sarıldı. Bu slogan, masum ve çekici görünse de altında derin bir tahakküm ilişkisi barındırıyordu. Bu "kardeşlik," hiçbir zaman eşitlerin kardeşliği olmadı. Her zaman bir "ağabey-kardeş" ilişkisiydi ve bu ilişkide "ağabey" rolünü Türk solu üstlenmişti.

Bu modele göre, Kürdler "devrimci mücadelenin" dinamik ama bilinçsiz gücünü temsil ediyordu. Türk solu ise bu gücü yönetecek olan "öncü," "bilinçli" ve "teorik" aklı temsil ediyordu. Kürd gençleri, kendi ulusal davaları için değil, Türkiye'de gerçekleşecek bir sosyalist devrimin neferleri olmak üzere devşirildi. Kürd dağları, Türk solunun devrimci romantizminin bir sahnesi haline getirildi. Kürd kanı, Kürd'ün kendi bayrağı için değil, Türk solunun ütopyası için akıtıldı. "Kardeşlik" adı altında Kürdlerin enerjisi, potansiyeli ve en yiğit evlatları, asla kendi ulusal çıkarlarına hizmet etmeyecek bir hedefe doğru kanalize edildi. Ne zaman ki Kürdler, bu "kardeşlik" hukukunun dışına çıkıp kendi ulusal taleplerini (federasyon, özerklik, bağımsızlık gibi) dile getirmeye kalksa, derhal "milliyetçi sapma," "küçük burjuva milliyetçiliği" ve "emperyalizmin oyununa gelmek" gibi suçlamalarla yaftalandılar. Kardeşlik, Kürd'ün Türk solunun çizdiği sınırların içinde kaldığı sürece geçerli olan şartlı bir tahliye haliydi.

3. "Anti-Emperyalizm" Oku: Kürd'ün Meşru Haklarının Şeytanlaştırılması

Türk solunun en işlevsel zehirli oku, "anti-emperyalizm" sopasıdır. Bu mantığa göre, Ortadoğu'daki yegâne meşru aktörler "anti-emperyalist" mücadele verenlerdir. Kürdlerin, uluslararası konjonktürde haklarını aramak için herhangi bir küresel veya bölgesel güçle kurduğu en ufak bir diyalog veya ilişki, anında "emperyalizmin uşaklığı" olarak damgalanır.

Bu, Kürd milletini diplomatik ve siyasi bir ablukaya alma stratejisidir. Kendileri her türlü uluslararası ilişkiyi kurarken, Kürd'ü çaresizliğe ve yalnızlığa mahkûm etmeyi hedeflerler. Bu söylem, Kürd'ün elini kolunu bağlayan zehirli bir sarmaşıktır. Kürd'e şu dayatılır: "Ya benim belirlediğim dar ve sonuçsuz yolda yürürsün ya da emperyalizmin piyonu olursun." Bu ikileme sıkıştırılan Kürd siyaseti, hareket alanını yitirmekte ve uluslararası alanda meşru bir aktör olma potansiyelini kaybetmektedir. Türk solu, Kürd'ün ulusal davasını, kendi "anti-emperyalist" anlatısının bir dipnotu haline getirerek onu boğmaya çalışmaktadır. Kürd'ün kendi devletini kurma hakkı bile, eğer bu "büyük anti-emperyalist dengeyi" bozacaksa, gayrimeşru ve haince bir talep olarak görülür

Panzehir, Ulusal Benliğe Dönmektir

Yıllardır atılan bu zehirli oklar, Kürd toplumunun bir kesiminde maalesef karşılık bulmuş, ulusal bilinci bulandırmış ve enerjimizi yanlış hedeflere yönlendirmiştir. Kürd gençleri, kendi milletinin kahramanları olan Qazî Mihemed'i, Mela Mistefa Barzanî'yi, Ehmedê Xanî'yi tanımak yerine, onlara tamamen yabancı ideolojilerin ve liderlerin peşine takılmıştır. Kendi ulusal sembollerine yabancılaşmış, kendi tarihine karşı güvensizleştirilmiştir.

Bugün Kürd milletinin önündeki en hayati görevlerden biri, Türk solunun bu ideolojik vesayetinden ve zihinsel ablukasından tamamen kurtulmaktır. Bu zehrin panzehiri, öz benliğimize, kendi ulusal hakikatimize dönmektir. Çözüm, ne Ankara'nın inkârında ne de Türk solunun sahte kardeşliğindedir. Çözüm, Kürd'ün kendi aklına, kendi vicdanına, kendi gücüne ve kendi tarihine güvenmesindedir.

Biz Kürdler, kimsenin devriminin "arka bahçesi" veya "piyonu" değiliz. Tarihin en kadim milletlerinden biri olarak, kendi yolumuzu kendimiz çizecek iradeye ve birikime sahibiz. Başkalarının ütopyaları için feda edilecek bir tek evladımız dahi yoktur. Kardeşlik, ancak eşitlerin, birbirinin varlığını ve kendi kaderini tayin etme hakkını kayıtsız şartsız tanıyanların arasında kurulabilir. Bu tanımayı yapmayan her "kardeşlik" çağrısı, zehirli bir oktan başka bir şey değildir. Ve bizim bu oklara karşı kalkanımız, sarsılmaz ulusal bilincimiz olacaktır.

 

Bu haber toplam 6819 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 12:06:02