John Bolton: Suriye ve Lübnan’ı Ne Bekliyor?

Eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, ABD’nin Türkiye Büyükelçisini "ev sahibi ülkenin gündemiyle bütünleşme" konusunda uyardı.

30 Temmuz 2025 - 16:32
30 Temmuz 2025 - 16:32
 0
John Bolton: Suriye ve Lübnan’ı Ne Bekliyor?

John Bolton’un Independent Arabia’da kaleme aldığı yazıya göre, ABD’nin Suriye politikasında Türkiye ve Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) önceliklerine odaklanması, Washington’un çıkarlarını gölgede bırakıyor. Esad rejiminin çöküşü sonrası ortaya çıkan yeni denklemde, İran’ın etkisi azalırken Türkiye bölgedeki nüfuzunu artırıyor. Ancak HTŞ’nin gelecekteki rolü, bölgesel istikrar açısından ciddi soru işaretleri barındırıyor. ABD’nin Şam’daki yeni yönetimden Esad dönemine ait kitle imha silahları ve rehinelerle ilgili tüm dosyaları açmasını beklediği belirtiliyor.

Eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı  John Bolton’un yazısı şöyle:

‘’ABD yönetimi, görünüşe göre Türkiye ve Suriye'nin önceliklerini, Amerika'nın çıkarları pahasına gerçekleştirmeye odaklanıyor. Yeni Suriye hükümeti, Esad rejiminin yabancı rehineler ve kitle imha silahları programlarıyla ilgili tüm dosyalarını açmak zorunda. Esad’ın Hizbullah ile yaptığı tüm anlaşmaların açığa çıkarılması ise şüphesiz dikkat çekici olacaktır.

Geçtiğimiz Perşembe günü, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi, Suriye’deki devam eden çatışmalar hakkında "gerilimi azaltma ve diyalog başlatma" çabalarından söz etti. Ancak ertesi gün, Cuma günü, Amerikan özel kuvvetleri Halep yakınlarında, Suriye’nin derinliklerinde bir operasyon gerçekleştirdi ve IŞİD’in üst düzey liderlerinden birini öldürdü. Bu çelişki, Suriye’nin geleceğinin ne denli karmaşık olduğunu ve bu geleceğin ne kadar büyük bölgesel ve uluslararası riskler barındırdığını gösteriyor. İsrail, Suriye ve Lübnan ile olan kuzey sınırlarını birleşik bir savunma hattı olarak gördüğünden, Lübnan’daki tehditler Suriye’deki tehditlerle ve daha geniş anlamda da İran’ın Orta Doğu’daki istikrarı bozucu rolüyle doğrudan bağlantılıdır.

8 Aralık’ta Esad’ın diktatör rejiminin çöküşü, Hizbullah ve Hamas’ın daha önce yaşadığı ağır kayıplar, ayrıca İsrail ve ABD’nin İran’ın nükleer ve balistik füze programlarına yönelik saldırıları, bölgede Sovyetlerin bir zamanlar "güç dengesi" diye adlandırdığı yapıda köklü bir değişiklik yarattı. İran ve müttefiklerinin şanssızlıkları, İsrail’e karşı yürütülen "ateş çemberi" stratejisinin çökmesiyle birlikte, Tahran’ın artık en büyük ve tek tehdit kaynağı olmadığını gösteriyor.

Bugünkü sorunların kökleri, 1919’da imzalanan Versailles(Versay) Antlaşması’na ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniden şekillendirilmesine dayanıyor. Osmanlı yönetimi kusursuz değildi ama Fransa ve Birleşik Krallık, Arap topraklarını kendi çıkarları için Milletler Cemiyeti manda sistemine dönüştürdü. Bu bağlamda Fransa, Suriye’yi parçalayıp Lübnan, Dürzi Dağı, Halep, Şam ve Alevi Devleti gibi yapay bölgeler oluşturdu. Esad’ın düşüşünden sonra Suriye’nin Lübnan’ı tekrar ilhak etmesi artık beklenmese de, Aleviler, Dürziler ve Hristiyanlar arasındaki ilişkilerin, HTŞ’nin (Heyet Tahrir el-Şam) kontrolündeki yeni hükümet altında nasıl yürüyeceği merak konusu.

Lübnan’da ise İran’ın uzantısı olan Hizbullah’ın rolü hâlâ belirsiz. İran’ın Suriye’deki etkisinin büyük ölçüde azalmasıyla birlikte, Türkiye – özellikle Erdoğan liderliğindeki – Arap Baharı’ndan bu yana bölgede etkisini artırmaya başladı ve bu, Esad rejimi için ciddi bir tehdit oluşturdu. Erdoğan, Esad sonrası Suriye’de Müslüman Kardeşler yanlısı bir yönetim kurmak için çeşitli isyancı grupları destekledi. Bu gruplar arasında, el-Kaide kökenli olan ve sonradan HTŞ adını alan Nusra Cephesi de vardı. Erdoğan, bu grubu ideal bulmasa da, "hiç yoktan iyidir" düşüncesiyle destek verdi.

2024 sonlarında, Rusya ve İran’ın kendi savaşlarına (biri Ukrayna’da, diğeri Orta Doğu’da) gömülmesini fırsat bilen Erdoğan ve HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Colani(Ahmed Şara), Esad’ı devirmek için harekete geçti. Rusya ve İran’ın koruyuculuğu olmadan HTŞ’nin başarılı olması mümkün değildi. Ancak HTŞ’nin gelecekteki rolü hakkında hâlâ fikir birliği yok: Erdoğan’ın bu kumarı tutacak mı? Yoksa grup tekrar terörist köklerine mi dönecek? Kesin bir yanıt yok. Üstelik geçmişte terör örgütlerine katılmış yabancı savaşçıların, bugün Suriye'nin yeni ordusuna katılması endişe verici. Kimse ikinci bir Osmanlı İmparatorluğu veya daha kötüsü, Suriye’nin "Akdeniz kıyısında bir Afganistan"a dönüşmesini istemiyor.

Erdoğan’ın Türkiye’deki Kürt isyancılarla yaptığı son ateşkes umut verici görünüyor. Ancak bu, iç siyasette artan muhalefeti bastırmak için alınmış stratejik bir karar olabilir. Özellikle, Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürt güçleri – başta Mazlum Abdi’nin liderliğindeki Demokratik Suriye Güçleri (DSG) – ile HTŞ arasında zorlu müzakereler devam ediyor. Erdoğan’ın DSG’ye düşmanlığı ve ABD ordusunun Fırat’ın doğusundaki varlığı, Türk ordusunun kuzeydoğu Suriye’ye girmesini engellemiş durumda.

Dolayısıyla, İsrail’in güney Suriye’deki Dürzi ve Hristiyanları korumak amacıyla müdahil olduğu çatışmalara odaklanmadan önce, Şam’daki HTŞ rejimi hakkında daha fazla bilgi edinmek gerekiyor. Daha önce de belirttiğim gibi, şu an kendisini Ahmed el-Şar’a olarak tanıtan kişi ve HTŞ hükümeti, Esad rejiminin tüm dosyalarını – özellikle yabancı rehineler ve kitle imha silahları konularında – açmak zorunda. Esad’ın Hizbullah’la yaptığı tüm anlaşmaların ifşası da oldukça önemli.

Ancak Beyaz Saray, Esad’ın kimyasal ve biyolojik silah üretimiyle ilgili bilgilerin yanı sıra kayıp Amerikalı vatandaşlar hakkında bilgi ararken, odağını Türkiye ve HTŞ’nin önceliklerine kaydırmış gibi görünüyor. Örneğin, ABD Büyükelçisi Thomas Barak, İsrail’in Şam’daki askeri komuta merkezlerine yaptığı saldırıları eleştirdi. Bu eleştirilerin kişisel mi yoksa Washington’dan alınan bir yetkiyle mi yapıldığı ise belirsiz. Çünkü ABD’nin bir müttefikini kamuya açık biçimde eleştirmesi genelde resmi onay gerektirir.

Dahası, Barak, Şar’ın İsrail ile diplomatik ilişkiler kurmamasını gerekçelendiren kamuya açık açıklamalarda da bulundu. Oysa, başka bir ülkenin eylemlerini savunmak bir ABD büyükelçisinin görevi değildir. Bu davranış, "ev sahibi ülkenin gündemiyle bütünleşme" olarak bilinen, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın sıkça eleştirilen bir sorunudur ve zaman zaman "yerelleşme hastalığı" olarak alaycı bir şekilde anılır. Bu bağlamda, Büyükelçi Barak bu belirtilere karşı uyarılmalı; çünkü onun ve Beyaz Saray’ın bölgenin karmaşasını anlaması için daha uzun bir yol var.’’

 

Bu haber toplam 3643 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 11:47:10