Kürtlerin Devletsizlik Paradoksu

Doğu Kürdistanlı akademisyenler Kamal Soleimani ve Behrooz Shojai, Kürdlerin Devletsizlik Paradoksu isimli bir kitap yayımladılar. Bu, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın düşüncelerini eleştiren bir çalışmadır.
Kitabın tam ismi şöyledir: Kürtlerin Devletsizlik Paradoksu, Öcalan’ın Konfederalizm ve Türkiyelileşme Stratejileri, Doz Yayınları, Temmuz 2025, İstanbul, 264 s.
Kamal Soleimani (1968, Piranşar/Doğu Kürdistan, El Coleigo de Mexico’da öğretim üyesi)
Behrooz Shojai (1968, Kutul yan Kutur/Doğu Kürdistan, İsveç’te Dil Hakları konusunda eğitim çalışmaları yapıyor)
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın siyasal çehresinde çok büyük değişiklikler oldu. Yeni yeni devletler kuruldu. Ama uluslararası toplum Kürdlere, Kürdistan’a karşı çok ağır, çok haksız yaptırımlar gerçekleştirdi. 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde Kürdler, Kürdistan bölündü, parçalandı, paylaşıldı. Bu süreçte, dönemin iki emperyal gücü, İngiltere ve Fransa’nın, ve Ortadoğu’nun iki köklü devleti Osmanlı İmparatorluğu/Türkiye Cumhuriyeti, ve İran İmparatorluğu/Yeni İran Şahlığı’nın müşterek işbirliği ve güçbirliğini görüyoruz. Bu, Kürdler üzerinde bir insanın iskeletinin parçalanması, beyninin dumura uğraması gibi bir etki yarattı. Bu tarihlerden sonra Kürdler her parçada, Başur’da, Bakur’da, Rojhilat’da, Rojava’da çok ağır asimilasyon politikalarının hedefi oldu. Bütün Kürd değerlerine el konuldu. Kürdleri, diliyle, kültürüyle tarihlerden, yeryüzünden silmek için çok büyük çabalar harcandı. Bu haksız politikalar, Kürdistan’ın dört parçasında da şu veya bu biçimde hâlâ devam ediyor. Kürdistan’ın bir parçasının da Kafkasya’da olduğunu unutmamak gerekir.
Konumuz açısından bu kısa hatırlatmanın önemi şuradadır: Kürdlerin, Kürdistan’ın bu somut durumu karşısında, Kürdlerin yaşadığı bu felaket karşısında hangi parçada bir gerilla hareketi başlarsa başlasın, Kürdlerin hedefi, Kürdlerden gasp edilen bu değerleri yeniden ele geçirmek olmalıdır. Belirli bir parçanın kurtuluşu için çaba sarf edilebilir ama gerillaya başlamadan bu analiz gerekmektedir. Böyle bir çaba da doğal olarak insanları, örgütü milliyetçi yapar.
Bu arada bir parantez açarak şunu ifade etmek gerekiyor: Arap, Fars, Türk milliyetçilikleri ırkçıdır. Her milliyetçiliğin de Kürdleri asimile etmek, Kürdleri dillerden ve tarihlerden ve yeryüzünden silmek gibi bir amacı vardır. Her üç milliyetçilik de bu amacına ulaşmak için devlet terörünü yoğun bir şekilde kullanır. Kürd milliyetçiliğinin, kuşkusuz böyle bir amacı yoktur. Kürd milliyetçiliği, gasp edilen bu hakları yeniden kazanma çabasıdır. Buysa, baskı ve zulme karşı evrensel değerleri kazanma çabası olarak değerlendirilir.
Abdullah Öcalan ise milliyetçeliğe karşı olduğunu, bunun ilkel bir tutum olduğunu vurgulamaktadır (s. 170). Türk Resmi ideolojisi, 1960’lı yıllardan beri Kürd ve Kürdistan çalışmaları yapanları ilkel milliyetçilikle suçlamıştır. Türk resmi ideolojisi ile Öcalan arasında bu konuda hiçbir fark yoktur. Öcalan, devletin kötü olduğunu, Kürdlere devletin gerekli olmadığını, Kürdlere devlet istemediğini vurgulamakta, Arap, Fars, Türk devletlerine karşı da hiçbir eleştiri yürütmemektedir. Sadece muhtemel Kürd devletine karşı olduğunu belirtmektedir. Türk resmî ideolojisi de Kürdlerin Ortadoğu’da bir devlete sahip olmasını “ikinci İsrail” olarak suçlamaktadır. Öcalan’ın, Yalçın Küçük’ün, Doğu Perinçek’in fikri de bu yöndedir. Her üçü de kurulacak Kürdistan’a “Barzanistan” diyerek itibarsızlaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu noktada Öcalan, Türk resmi görüşü ile aynı görüşü paylaşmaktadır. Bu olguların dışında Öcalan’ın çokça düşünsel ve pratiğiyle Kürdlere hizmet etmediği, kendi deyimiyle “Türk devletine hizmet ettiğini ve etmek istediğini” açıkça beyan etmektedir.
Bu düşüncelerinden ve tutumundan dolayı, Abdullah Öcalan’ın elbette eleştirilmesi gerekir. Ama Öcalan eleştirilerine başlarken bu ilişkileri gündeme getirmemelerinden dolayı özellikle Kuzey Kürdistan’daki Kürd akademisyenlerin eleştirilmesi gerekir.
Abdullah Öcalan’ın üzerinde durduğu önemli konu da Türkiyelileşmedir. Türkiyelileşme Türkleşme demektir. Öcalan ikisinin farklı olduğunu söylemektedir. Türkiyelileşme ülke merkezli bir politikayı ifade ederken, ikincisi, Türk etnisine odaklanmaktadır (s. 178). Devletin yüz yılı aşkın bir zamandır Kürdlere karşı uyguladığı asimilasyon politikalarını gündeme getirirsek, Türkiyelileşmenin tam olarak Türkleşme olduğu ortaya çıkar. Gerek Türk üniversitelerinde çalışan ve gerekse diasporada akademik çalışmalar yürüten çok sayıda Kürd akademisyenin Türkiyelileşmeyi Kürd ulusuna doğru bir tez olarak sunmaları kabul edilemez. Türkiyelileşme, yüzyılı aşkın sürdürülen Kürdlerin Türkleştirilmesi politikasının bir devamıdır. Hatta daha sinsi ve tehlikeli olarak. Ayrıca “Öcalan benim başımdır ya da irademdir” diyen aydınların da çok yoğun olarak eleştirilmesi gerekir. Son yıllarda konfor alanlarının bozulmasını istemeyen bazı Türk üniversitelerinde çalışan Kürd akademisyenlerin Türkiyelileşme tezini (dolayısıyla Türkleşmeyi) açıkça savunmaları, Türk resmî ideolojisine ve sömürgeciliğe hizmet anlamına geldiği açıktır.
Yıllardır Öcalan’ın düşünce ve tutumunu akademik olarak eleştiren Kamal Soleimani’nin ve Behrooz Shojai’nin bu çalışması çok değerli bir incelemedir. Bu iki akademisyen Türkçe’ye hâkim olmamasına rağmen PKK ve Öcalan’ın düşüncelerini büyük bir akademik sorumlulukla inceleyip bu kitabı yazmaları çok değerlidir. Bugüne kadar Abdullah Öcalan hakkında yazılan kitaplar daha çok, eleştirel olmayan övgü dolu metinlerdir. Kamal Soleimani’nin ve Behrooz Shojai’nin incelemesi ise bilimsel ve objektif eleştirilerdir.
Gelinen bu aşamada Abdullah Öcalan, Kürd toplumunu Türk devletiyle bütünleşebilmesi için Kürd olan bütün değerlerden vazgeçtiğini söylemektedir. Kürdlerin kolektif haklarını, hatta kültürel haklarını reddetmektedir. Türk Anayasası’nı, devletin üniter yapısını kayıtsız şartsız kabul ettiğini söylemektedir. ‘Tek bayrak’, ‘tek devlet’, ‘tek vatan’, ‘tek dil’… sloganlarını kullanmaktadır. Kürd dili konusunda hiçbir talebi yoktur. Tıpkı Türk generalleri gibi Kürdçeyi kolektif hak olarak değil, evlerinde kendi aralarında bireysel olarak kullansınlar demektedir. Özerklik, federasyon konularından çoktan vazgeçilmiştir (s. 74).
Öcalan için Türk Devleti dokunulmaz olduğu gibi, Arap, Fars devletleri de dokunulmazdır. Örneğin Suriye yönetimiyle daha iyi uyuşabilmek için “Suriye Kürdistan’ı diye bir Kürdistan parçası yoktur. Bunlar Şeyh Said direnişinden sonra ve daha sonraları, Ağrı, Zilan, Sason, Dersim direnişlerinden sonra, Kuzeyden Suriye’ye göçen Kürdlerdir” demektedir (s. 31).
Hâlbuki, 1960’ların başlarında, Baas yönetimi, Rojava’dan, Kürdlerin topraklarına el koyarak onları Suriye’nin Güneyine, Doğusuna sürgün ediyor. Oralardan Arap aileler getirerek Kürdlerden boşalan köylere yerleştiriyordu. Bu, Rojava’nın Kürd olan nüfus yapısını bozmak için, bölgede Arap nüfusu artırmak için yapılan bir operasyondu. Bu operasyonlar, Suriye’nin Mısır’la birlikte, Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurduğu bir dönemde gerçekleşmişti. Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır’dı. Bu birlik uzun ömürlü olmadı. 1958’de kurulan bu birlik 1961’de dağıldı. Başbakan Nazım el Kutsi idi.
Rojava’nın Kürd nüfus yapısını bozma operasyonları, 1960’ların sonlarında Cumhurbaşkanı, Nurettin Attasi döneminde ve daha sonra Hafız Esad döneminde de devam etti.
Türk, Arap, Fars, devletlerinin dokunulmazlığı yanında Öcalan, Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması konusuna da çok kayıtsızdır. Hâlbuki, bu, 1916 Sykes-Picot’tan sonra, 1920 Sevr ve 1923 Lozan dönemlerinin en önemli emperyalist bölüşüm siyasetidir: Kürdistan’ın emperyalist bölüşüm Siyaseti. Bu sürece kayıtsız olan Öcalan’ın, 1925 Şeyh Said direnişini, Kürdistan’ın parçalanmasını gerçekleştiren bir olay diye dile getirmesi şaşırtıcıdır (s. 118).
Abdullah Öcalan, Demokratik Konfederalizm konusu üzerine çok duruyor (s. 51-88). Bunu, Kürd sorununun çözümü olarak dile getiriyor. Demokratik Konfederalizm kurulurken sınırların hiç değişmeyeceğine vurgu yapıyor. Sınırları engel değil, köprü olarak değerlendirilmesini istiyor (s. 63). Son yüz yıllık tarihte, Arap, Türk, Fars devletlerinin Kürdlere karşı yapıp ettiklerini dikkate aldığımız zaman, Demokratik Konfederalizm hayal olarak kalır. Örneğin İran ve Irak arasında sırtlarında yük taşıyarak yaşamını sürdürmeye çalışan kolberler, İran polisine kimliklerini gösterdiklerinde bile vuruluyorlar. Bu devletler demokrasiye açık olmadıkları sürece bu projenin yaşam bulması olanaklı değildir (s. 233).
Öcalan’ın ırkçı politikaları eleştirmemesi, anayasayı, kurumları meşru sayması, Kürdlerin önünü kesen, anadilde kesinkes talep etmeyen projesinin ulusal kurtuluşçu bir proje olmadığını gösterir. Ama, devletin yapıp ettiği her şeyi unuttuğu, devletle daha çok bütünleşme aradığı için bu projeler kişisel özgürlüğünü sağlayabilir. Ama, devletin yapıp ettiği herşeyi
Son güncellenme: 00:03:19