Çözüm sürecinde akil insanlar heyetinde yer alan sanatçı Kadir İnanır, Erdoğan’ın bir daha çözüm süreci başlatması halinde “En önde giderim, yeter ki adı ‘barış’ olsun” şeklinde değerlendirdi.
Sanatçı Kadir İnanır T24'ten Cansu Çamlıbel'e çözüm süreci dönemini, akil adamlık sürecini, mevcut siyasi durumu ve geleceğe dair değerlendirdiği kapsamlı bir röportaj verdi.
Çamlıbel'in İnanır'la yaptığı röportajdan önemli satır başları şöyle:
- Eğer geçen sene mayıstaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin adayı Kemal Kılıçdaroğlu seçilmiş olsaydı, iktidar değişseydi, Türkiye demokrasi yolunda bir nebze daha umut verecek bir sürece girmiş olur muydu sizce?
Hayır. Bir takım siyasi kavramların savunucusu olmak istiyorsan, onu senden daha fazla ve daha uzun süredir yapan var zaten. Senin düşüncen ne? O iktidara sahip olmak isteyenler, halka farklı ne vaat ediyor? Daha önce aynısını vaat etmiş olanın yaptığının aynısını yapacaksan senin bir farkın kalmıyor ki. Her kelime milliyetçi söyleme bağlanıyor.
“Çözüm sürecini Erdoğan hazırlamadı, o sadece sahip çıktı”
- Sizinle birlikte Erdoğan’dan bahsederken 11 sene önceye dönmeden tam bir perspektif koyamayız. Erdoğan, 2012 sonunda Kürt sorununun demokratik yollardan çözümü için bir yola çıktı ama o yolculuk çok kısa sürdü. Sonra da zaten direksiyonu tam aksi istikamette bir politikaya kırdı.
Erdoğan çıkmadı o yola. Erdoğan’ın tek başına yaptığı iş değil o.
- Siz bir miktar işin içindeydiniz. Hem Akil İnsanlar Heyeti üyesiydiniz hem de Kürt siyasi hareketinden aktörlerle çok yakın ilişkileriniz oldu, hala da var. Nasıl ilerlerdi o süreç biraz anlatın. Erdoğan’ı kim o yola yönlendirdi?
Ben sana belgesini verebilirim bunun. Erdoğan hazırlamadı ama o sahip çıktı sürece.
"Demirtaş tutanaklardan açıkladı, fikir Öcalan’dandı, Erdoğan uyguladı"
- Ha belgesi de var…
Sen de bulabilirsin hemen. Selahattin Demirtaş mahkemede açıkladı onu. Mahkeme tutanaklarına girdi. Nisan 2018’deki duruşmada Demirtaş, İmralı’da Abdullah Öcalan ile yaptıkları bir görüşmeye atıfla anlattı. Hatırlarsanız, Demirtaş partisinin İmralı Heyeti’ndeydi. Dedi ki; “Benim katıldığım bir toplantıda akil insanlar konuşuldu. Akil insanlar grubu oluşturulmalı denildi. Bu, Öcalan’ın önerisiydi. Ne bizim ne hükümetin önerisiydi. Kim hayata geçirdi, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan. Akil İnsanlar Komisyonu kurdu, ilk toplantısını kendisi Dolmabahçe’de yaptı. Burada tutanakları var, okuyayım size.”
'AYDIN DOĞAN'IN KIZI DA VARDI'
- Tabii bahsettiği tutanaklar devletin arşivindedir, haklısınız. Ama bunu siz kendi zaviyenizden bildiğiniz kadarıyla anlatın istiyorum. O süreçte siz ‘Akil İnsanlar Heyeti’ içinde olmayı kabul ettiniz.
Akil İnsanlar’ın içinde Mithat Sancar da vardı. Ondan niye bahsetmiyorsunuz?
- Mithat Sancar’dan randevu bekliyorum, bir noktada konuşmayı kabul ederse ona da sorarım elbette.
Millet niye sormuyor? O gün o heyette olup da bugün Türkiye’ye giremeyen bir sürü kurum başkanı var. Aydın Doğan’ın kızı bile vardı.
'AKİL İNSANLAR HEYETİ'NDE ÖZGÜR ÇALIŞTIM'
- Akil İnsanlar Heyeti üyesi olduğunuzda size yöneltilen eleştiriler kızdırmış sizi, fark ediyorum ki hala da kızgınsınız aslında.
Bir kere ‘Akil İnsan’ konusunda anlaşalım. ‘Akil insan’ demek agâh demek değil ki, her konunun uzmanı demek değil ki. ‘Akil’ dediğin bir konuda bilgi birikimi olan, o sorunları çözmek için bilgi birikimi ve heyecanı olan insandır. Ben zaten o işe girerken, “özgür çalışabilirsem” diye girdim.
- Özgür çalışabildiniz mi peki?
Ben özgür çalıştım, ben her yerde özgür çalışırım.
'YETER Kİ ADI ‘BARIŞ’ OLSUN.. BAŞKA HİÇBİR ŞANSIMIZ YOK. İNANMAYA BİLE MECBURUZ'
- O sürecin üzerinden geçen 10 senede ülkede özgürlük alanlarının tümünü boğmaya dönük baskıcı ve aşırı güvenlikçi politikalara geçen, otoriter bir devlet anlayışına sarılan, dışlayıcı bir milliyetçilik tanımını temsil eden bir siyasi partiyi kendine iktidar ortağı seçen bir Erdoğan bugün yeniden ‘çözüm’ için yola çıksa… Sizi de kendisine destek olmaya davet etse, yine gider misiniz?
En önde giderim, yeter ki adı ‘barış’ olsun. Mecburuz, başka hiçbir şansımız yok. İnanmaya bile mecburuz.
- 2013’te o sürecin içinde olduğunuz için size denilmeyen laf kalmadı. Anlatma şeklinizden söylenenlerden alındığınızı da anlıyorum. Ama tüm bunları rağmen Erdoğan bugün benzer bir yola yeniden çıksa ve sizi davet etse gideceğinizi söylüyorsunuz.
Erdoğan değil, kim söylerse söylesin giderim. Derim ki; “Gel kardeşim deneyelim, acele edelim.”
- Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da size şu ortamda yeniden teklif getirmez sanırım. Farklı görüşlere tahammülü olamayan bir lider görüntüsünde. O yüzden bugün olsa size teklif getirmezdi herhâlde.
Orası belli olmaz. İşte o konularda başa dönerim. Bütün bunlara biz karar vermiyoruz.
"Siz Erdoğan'dan şikâyetçi olan bir devlet gördünüz mü?"
- Siz bu ‘büyük güçler' dediğiniz aktörlerin Tayyip Erdoğan'ın iktidarda kalmasından yana bir oyun kurduklarını mı düşünüyorsunuz?
Şöyle söyleyeyim; siz Erdoğan'dan şikâyetçi olan bir devlet gördünüz mü?
"Sabah kalkıp yatana kadar ‘Ne tüketeceğiz?' diye düşünen 85 milyonluk başka ülke yok"
- Zaman zaman ‘şikâyetçiymiş' gibi yapan devletler görüyoruz. İsrail olabiliyor, Amerika Birleşik Devletleri olabiliyor. Bir ara Suudi Arabistan vardı mesela, Mısır vardı, Yunanistan vardı. O cephelerde Ankara geri vites ya da U dönüşleri yaptığı için son dönemde pek şikâyet duymuyoruz haklısınız.
Hiç yok! Neden biliyor musun?
Dünyada, her gün kalkıp sadece "Bugün ne tüketeceğim?" diye düşünen 85 milyonluk başka bir ülke kalmadı da ondan. Hindistan kendini kurtardı mesela. İşte kala kala Pakistan Afganistan. Endonezya, Malezya kendilerini o büyük güçlerin kendi bölgelerinde oynadığı ticari oyunlardan kurtarmak için büyük savaşlar veriyorlar. Biz aynı yerde kaldık. Sabah kalkıyoruz, akşam yatıncaya kadar "Ne tüketeceğiz?" diye düşünüyoruz. Bunu yakaladılar, bunu başardılar. Bizim ürettiğimiz her malın yüzde 85'i ithal. Yarın aspirinin ham maddesini vermeseler bizim hastanelerimizde aspirin bulamazsın. Perdenin ham maddesini vermeseler, sadece camlar kalır. Onun için bizi çok severler. Öyle AİHM'ler falan adamların umurunda değil. Yeter ki bizimle ilişkileri bozulmasın. Mal satıyor bize. Kendi hayvan yemini üretemediğin noktadasın. Bu denklemin üzerine bir de silah sanayini koyarsan, isterler mi bu ülkede barış olsun? Kime satacaklar o silahları, barış olursa?
- Söylediklerinizi kabaca özetliyorum; Tayyip Erdoğan neo-kapitalist düzeni beslediği için dünya devleri onun iktidarda kalmasını destekliyor. Bu anlattığınız senaryonun üzerinden ilerleyelim…
Senaryo değil, bu uygulanan bir şey bence.
"Erdoğan siyasi deha değil, 85 milyonun ne tüketeceğine bakıyor, onlar da gerektiğinde ‘Haydi aslanım' diye para veriyor"
Boğaz'ı bırakıp Kamışlı'ya gidecek Kürt tanımadım"
- Sizce Suriye'de de Irak'taki gibi özerk bir Kürdistan'a mı ikna etmeye çalışıyorlar Türkiye'yi?
Ben bugüne kadar tanıdığım Kürtler içerisinde, "Biz ayrılacağız, yeni bir devlet kuracağız" diyen bir kişiye rastlamadım. Çok Kürt tanırım ama şu cümleyi kuran bir tek Kürt'e rastlamadım. Ama şunu diyene rastladım; "Ben Boğaz'ın kenarlarını size bırakacağım, İzmir'in kordon boyunu size de bırakacağım da Süleymaniye'ye gideceğim, ha? O kadar salak mıyım ben?" Siz Suriye'de, Irak'ta Kürtlerin nasıl bir yoksulluk içinde yaşadıklarını biliyor musunuz? Bu canım toprakları ucundan kenarından bir sürü avantajlar sağlamış insanlar buradan kovsan gitmezler. Niye gitsin adam? Ne var Kamışlı'da? Şırnak'ın karşı tarafındaki yola saatlerce bak, üç dört tane araba geçer.
- O zaman size göre Türkiye içinde hayli popüler olan, "Güneyimizde Kürdistan kurduracaklar" şeklindeki söylem sadece bir paranoyadan ibaret mi?
Onu kullanıyorlar işte. Kimse bir yere gitmez. Buradaki imkanlar orada yok ki.
Sonra öyle kolay da değil. Siz haritanın Türkiye tarafında Atatürk Barajı da dahil kaç tane barajımız var biliyor musunuz? Yirmi beşe yakın. Kim neyi nereye alıyor da ayrılıyor? İdari biçimde kavgalar olur. Onlarda da konuşula, konuşula, konuşula, konuşula anlaşılır.
"Keşke imkân olsa da film yapsam, kaç türlü sansür var, gel sayalım"
- Siyasi kimliğinizi ve siyasal gelişmeleri konuşup duruyoruz da sinema bu dünyanın neresinde kaldı? Türkiye'nin geçmişteki siyaseten en çalkantılı dönemlerinde bir şekilde politik film çekmeyi başarmış Kadir İnanır bugün politik sinema yapamıyor mu?
Keşke imkân olsa da yapsam. Yapılabilir ama çok uğraşırsanız nedenini söyleyeyim. Ağır sansür var. Kaç türlü sansür var, gel sayalım. Birincisi, bugün zaten 1 milyon doları olmayan adam sakın film çekmesin. Ancak bu paraya çekilebiliyor. Şimdi bugünün ekonomi şartlarında cebinde 1 milyon doları olan adam gidip film mi çeker, yoksa banka müdürüyle "Ben ayda kaç para alacağım?" hesabı mı yapar? İkincisi, en az 1 milyon dolara film çekeceksin sonra Kültür Bakanlığı'ndan o filmin sinemalarda oynaması için belgeyi alacaksın. Üçüncüsü, filmi çeken patronun, "Şunu şunu koyma, benim başımı belaya sokma" diye baskısı olacak. Dördüncüsü, sinema sahibinin, "Sinemamın başına bir şey gelir" şeklindeki stresini üzerine alacaksın. Bak kaç türlü sansür aşaması var. En sonunda da bence sansür kelimesinin en ağırı olan bir maddeye gelip tosluyoruz. Ne biliyor musun? Vali vesayeti. Ne demek vali vesayeti?
"Tüm sansürleri yensen, gelip toslayacağın yer vali vesayeti"
- Tabii, ne diyeceğinizi tahmin edebiliyorum.
Bir vali, "Benim hakimiyetim olan bölgede bu yapılan kültürel etkinliğin toplumda infial yaratma riski var" diye yasaklayabilir. Bak kaç tane sansürü yendik geldik en sonda nereye tosladık.
"Sur'da oğlunun kemiklerini poşet içinde teslim alan babanın filmini çekeceğim"
- Bugün bu ağır sansür ortamında yaşıyor olmasaydık ve en az 1 milyon dolarınız da hazır olsaydı nasıl bir hikâyenin filmini çekerdiniz.
Afişini göstereyim mi sana? Şartları oluşturayım, bunu çekeceğim. (Telefonundan bir fotoğraf gösteriyor.)
- Diyarbakır Sur'da sokağa çıkma yasakları sırasında ölen Hakan Aslan'ın kemiklerinin 7 yıl sonra babası Ali Rıza Aslan'a bir poşet içinde teslim edilmesinin fotoğrafı bu.
Evet o filmi çekeceğim de bugün o filmi gösterecek salonu kim verecek bana?
- O zaman bu film için epey bekleyeceğiz.
O torbanın içindeki kemiklerin sahibi kim? Onu anlatmadan böyle bir film çekilir mi?
"Oğlunu bulduk" diyorlar, morga gidiyor, oradan torba veriyorlar. Çok güzel bir hikâye ama çok zor tabii.
"O hikâyede iki başrol var"
- Babayı mı oynamak istiyorsunuz?
Baba ya da hâkim. İki tane başrol var. Çocuğun yanlış bir kararla idam edildiği çıkıyor ortaya. Hâkim yola düşüp köyde babayı buluyor, kendini affettirmek için. Karşılaşıyorlar.
Tabii bunlara ne kadar müsaade ederlerse… Türkiye'de muhalefetin dahi kafasını nasıl uzatacağının sınırları bile çizilmiştir. Onun da mühendisliği yapılmıştır.