Öcalan Üzerinden Yürütülen Manipülasyon

20 Temmuz 2025 - 19:30
20 Temmuz 2025 - 19:30
 0 2509
Öcalan Üzerinden Yürütülen Manipülasyon

Benim bu makalem, Türk devletin, AKP’nin Kürdistan politikasını ve özellikle Abdullah Öcalan üzerinden yürüttüğü stratejik yönlendirmeleri inceleyerek, devletin Kürdlerle ilişkisini bir sömürgecilik mantığı çerçevesinde değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana Kürd halkına yönelik politikaları, inkâr, asimilasyon ve bastırma ekseninde şekillenmiştir. Son yirmi yılda AKP iktidarında bu tarihsel çizgi, “çözüm süreci” gibi söylemlerle taktiksel olarak yeniden çerçevelenmiş; ancak öz itibariyle kolonyal karakterini şiddetle sürdürmüştür. 

Erdoğan yönetimi, iktidarının ilk yıllarında Kürtlere yönelik reformist bir dil kullanarak meşruiyet devşirmiştir. Bu süreçte Öcalan ile birlikte bazı Kürd siyasetçilerle kurulan taktiksel ilişkiler, zamanla bir “işbirlikçi sınıf”ın inşasına evrilmiş; bu zümre, devletin Kuzey Kürdistan’daki varlığını tahkim etmekte araçsallaştırılmıştır. Bu durum, klasik kolonyal yönetim modellerinde olduğu gibi kimilerine rejim lehine mobilize olma rolü vermiştir. Öcalan, üzerinden Kürdleri devlete entegre etme hazırlığı böyle bir roldür. 

1 Ekim 2024’te MHP lideri Devlet Bahçeli Erdoğan ile anlaşmalı Türkiye Büyük Millet Meclisi açılışında DEM Partili milletvekilleri ile tokalaşarak “barış” ve “kardeşlik” vurgusu yapması, ilk bakışta bir yumuşama sinyali olarak algılansa da, özünde bölgesel değişim korkusunun yansıması oldu. İsrail'in Hamas, Hizbullah ve İran’la süregiden çatışmalarında parçalanma paniği yaşayan Türk sömürgeci cumhuriyeti “barış” ve “kardeşlik” stratejisine sarıldı. 22 Ekim 2024'te Bahçeli'nin, PKK lideri Abdullah Öcalan’a “umut hakkı” vaadiyle seslenmesi ve Öcalan’ın 27 Şubat 2025’te PKK’ye silah bırakma çağrısı, bu stratejinin adımlarıdır.

11 Temmuz 2025’te sembolik bir gerilla grubunun silahlarını yakmasıyla, 40 yılı aşkın bir geçmişe sahip Kürd silahlı direnişinin bir dönemi fiilen sona erdi. Ancak Erdoğan'ın açıklamalarına bakılırsa bu gelişme,  gasp edilmiş Kürd milli hakların iadesine ve barışa değil, Türk işgalci cumhuriyetin, daha sinsi ve uzun vadeli bir planına işaret etmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 Haziran 2025 tarihli konuşması, Türk-Kürt kardeşliği söylemini Arap alemine genişleten ve “neo-Osmanlı” retoriğini yeniden devreye sokan bir hegemonik vizyonun ifadesidir. Türkiye, bu politikayi Suriye sahasında etkisine aldığı Araplar aracılığıyla bölgesel nüfuz alanını genişletmek için kullanıyor. Ayrıca muhalefeti bastırarak rejimsel sürekliliğini garanti altına almaya çalışıyor. 

Erdoğan, Neo-Osmanlıcılık, İttihatçı mirası İslami motiflerle yeniden yorumlanmış bir biçimi olarak, başta Kürd Milleti ve bölge halklarına karşı yeni bir yayılmacı tehdidin zeminini oluşturmaktadır. Sonuç olarak, karşımızda yalnızca bir “çözüm süreci” değil, Kürt varlığını tarihsel, kültürel ve siyasal düzlemde etkisizleştirme yi hedefleyen kapsamlı bir Türk yayılmacı doktrini bulunmaktadır.

Görülüyor ki, Erdoğan, Bahçeli iktidarı, Kürt halkının tarihsel hafızasında derin anlamı olan Kürd siyasi liderlerini teslim aldığı Öcalan üzerinde itibarsızlaştırma ve Öcalan’ı, ABD, İsrail karşıtı bir söylemle yeniden dolaşıma sokarak Kürt halkını manipüle etmeye çalışmaktadır. Türkler, Kürdlere yönelik sistematik baskı ve inkâr politikasını bu şekilde sürdürmektedir. Bu taktiksel manevra, yalnızca AKP rejiminin siyasal çaresizliğini değil, aynı zamanda Türkiye’nin bölgesel güç olma iddiasının da ne kadar içi boş bir retorikten ibaret olduğunu açığa vurmuştur.

Erdoğan rejimi, Türk-İslam sentezine dayalı bir ideolojik zemin oluşturarak, Kürt karşıtı politikaları hem muhafazakâr hem de ırkçı milliyetçi tabanda meşrulaştırmıştır. Bu ideolojik formasyon, Kürt halkının siyasi taleplerini “terör” kategorisine indirirken; devletin şiddetini ise meşru “savunma” olarak sunmaktadır. Bu bağlamda, Antonio Gramsci’nin “hegemonya” kuramı çerçevesinde değerlendirildiğinde, devletin rızaya dayalı bir tahakküm ilişkisi kurma çabası açıkça gözlemlenmektedir.

Türklerin Kürdistan Çıkmazı ve Bölgesel Değişim 

CHP tarihsel olarak Kürd meselesine karşı Milli misaki, inkârcı ve jenosidçi bir pozisyonda durmuştur. AKP'nin siyasal İslamcı çizgisiyle zıt görünse de, Kürdistan meselesinde Kemalist gelenek ile Erdoğan rejimi arasında yapısal bir benzerlik mevcuttur. CHP’nin Kürd yurtseverlerine, vekillerine yönelik operasyonlara ve Rojava’daki Kürt özerkliğine karşı Erdoğan hükümetinin askeri müdahalelerine destek vermesi, bu paralelliği açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye’deki “muhalefet”, Kürd ve Kürdistan sorununda kurucu devlet mantığının devamı olarak işlev görmektedir. 

Erdoğan’ın, siyasal islam-ı bölgede yayma planı Israil’in rolü nedeniyle Türkiye ile sınırlandırıldı. AKP’nin bu siyasetle devletleşmesi, eskisi gibi militarist darbelerden beslenen Kemalistlerin “kutsal devlet” algısının çöküşü oldu. Bu durum İsrail'in Ortadoğu'da oyun kurucu pozisyonu ile devam edecek. Bölgenin jeopolitik değişimi, Sykes-Picot sınırların işlevsiz hale gelmesi, Güney ve Rojava Kürdistan'ın saldırılara karşı ortak askeri savunmaya davet edilmesi yasanacak köklü değişimlere hazırlıktır. 

Trump’ın 2016 eski dış politika danışmanı Walid Faris, yaptığı açıklamada, Kürdistan Bölgesi Hükümeti Başbakanı Mesrur Barzani, DSG Genel Komutanı Mazlum Abdi’ye, tehditlere karşı ortak savunma, askeri ittifak çağrısında bulunması ve ABD Savunma Bakanlığı, Temsilciler Meclisi Başkanı ve birçok Amerikalı senatöre de hitaben; “Yüzyıl önce bölgeyi bölen Sykes-Picot Anlaşmasına atıfta bulunarak, “bu statükonun uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler Şartı çerçevesinde son bulmalıdır,” ifadesi Kürdistan işgalcileri için geri sayım niteliğindedir. Artık Kürd meselesinin uluslararası boyutu, stratejik önemi gözardı edilemiyor. 

Dönemin uluslararası emperyal güçlerin müdahalesi ile parçalanan Kürdistan, ayni güçlerin bir biçimde müdahalesi olmadan bölgenin alt emperyalist pozisyonuna gelmiş Türk ve İran kolonyalist devletleri ile Kürd ulusal meselesi barışçıl bir çözüme götürülemez. Uluslararası sistemin çifte standartları ve tarihsel sorumlulukları dikkate alındığında, Kürd halkının gasp edilmiş ulusal demokratik haklarının iadesi, sadece bölgesel değil küresel adalet açısından da bir zorunluluktur. Sykes-Picot anlaşmasıyla dört parçaya bölünen Kürdistan, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde hâlâ aynı yapay sınırlarla bölünmüşlüğünü koruyor. Bu kolonyalist statüko artık sürdürülemiyor. Kürdistan’ın işgal ve sömürge düzeninden kurtulması ve Ortadoğu barışın tesisi için İran ve Türk teokratik, dikta rejimlerin değişmesi gerekir.  

“Teslim Alınmış Bir Liderin Pazarlık Şansı Yok 

Abdullah Öcalan, Türkiye'nin Kürdlerle ilişkilerinde manipülasyona elverişli merkezi bir figür haline getirilmiş; 1999 yılında Türkiye’ye teslim edilmesinden itibaren devlet tarafından hem bastırma hem de yönlendirme amacıyla kullanılmaktadır. 2013–2015 yılları arasında sürdürülen “çözüm süreci” görünürde bir barış girişimi olsa da pratikte bir tür “zamana yayılmış teslimiyet stratejisi” olarak işlemiştir. Sürecin sona ermesiyle birlikte Kürd bölgelerinde yoğun askeri operasyonlar yürütülmüş; binlerce insan yaşamını yitirmiş ve on binlerce kişi tutuklanmıştır.

Türk devleti, Öcalan ile manipüle ettiği Kürd silahli hareketini etkisizleştirerek, yasal siyaset alanını da kontrol altına almak ve Kürd ulusal taleplerini sistem içinde boğmak istemektedir. Abdullah Öcalan, son yirmibeş yılda, yalnızca PKK içinde değil, Türkiye’nin Kürd politikasında da merkezî bir manipülasyon aracı haline getirildi. Öcalan, Türk devleti tarafından Kürd ulusal bağımsızlık mücadelesinin içten çözülmesi ve bölgesel müttefiklerin (ABD, İsrail, Batı kamuoyu) nezdinde Kürdlerin yalnızlaştırılması ve direniş potansiyelinin içeriden pasifize edilmesi amacıyla kullanılmaktadır.

Öcalan, kişisel kurtuluşu uğruna halkın kolektif haklarını inkâr etme tutumu ile halk nezdinde affedilmez. Devletın dilini konuşmaya başlayan, Erdoğan ve Bahçeli’nin diskurunu retorik eden Öcalan, milyonların emeği ile devasa bir halk hareketi olan örgütü bir tarikata dönüştürdü. Bu durum, Kürt siyasal aklının zayıflatılmasına, entelektüel birikimin heba edilmesine ve yenilenme ihtiyacının bastırılmasına neden oldu. 

Kürtlerin milli taleplerini komünal, ütopik, bıktırıcı tartışmalarla amaçsızlaştırmaya çalışan Öcalan, legal Kürd potansiyelini devletin yedeğine düşürecek. Türk devleti, Öcalan üzerinden Kürt legal siyasetini ya sistem içinde eritecek ya da kriminalize ederek tasfiye edecektir. Bu bağlamda yürütülen tartışmalar, Kürd halkını ulusal taleplerinden uzaklaştırmayı, siyasi enerjisini iç çatışmalara yönlendirmeyi ve bölgesel izolasyonu derinleştirmeyi amaçlamaktadır. 

Türkiye'nin Kürd politikasının temel karakteri, değişen söylemlere rağmen sömürgeci özünden hiçbir şey kaybetmemiştir. Abdullah Öcalan, bu politikanın meşrulaştırılmasında ve manipülasyonunda merkezi bir rol üstlendiği görülmektedir. Bazı siyasi yanlışlarına rağmen legal sahada parlak bir siyasi figür haline gelen Selahattin Demirtaş'ı hazmedemeyen, Öcalan, tarikat haline getirdiği örgütü kullanarak onuda düşürmüştür. Recep Tayyip Erdoğan'ın, “İmralı Edirne’yi hizaya getirecek” söylemine uygun davranmıştır. Son yirmi yılda cezaevlerine yurtsever giren bir çok Kürd Öcalan sayesinde türkleşerek çıkıyorlar.

Erdoğan rejimi, hem iç siyasette hem de dış ilişkilerde Öcalan'ın zaaflarını okşayarak Kürd toplumunu yönlendirme çabasına girmiş. Sözüm ona muhalefet partileri ise, (özellikle DEM) bu manipülasyonun dışında kalmak yerine destekleyici konumda rol almışlar. Bu politika ile Kuzey Kürdistan halkı sömürgeciliğe razi olmaya zorlanıyor.

[email protected]

Ev nûçe toplam 2509 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 22:31:01