• Günümüzde dünya konjonktürü herhangi bir coğrafyanın, halkın veya zenginliğin bir tek gücün tekelinde ve elinde kalmasına göz yummayacak bir anlayışa evirilmiştir. Ancak Kürdistan sorunu temelde tek bir gücün oluşturduğu hegemonyadan kaynaklanmadığı için, Kürdistan sorununa etki eden güçlerin “Dünya Konjonktürü” açısından farklı güç odaklarıyla ortaklaşmalara yönelmeleri sorunu daha da karmaşık hale getirmiştir. Dolayısıyla bugün TC Devleti ile PKK ( Abdullah Öcalan üzerinden) arasında yürütülen çözüm sürecini tek bir noktaya indirgeyerek okumak hatalı yaklaşımlara neden olabilir.
• Yüzyılları bulan Kürd ve Kürdistan sorununa bu çoklu etkiler üzerinden yaklaşmak ortaya çıkması muhtemel çıkmazları görmemizi kolaylaştırır. Dolayısıyla TC devleti ile PKK arasında yürütülen çözüm sürecine de, Kürdler ve Kürdistan üzerinde hegemonya oluşturmuş güçlerin birbiriyle rekabetlerine odaklanarak okumak gerekiyor. Bu anlamda şu başlıklar öne çıkar.
a) İran - Türkiye rekabeti;
b) Arap - Türk Sünni İşbirliği
c) Türklerin Neo Osmanlıcı tutumu
d) Batının enerji kaynaklarına daha ucuz ulaşma heyecanı.
Çözüm süreci sonucunda ortaya sağlıklı sonuçların çıkması için;
• PKK ile TC Devleti arasında yürütülen çözüm sürecine bu etkiler çerçevesinde günümüzde ulaşılan nokta üzerinden bakıldığında bunun kaçınılmaz bir sonuç olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalırız. Ancak bu durum hem PKK hem de devletin yaşanan süreç içerisinde geçirmiş oldukları zihinsel revizyonlarla da doğrudan doğruya orantılıdır. Ancak çözüm sürecinin geldiği bu aşamanın henüz Kürdistan davasının tamamını ve özünü çözme becerisine sahip olduğu ileri sürülemez. Dolayısıyla çözümün sürecinin Kürdistan sorunun tamamına şamil olamamasında PKK dışındaki Kürd yapılarının etkisine bakmamız gerekir.
a) Kürdistan davası esas itibarıyla ulusal bir davadır. Ulusal davaların ise halkla birlikte sürdürülmesi gerekir. Ancak halkın bunun tezahürlerini pratik alanda görmesi zorunludur. Kürd halkının son otuz yıl içerisinde bunun pratiğini PKK’ üzerinden gördüğünü ileri sürebiliriz. Oysa Muhalif Kürd yapıları hangi neden ileri sürülürse sürülsün pratik alanda bunu sergilemekten yoksun kalmaları çözümün parçası olmalarını engellemiştir.
b) Muhalif Kürd yapılarının PKK’ye karşı tümüyle haklı söylem ve taleplerine rağmen halk tabanında karşılık bulamamalarının sebebi de halkın diline uygun söylem ve eylem geliştirme becerisi gösterememeleridir. Oysa PKK’nin bu baskıcı, ötekileştirici ve tekçi yapısını Kürdistanın diğer parçalarında da sergilemekten kaçınmadığını biliyoruz. Buna rağmen diğer parçalardaki muhalif Kürd yapıları kendi varlıklarını PKK’ye kabul ettirebilecek yol ve yöntem belirleyerek halk tabanında karşılık bulabilmişlerdir. Rojhelat Kürtlerinin PJAK’a rağmen halk içinde örgütlü yapılara sahip olmaları buna örnek verilebilir. Dolayısıyla temsiliyet sorunu nedeniyle çözüm sürecine dâhil olmadılar.
c) Bakur Kürd Muhaliflerinin hem devlet hem de PKK’nin tutumunu öne sürerek saha dışına (Diasporaya) çekilmeleri sorunun çözümünde aktör olmalarını engellemiştir. Ki sahada olmayanın halk içerinde karşılık bulması mümkün değildir. Örneğin Barzani diğer parçalardaki PKK muhaliflerine açık destek sunmasına rağmen, Bakur’da bu tür bir girişimleri açıktan yapmaktan kaçınması sahada etkili ve halk desteğine sahip alternatif bir yapı bulamamasından kaynaklanıyor. Bu sebeple Bakur ile alakalı konularda PKK’yi direk muhatap olarak alabiliyor. Ama Rojava’da PYD’ye karşı muhalifleri kolaylıkla masaya getirerek dayatabiliyor.
d) Bakur Kürd muhalifleri diasporada kala kala halkın reel gündemini göremez duruma düşme sorunuyla karşı karşıya kaldılar. Çözüm süreciyle birlikte oluşan yumuşamadan yararlanarak kurdukları yapılar üzerinden bu durumu okumak mümkündür. Şöyle ki; bu yapılarda yer alan aktör ve gönüldaşlarının yaş ortalaması bile, onların halkın nabzını tutmaktan ne kadar uzak olduklarını açıkça gösteriyor. Bunun sebeplerine baktığımızda ise;
1) Kürdlerin büyük bir kesiminde Asimilasyonun etkili olmaya başladığı ve bunların devletle olan entegrasyonlarının giderek güçlenmesine rağmen bu kesime ulaşılamaması.
2) Kürdlerin toplumsal reeli olan Aşiret gerçekliğine ve onların dinsel inanışa uygun bir siyaset dilinin ve eyleminin ortaya konulamaması.
3) PKK dışında kalan örgütlenmiş dini yapıların (Cemaat ve STK) bu kesimler tarafından göz ardı edilerek bunlarla temasın sağlanamaması.
4) İdeolojik bakışlarının ve belli inançsal yapıların etkisiyle çoğunluk Sünni-Şafiî olan kesimin dikkate alınmaması ve bu inanç gruplarıyla kurulan bağlantılar üzerinden Müslümanların göz ardı edilmesi.
e) Kürd siyasi çevreleri her ne kadar günümüzde katı ideolojik kamplaşmalardan uzaklaşarak millileşen bir çizgi üzerinden yaklaşımlarda bulunsalar da, aslında bu millileşmeyi halkın değerleri üzerine bina etmeyerek belli sembol, şahıs ve şablonlar üzerine bina etmeye yönelme eğilimine girmişlerdir. Dolayısıyla Halkı öne alan bir millileşme anlayışı yerine kişilere endeksli katı ulusalcı bir mantığın esiri haline geldiler.
• Bakur Muhalif Kürd yapılarının hemen hemen tümü Barzani çizgisini benimseyen teoriler sunmalarına rağmen Pratikte Barzani Milli çizgisini sergilemekten ya kaçındılar ya da gerçekten benimsemediler. Çünkü bu çizgi onların toplumun sosyo - kültürel kodları olarak ortaya koydukları ideolojik ve düşünsel bakışlarıyla örtüşmüyordu.
Sonuç Olarak;
• PKK yaklaşımı günümüzde muhalif Kürdler tarafından daha çok aktüel gelişmeler üzerinden yapılan okumalara dayanmaktadır. Ancak daha temelli ve esaslı dayanak ve anlayış üzerinden gerçekleştirilmesi gerekir. Şunu açıkça söylemek gerekir, bugün PKK ne yaparsa yapsın kendisini Kürdistan gerçekliğinden soyutlayacak bir adım dahi atamaz. Örneğin inşa edeceği ne olursa olsun bunu Kürdistan olgusu üzerinden kurgulamak zorundadır. Dolayısıyla değerlendirmelerde bununda göz önünde bulundurulması gerekir.
• Muhalif Kürdler PKK ile yüzleşmek yerine PKK temsilcilerinin ortaya söyledikleri söylemlerini ve düşüncelerini esas alarak değerlendirmelere yönelmektedirler. Oysa daha esaslı değerlendirmeler yapmaları gerekiyor. Örneğin Başur Kürdlerinin bir dönemdeki buna benzer tutumları çeşitli niyet okuma yöntemleriyle rahatlıkla tevil edilmektedir. Hatta buna benzer durumlarda Mam Celal’in açıklamaları düşmana karşı kurnazlık olarak değerlendirilirken, Öcalan’ın açıklamaları ve söylemleri ihanet olarak değerlendirilmektedir.
• Her dava da olduğu gibi Kürd milli davası için de sağlam bir inanç gerekmektedir. Oysa Diaspora Kürdleri yaşadıkları modern hayatın etkisiyle dava açısından gittikçe çözülen eylem ve düşünceler sergilediler. Artık bu dava için bedel verme cesaret ve gücünü kendilerinde bulamamaktadırlar.
• HEREKETA AZADİ yukarıda sıralanan bakışla gördüğü eksik ve yanlış değerlendirmelere düşmemek üzere kendisini konumlandırmaktadır. Azadi Hareketi bağımsız bir yapı olmasına rağmen yaşadığı Kürdistan ve diğer koşullar açısından tek başına olmadığının farkındadır. Dolayısıyla reel koşulları dikkate alan bir perspektif çizerek yoluna devam etmeye çalışmaktadır. Öneri olarak ta Kürdlerin birliğini değil birlikteliğini savunmaktadır. Ki reel olarak yaşadığımız yer Avrupa değildir. Bizler alanda yerel anlamda PKK, AKP, HUDA PAR ve diğer Kürd gruplarıyla, genelde ise Türkler, Araplar, Farslarla yaşamaktayız. Elbette çözüm önerilerimiz içerisinde bunların yer alması da bir zorunluluk taşımaktadır.
• Bizler açısından çözüm süreci (her ne ise) amacına ulaşırsa direk ya da dolaylı olarak Kürdistan Özgürlük davası daha doğal ve daha tabii olan bir seyre oturacaktır. Bunun sonucu olarak ta Kürdistan’ın tüm dinamikleri daha aktif hele gelecek ve konuya dair söz söyleme kabiliyetleri daha da gelişecektir.
• Bizler her durumda olumsuzlanan PKK’yi tamamıyla değiştirip dönüştüremeyeceğimizin farkındayız. Ancak Dünya Konjonktürünün ve güçlerinin bu değişim ve dönüşümü gerçekleştireceğine inanıyoruz. Ancak bunu da Kürdleri özel bir yere oturttukları için değil Ortadoğu’da gerçekleştirmeyi hedefledikleri yapının bunu zorunlu kılmasından kaynaklandığının da farkındayız.
Doğal olarak ta bu süreçte PKK Kürd sorunu açısından Dünya Konjonktürünün belirlediği temsilcilerden biri olacak ve güçlendirilecektir. Ancak tek başına bir aktör olarak yer almasına da müsaade edilmeyeceği aşikârdır. Örneğin Başur Kürdistan’ında da KDP ve YNK güçlerinin yanına artı olarak GORAN Hareketinin güçlendirilmesi buna yönelik bir veri olarak okunmalıdır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.