Üçüncü bölüm
1970’lerin başına girildiğinde Kürdistan’ın kuzeyinde Türk eğitim sistemi içinde yetişen, Türk kültürü ile yoğrulduktan sonra, Türk üniversitelerinde Kemalist, Stalinist Türk hocaların motivasyonu ile bileylenen Kürd gençleri artık siyaset sahnesinde yeni bir jenerasyon olarak boy vermeye başlamışlardı.
Yılanın başı küçük iken ezilir mantığıyla hareket eden devletin derin aklı,11 temmuz 1965 te Said Elçi ve arkadaşları tarafından kurulan TKDP’nin başına bir ay sonra kurucu üyelerin oy birliği ile getirilen Av. Faik Bucak’a sadece 11 ay tahammül edebiliyordu. Çünkü Kürdistan fobisi üzerine inşa edilmiş Devlet aklı çok iyi biliyordu, Av. Faik Bucak, Said Elçi ve diğer kurucu kadroların önderliğinde Kürdistan mefkuresi ile donanmış bir Parti’nin başarılı olmaması için hiç bir neden yoktu.
Çünkü: PDKT’nin program ve hedefleri Kürdistan toplumunun sosyolojisi ile uyumlu idi. Bir bütün olarak 19.yüz yılın ilk çeyreğinden itibaren boy vermeye başlayan Baban Mirleri hareketi, Bedirxaniler, Şeyh Ubeydullahê Nehri’den Kürd Teali Cemiyeti, Azadi Örgütü, XOYBUN Örgütüne kadar olan tüm mücadele miraslarını sahipleniyor ve yönlerini Kürdistan mefkuresinin yeni merkezi olan Barzan’a çevirmişlerdi.
Kendi halkının tarihi dokusu, sosyolojisi ile harmanlanmış, siyasal bir hareketin başarılı olmaması için bir neden yoktu. Bunu çok iyi okuyan devlet aklı, hareketin en önündeki lidere karşı suikast planını devreye koymuştu.1960 ta Sivas’ta bir askeri garnizonda toplama kampına alınan 450 kişilik kitlenin içinden, medeni cesareti ile öne çıkan Faik Bucak’a karşı önce sinsi bir şekilde Bucak Aşireti içinde iç çatışmalar başlatılmış. Av. Faik Bucak kendisine yönelik silahlı bir saldırıda yaralanmış, hastaneye kaldırılarak tıbbi müdahale ile tedavi edilip, hayati hiç bir tehlikesi yokken, ertesi sabah (05/08/1966) erken saatlerde kendisine yapılan bir enjeksiyon dan yarım saat sonra Av. Faik Bucak hayata gözlerini yummuştur.
Şüphesiz ki TKDP’nin tüm kurucularının liderlik vasıfları vardı. Kurucu üyelerin hepsininde toplumun içinde ve kendi bölgelerinde belli bir toplumsal destekleri vardı. Av Faik Bucak ve Said Elçi ise 20. Yüz yılın ikinci yarısından itibaren içinden geçtikleri zorlu süreçlerde Kuzey Kürdistan da liderlik yapabilecek vasıflara, niteliklere ve cesarete sahip olduklarını dosta düşmana göstermişlerdi. Eğer bunlara belli bir zaman zarfı olsaydı, KUZEY’DEKİ Kürd milli hareketini ayağa kaldırıp, kitleselleştirebilecek tarihi bir misyonu yerine getirebilirlerdi.
Lozan antlaşmasının ardından dört parçaya bölünen Kürdistan’ın en büyük coğrafi parçası ve aynı zamanda en büyük nüfus yoğunluğuna sahip Kuzey’de Kürdistan toplumunun sosyolojisi ile uyumlu bir partinin ayaklarının yere güçlü bir şekilde basması, Türk devletinin en büyük korkulu rüyası idi
Av. Faik Bucak’ın sinsi bir suikast sonucu ortadan kaldırılması partide ve Kurdistan halkı üzerinde büyük bir şok ve moral bozukluğuna neden olmuştur. Suikasttan hemen sonra Said Elçi bayrağı devralmış, Av. Faik Bucak’ın yokluğunu hissettirmeyecek bir azim ve kararlılıkla parti çalışmalarını sürdürmüştür.
1967 yılında Kürdistan’ın belli başlı il ve ilçelerinde Doğu Mitingleri adı altında düzenlenen kitlesel eylemlerle TKDP’nin kitleselleşmesinin ilk adımlarını atmaya başlamışlardı. Said Elçi o dönemde TİP ile ortaklaşa düzenledikleri açık hava mitinglerinde Kürdistan halkı ile buluşmanın fırsatını yakalamıştı. Balık nasıl ki suya ihtiyaç duyuyorsa, Said Elçi de uğruna ölüme seve, seve gideceği halkıyla buluşmanın ilk adımlarını atmıştı.
Said Elçi miting alanlarında yaptığı güçlü ve duygusal hitabetlerle halkının gönlünde yer almaya başlamıştı. Diğer konuşmacıların çoğu Feodalizm, Ağa, Şeyh düzenini eleştirirken, Said Elçi sorunun ana kaynağının Ağa, Şeyh ve Feodalizm değil, Devletin kendisi olduğunu irdeleyerek Kürdistan’daki bütün sınıf ve tabakaların güvenini ve sempatisini kazanıyordu. Çünkü ona göre daha Ulusal özgürlüğünü elde edememiş bir milletin sorunu önce Ulusal Özgürlüktü. Ulusal özgürlüğünü elde edememiş bir halkın içine sınıf mücadelesini dayatmanın fayda dan çok fazla zararı olduğunu biliyordu.
1967 mitinglerinde Said Elçi ve önderliğinde ki TKDP’nin kitleselleşmesinin farkına varan Devlet, 25 Ocak 1968 de TKDP ye derin bir operasyon düzenleyerek Said Elçi ile birlikte kurucu üyelerin çoğunu ve Parti’nin diğer bazı kadrolarını gözaltına alarak soruşturmadan geçirdikten sonra, davayı Kürdistan halkından izole etmek için, tutukluları Diyarbakır dan Antalya cezaevine nakletti.
Said Elçi Antalya ağır ceza mahkemesinde yaptığı savunmalar ve onurlu duruşuyla 1959 yılında 49 lar davasından tutuklu olduğu Harbiye cezaevinde ki sınavdan sonra ikinci bir sınavını daha başarıyla verip, Kürdistan’ın yakın tarihindeki onurlu yerini yeniden pekiştiriyordu.
Ne yazık ki Said Elçi 1 Haziran 1971 tarihinde Güney Kürdistan da iki yıl önce kendi referansı ile güneye gönderdiği,1959 yılında Harbiye zindanında 49 lar davasından birlikte yattığı, Antalya cezaevinde tutuklu iken, Isparta ilinde doktorluk yapan ve cezaevinde Said Elçi ve arkadaşları ile sürekli dayanışma içinde olan Dr. Said Kırmızıtoprak (Dr.Şivan) tarafından sinsice planlanan bir suikast sonucu yanında rehber olarak bulunan arkadaşı Mihemedê Begê ile birlikte öldürüldü.
Said Elçi cinayeti, Av. Faik Bucak cinayetinden çok daha sarsıcı bir suikast idi.20.Yüz yılın ilk çeyreğinden itibaren modern örgütlülük içine giren Kürd milli mücadelesinin tarihinde bir ilkti, Said Elçi cinayeti. Söz konusu tarihi süreç içerisinde Kürdistan’daki mücadele içinde Kürdistan mefkuresi Kürd üst aklı olduğu için, Kürd örgütleri ve siyasi kadroları içinde 1971 de işlenen Said Elçi örneğinde ki gibi bir suikast olmamıştır. Kürd örgütleri içindeki siyasi kadrolar arasında ki kişisel rekabet, hiçbir zaman birbirlerine karşı suikast veya darbecilik gibi bir zihniyete evirilmemiştir. Bununla ilgili tarihi bir bilgiyi dört yıl önce aramızdan ayrılan sayın Derwêş’ ê Sado’nun ağzından buraya aktarıyorum.1930 ların sonlarına doğru XOYBUN örgütünün içinde Bedirxaniler ve Cemil Paşazadeler arasındaki liderlik rekabeti, XOYBUN örgütünün siyasi kadrolarını bezdirir ve duruma müdahale edilir. Xoybun örgütünün siyasi kadroları ortak bir kararla, Bedirxanileri ve Cemil Paşazadelerin yerine Elazığ’ın Maden ilçesinden olan Dr. Nafiz’i XOYBUN örgütünün sekreterliğine getirirler.
Dr. Nafiz XOYBUN’un sekreteri olduğu dönemlerde Haco Ağa’nın divanında kalabalık bir grubun içinde, Haco Ağa ile bazı konular üzerinde sohbet ederken, sohbetleri gittikçe sertleşip olumsuz bir yöne eviriliyor. Tartışanlardan biri o dönemde (1920li yıllarda) İstanbul’da tıp fakültesini bitirmiş bir aydın, diğeri ise ne okul, nede herhangi bir medrese de eğitim deneyimi olmuş, bir aşiret reisidir. Tartışma uzayıp tadından, tuzundan çıkınca, Dr. Nafiz, Haco Ağa’nın divanını terk edip gider.
Dr. Nafiz’in bu hareketini hakaret olarak algılayan Haco Ağa’nın iki yeğeni ayağa kalkarak, ağam siz, bize müsaade edin, peşinden çıkıp kafasını ezelim demeleriyle birlikte, Haco Ağa o toplumun içinde yeğenlerine sert bir cevap vererek: ”Siz, Onun kim olduğunu biliyor musunuz? O XOYBUN örgütünün lideridir, aynı zamanda Kürd milletinin de lideridir, onun kafasını ezecek adam anasından doğmamış tır.” Der. Haco Ağa ile, Dr. Nafiz arasında geçen bu tatsız durumdan sonra ikisi arasında ki soğukluk, yıllarca devam eder ve bu arada Haco Ağa cilt kanserine yakalanır. Şam ve Beyrut’taki hastanelerde aldığı tedaviler bir işe yaramaz ve Haco Ağa hastalığının son dönemleri olan dördüncü evreye girmesine rağmen, Dr. Nafiz ne yazık ki onu sormaya gelmemiştir. Haco Ağa o hasta haliyle bir gün yeğenlerinden birine seslenerek Dr. Nafizi özlemişim, istiyorum ki onu buraya getiresin der.
Dr. Nafiz, Haco Ağanın, yeğeninin durumu kendisine iletmesi üzerine Haco Ağanın divanına gider. Her zamanki gibi Divan kalabalıktır. Dr. Nafiz, toplumu selamladıktan sonra, Haco Ağanın sağlık dosyasına bakar ve kendisini de muayene ettikten sonra derin bir ahhh çekerek neye üzülüyorum, biliyor musunuz? Ben ona üzülüyorum ki, Haco Ağa ölürse, Kürdlerin içinde onun yerini dolduracak bir adamın olmamasıdır.”
Ne yazık ki 20. Yüz yılın başından itibaren gelen süreçte Kürd yurdseverleri’nin ve siyasal örgütlerinin üst aklı olan Kürdistan mefkuresinin yerini 1971 deki Said Elçi suikastı ile farklı bir zihniyete bırakıyordu.1960’lardan itibaren Kürd yurdsever hareketinin içinde adım, adım boy vermeye başlayan jenerasyon Said Elçi’yi öldürmekle beraber, Kürdistan’ın kuzeyinde ilk olarak Barzani karşıtı bir siyasal yapılanmanın ilk adımları da atılmaya başlanıyordu.1960’ların başından itibaren Türk devletinin derin aklının kurguladığı senaryonun ilk adımları atılmaya başlanıyordu.
Said Elçi suikastı ile Kürdistan milli mücadelesinde, gelenek bozuluyor du.1971 den itibaren Kürd örgütlenme yapısı içinde darbecilik ve tasfiyecilik bir taraftan adım, adım gelişirken, diğer taraftan da Barzani’ye karşı sol jargonlarla, akıl almaz komplo teorileri ile çamur atma ve karalamanın her türlüsü yapılıyordu. Yarım asrı aşan silahlı mücadele süreci içinde savaş ortamında dahi düşmanlarına karşı adil davranan Mele Mustafa Barzani ye akıl almaz iftiralar la Barzani CIA, MİT, Mossad işbirliği ile önce Said Elçi’yi öldürüyor, onun ölümünden de Dr. Şivan’ı sorumlu tutarak üç arkadaşı ile birlikte idam ediyor, diyebilecek kadar, vicdani muhasebeden uzaklaşıyorlardı.
1960’lardan itibaren projelendirilen Devletin derin aklı, Kürd milli hareketinin içine nifak sokmayı becermiş, Barzani çizgisinin Kuzey’e sirayet etmesinden büyük endişe duyan Türk devleti, Kuzey Kürdistan da Barzani karşıtlığının ilk mevzilenmesini görmenin sevincini yaşıyordu. Said Elçi suikastı bir ilkti, ileriki yıllarda Kürd örgütlerinin birbiriyle çatışmalarının, diğer yandan da örgüt içi infazların ne yazık ki önü açılıyordu.
Yazının devamı gelecek bölümde