1920’de Sevr’de Var Olan Kürdlere, 1923’te Lozan’da Ne Oldu?..
''Öyle algılandığı gibi, Ortadoğu’da esas mesele “Filistin Meselesi” değil, “Kürd Meselesi”dir. Kürd milletinin, şehirlerini, kasabalarını, hatta köylerini birbirinden ayıran sınırlar tüm dünya için yüz karasıdır. Günümüzde altmış milyonu geçen nüfusuna rağmen tamamıyla statüsüz hâle getirilen, Mezopotamya’nın otaktan halkı Kürdlerin durumu, iki-üç milyonluk Filistinli Arab’ın durumundan çok daha vahimdir. Bu durumun iyi görülmesi lazım.''

Bundan tam 102 yıl önce, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentinde, içinde yaşadığımız toplumun ve bölgenin geleceğini ilgilendiren önemli bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşma, aslında bir uzlaşma getirmesi gerekirken yüz yıldır yarattığı sorunlar devam ediyor. Elbette, bu süreçte, üç yıl önceki Sevr Antlaşması bilinçli olarak göz ardı ediliyor.
1914-1918 yılları arasında süren I. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan Osmanlı İmparatorluğu ile galip devletler arasında, 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı ve en fazla bir-iki yıl sürmesi beklenen barış görüşmeleri başladı. Yaklaşık bir buçuk yıl süren Paris Barış Konferansı süreci sonunda 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması imzalandı.
Savaş sırasında ve sonrasında Arap coğrafyasının tamamı ve Kürd coğrafyasının bir kısmı İngiliz ve Fransız egemenliğine girmiş, yani Araplarla yollar ayrılmış, Rum ve Ermenilerin önemli bir kısmı, sürgünlerle, kıyımlarla büyük oranda mevcut coğrafyadan uzaklaştırılmışlardı. Kalan coğrafyanın bir bölümünde Türkler, bir bölümünde Kürdler çoğunluktaydı. Osmanlı dağılırken Türklerle birlikte belirli bir coğrafyada çoğunluk hâlinde yalnız Kürdler kalmıştı. Kürdler ne yapacaktı? Kafalar karışıktı; Osmanlının devamından umutlu olanlar, Osmanlıya bağlı bir özerklik ve bağımsızlık savunanlar…
Savaşın sona erdiği 1918 yılı yaz aylarında, Kürdistan Teali Cemiyeti (Partisi) ve Jîn dergisi çevresinde, belki de Kürd tarihindeki en büyük birlikteliği sağlandı. Bedirhanlar, Babanlar, Cemilpaşalar, Nehriler gibi büyük Kürd hanedanlarıyla birlikte, dönemin belli başlı tüm Kürd aydınları bu örgütlenmenin içinde yer aldı. Cemiyetin (partinin) lideri, 19. yy sonlarındaki Kürd ulusal mücadelesinin lideri Şeyh Ubeydullah Nehri’nin oğlu Seyid Abdülkadir’di.
1919 yılı başlarında Kürdistan Teali Cemiyeti’nin desteklediği Osmanlının eski Stockholm Büyükelçisi Şerif Paşa, Kürdler adına delege olarak Paris Barış Konferansı’na katıldı. Konferans sırasında, Kürdistan’ı savunduğu için Şerif Paşa, Kürdler tarafından gönderildiği belirtilen mektuplarla, telgraflarla protesto edildi. Bir süre sonra Şerif Paşa konferanstan çekilmek zorunda kaldı. Kürdistan Teali Cemiyeti zor durumda kaldı ve cemiyetin lideri Seyid Abdülkadir, birlikten yana olduğu hâlde bölücü ilan edildi.
Pek çok gelişmeden sonra 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr Antlaşması ile ilk kez, Kürdler, uluslararası bir belgede tanındı ve küçük de olsa haritalara resmi statüde “Kürdistan” diye bir yer işaret edildi. O sırada, İstanbul’daki hükûmetten başka, Ankara’da da Mustafa Kemal’in önderliğinde, Büyük Millet Meclisi (BMM) Hükûmeti adıyla yeni bir iktidar doğmuştu. İstanbul Hükûmeti istemese de antlaşmayı imzalamıştı, Ankara’daki BMM Hükûmeti ise antlaşmaya şiddetle karşıydı. Kürdler de antlaşmayı yetersiz görüyorlardı. Antlaşma sürüncemede kaldı, antlaşmayı imzalayan ülkeler de parlamentolarında, antlaşmayı onaylamadılar. Antlaşmaya sahip çıkan sadece Yunanistan ve Ermenilerdi. Sonuçta bu antlaşma yürürlüğe girmeyince yeniden bir antlaşma, uzlaşma arayışları başladı.
Lozan’a GiderkenYetersizlikten Yokluğa
1920 yılı ortalarından itibaren Kürdistan Teali Cemiyeti içinde ayrılıklar, huzursuzluklar baş gösterdi. Bazı Kürd çevreleri, Mustafa Kemal’in önderliğinde açılan Büyük Millet Meclisi’ndeydiler. 1920-1922 yıllarında İstanbul Hükûmeti dağılmaya doğru giderken Ankara Hükûmeti giderek güçleniyor ve uluslararası platformda da tanınmaya başlanmıştı. 1922 yılında, Büyük Britanya’nın, Ankara Hükûmeti’ni muhatap almasıyla birlikte Lozan görüşmeleri başladı.
Sevr’de varlıkları, temsiliyetleri kabul edilen Kürdler Lozan’da temsil edilmedi. TBMM Hükûmeti adına konferansa katılan ve “Kürd kökenli” olduğu belirtilen Başdelege İsmet Paşa, meclis hükûmetinin Türkler gibi Kürdleri de temsil ettiğini iddia etti. Konferansın gündeminde doğrudan Kürdler ve Kürdistan olmasa da özellikle Musul ve Azınlıklar maddelerinde Kürdlerin durumu çokça gündeme geldi.
Konferansın Başkanı İngiltere Başdelegesi Lord Curzon, başlangıçta Kürdlerin ayrı bir ulus olduğunu belirtse de genelde Batılı Hristiyan devletler, Kürdlerden çok, bölgenin Hristiyan toplulukları, Ermeniler ve Süryanilerle ilgilendiler. Büyük Ermenistan Projesi de hâlen gündemdeydi. Musul’un durumu ve Kürdistan coğrafyasında “Büyük Ermenistan” kurulacağı korkusuyla, Kürd ileri gelenleri, Kürd mebusları TBMM Hükûmeti’nin yanına itildi. Lozan’a kardeşlik telgrafları yağdı.
Lord Curzon, Kürd ulusal haklarından söz ederken Kürd ileri gelenleri, bazı Kürd mebusları, “Sen aramıza girme biz kardeşiz.” diyorlardı! Kürdlerin kendilerine ait silahlı güçleri, dayanabilecekleri başka güçler (ne Batılı emperyal güçler ne de Sosyalist Sovyetler Birliği) de yoktu ve Müslüman duyarlılığı daha etkindi. Bu durum, dönemin Kürd öncülerini hem çaresiz bıraktı hem yanılgıya uğrattı. “Aldanma” ve “Aldatılma” böyle başladı.
İlerleyen günlerde Mustafa Kemal-İsmet Paşa ikilisi, “miş gibi” yaparak Kürdleri hep yanlarında tuttular ve 1920’de (Sevr’de) söz konusu olan Kürd ulusal hakları unutuldu. Lozan’da, birlikte daha çok hak elde edileceğine herkes inandırıldı. İsmet Paşa, Lozan’da iki halk adına bulunduğuna hem konferanstaki devletleri hem Kürdleri ikna etti.
Uzayan görüşmeler ve gelişmeler TBMM Hükûmetinin lehineydi. 1923 yılı başlarında, bir süre konferansa ara verilse de sonunda İngilizlerle TBMM Hükûmeti, açık-gizli çeşitli görüşmeler sonunda, karşılıklı çıkarlar çerçevesinde uzlaştılar. Musul konusu bir süre ertelendi. TBMM Hükûmeti, Büyük Britanya ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerden yararlanarak pragmatik bir politika izledi ve bunda kendi adına başarılı oldu. Kürdlerle Ermeniler de sürecin kurbanı oldular.
Sonuç ve Değerlendirme
Lozan’dan çıkan sonuçların Kürdlerin de lehine olduğunu ileri süren görüşler tamamıyla yanlıştır, saptırmadır. Lozan'ın Kürdler yönünden savunulacak hiç bir yanı yoktur.Lozan, Türkiye Devleti'nin tapusudur deniyor. Doğrudur ama bazıları için de idam fermanıdır. Ayrıca bu tapu kimi mutlu etti? Türk olmayan insanları, kimliklerinden kopararak, asimilasyona uğratıp Türk saymakla mutluluk olur mu? Mutluluk, sahte kardeşlik söylemiyle değil eşitlikle olur. Bu adaletsiz durumda, Türk ulusunun mutlu olduğu da şüphelidir.
Osmanlı İmparatorluğu dağılmıştı. Asli unsurların çoğu evlerine dönerken Kürdler tamamıyla evsiz kaldı, Ermeniler de evlerinin bir kısmını yitirdiler. İçinde bir tek “Türk “köyü bulunmayan vilayetler, Türkiye Devleti’ne bağlanırken oradaki “Kürd”, “Türk” sayıldı. Türk’ün, Kürd’ün ve diğer halkların kimlikleriyle var oldukları federatif bir yapı, üniter yapıdan çok daha adil olmaz mıydı? Aslında, tüm dünyada federatif yapılar, bölünmenin önüne geçmek için kurulur. Bu yapının sonu ayrılmayla, bölünmeyle bitse dahi, komşu olarak uluslar daha mutlu olmaz mıydı?..
Eksikliklerine karşın her ulusun çoğunluk hâlinde yaşadığı yerlerin sahibi olması gerektiği şeklindeki Sevr, Lozan’dan daha adildi. Lozan’da Kürdlerin yok sayılması, Kürd milletinin kendi kaderini tayin etme hakkının engellenerek, Kürdistan’ın dört-beş ayrı devletin egemenliğine dağıtılması; Batılı büyük güçler, Sosyalist Sovyetler Birliği ve bölgesel güçler (Türk, Arap, Fars) sayesinde oldu. Buna dönemin Kürd yöneticilerinin yanılgıları da eklenebilir.
O çok korkulan Sevr ile daha küçük bir Türkiye oluşsaydı, bölgenin bir kısmı, İngiliz, Fransız veya Sovyet egemenliği kalsaydı da emperyalistler, mandater, sömürgeci güçler olarak bir süre sonra bölgeden ayrılacaklardı. Irak’ta İngilizlerin, Suriye’de Fransızların egemenliğinde kalan Kürdlerin, bugün bir statüsü söz konusu ise bu durumdan ileri gelmektedir. Kafkasya’daki Ermeniler, Sovyetler Birliği’nin değil de Türkiye’nin veya İran’ın sınırları içinde kalsaydı muhtemelen bugün Ermenistan Devleti de olmayacaktı.
Ortadoğu coğrafyasının bugün bir kangren içinde olmasının en büyük nedeni, bu adaletsiz antlaşma, Kürdlere yapılan bu tarihi haksızlık ve Lozan’da çizilen doğal olmayan sınırlardır. Yüz yıllık Kürd trajedisi ve “Kürd Sorunu”, bu sınırlarla ortaya çıkmıştır ve sorun hâlen yakıcı bir şekilde devam etmektedir.
Öyle algılandığı gibi, Ortadoğu’da esas mesele “Filistin Meselesi” değil, “Kürd Meselesi”dir. Kürd milletinin, şehirlerini, kasabalarını, hatta köylerini birbirinden ayıran sınırlar tüm dünya için yüz karasıdır. Günümüzde altmış milyonu geçen nüfusuna rağmen tamamıyla statüsüz hâle getirilen, Mezopotamya’nın otaktan halkı Kürdlerin durumu, iki-üç milyonluk Filistinli Arab’ın durumundan çok daha vahimdir. Bu durumun iyi görülmesi lazım.
Hatalara, yanılgılara, aldanma ve aldatılma oyunlarına karşın Kürd ulusu, gücü oranında, bu antlaşmayı kabul etmek istemedi; statüsüzlüğe hep itiraz ettiler. Rojhilat’ta, Başur’da, Rojava’da ve Bakur’da, hatta beşince parça Kafkaslarda hep mücadele verdiler.
Kürdler en büyük mücadeleyi direnmeyi de büyük parça Kuzey Kürdistan’da (Bakur’da) verdiler. Kuzey Kürdistan’da 1938-1958 yılları arasındaki kısa bir süre hariç hep mücadele vardı. Yüz yıla yayılan Kürdleri tarihten silme projelerine karşı yine yüz yıldır süren Kürd mücadelesi vardır. Bu mücadelede, Kürdler, belki bugün var olan bazı devletlerin nüfusu kadar kayıp verdi. Bu mücadele eksiği fazlasıyla günümüzde de devam ediyor.
1923’te yok edilmesi istenen Kürdler hâlen vardır. Elbette, sorun-çözüm derken şunu da net olarak görmek lâzım: Eğer Kürdistan var olmazsa Kürd’ün var olması da pek olası değildir. Bu bakımdan, “Kürd Meselesi” diye tanımlanan konu, bir insan hakları sorunu olmanın ötesinde bir ulusun var olma mücadelesidir. Yani “Kürd Meselesi” “Kürdistan Meselesi”dir…
Günümüzde Kürdler adına politika yapanların, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki 1918-1923 sürecini, özellikle de 1920-1923 Sevr-Lozan sürecini iyi bilmeleri, tarihten ders almaları gerekir. Gerçekten, bugün o güne benzer bir durum var, yanlış tekerrür etmemeli, Kürdlere 2. Lozan yaşatılmamalı…
/CT/
Son güncellenme: 18:56:23