Türkiye Cumhuriyet\'i Dış İşleri Bakanlığı\'nda yapılan ve Suriye\'ye asker çıkarma konulu toplantının ses kayıtlarının yayınlanması, yarattığı siyasi depremin yanı sıra kitle iletişimi ve siyaset alanında ahlaki değerler üzerinde de yoğun bir tartış.
Bu olayı \"casusluk\" ve \"vatan hainliği\" kavramlarıyla ve hamaset nutuklarıyla boğuntuya getirmek isteyen iktidar çevreleri en başta da basın-yayın ve kitle iletişim araçlarının sesini kısmaya çalışıyorlar. Twitter ve Youtube erişimin engellenmesi, arkasından ses kayıtlarının yayınlanması yasağı vb. hepsi bu telaşın ürünü.
Bu yasakların çok komik ve anlamsız olduğuna kuşku yok; çünkü ses kayıtları zaten dünyanın her yerinde izlenebiliyor. Bunu engellemek imkansız. Tüm dünyanın izleyebildiği kayıtları sadece kendi vatandaşlarının izlemesine kapatmak ise zavallı bir mantık! Yanı sıra zaten bu yasakların ömrü, haberi takip etmek isteyenler açısından ancak birkaç dakika sürebilir. Yayınlarla ilgilenmeyenler için yasak koyup koymamanın ne anlamı var?
Sonuçta siyasi iktidar sadece güç gösterisi yapmış olmakta ve kendi amaçlarına da hizmet etmeyen bir tasarrufla milyonlarca insanın günlük rutin iletişim özgürlüğünü kısıtlamaktadır.
Özünde Suriye görüşmelerini kaydedip, dünya kamuoyuna sunan her kimse ve öznel niyeti ne olursa olsun objektif olarak insanlık için hayırlı bir iş yapmıştır / yapmaktadır.
Bu tür bilgiler her zaman birilerinin elinde var olmuştur. Casuslar, ajanlar, \"köstebek \"ler aracılığıyla bu bilgileri gizli pazarlıklar, kirli güç ilişkilerinde kullanılagelmiştir.
Şimdi ise yayınlanmakta olan ses bantları ile birlikte bazı bilgiler kamuoyuna sızdırılıyor. Sadece bir takım gizli örgütler, elit kadrolar değil bütün insanların öğrenebileceği bir biçimde kamuya mal ediliyor. Bu bilgilerin seçilmiş, ayıklanmış, düzenlenmiş olabileceğini, manipülatif amaçlı kullanma ihtimali elbette göz ardı edilemez. Ama zaten bilgilerin herkesin gözü önüne serilmesi, onların büyük bir kitle tarafından anında denetlenmesini de beraberinde getiriyor, kendi yaratmış olabileceği sakıncayı da bizzat bu açıklık ortadan kaldırmış oluyor.
Eğer bu bilgiler sadece birkaç karar alıcı kişinin tekelinde kalmış olsaydı, onların yanıltılıp yönlendirilmeleri daha kolay olmayacak mıydı? Ya da biz bu konuşmanın içeriğinden aradan yıllar geçip, olanlar olduktan sonra birilerinin \"anılarında\" kuşku ile okuyarak haberdar olsak daha mi iyiydi? Bir de bu kayıt belki de yalnız \"suç\"u değil, suç hazırlığını deşifre ederek aynı zamanda belki \"koruyucu\" ve \"caydırıcı\" bir lhayır da işledi.
Kamu yararına istihbarat deşifrasyonu
Aslında Türkiye, TC Başbakanı Erdoğan\'ın evinde istiflediği paraları sıfırlama telaşını gösteren ses kayıtlarının ardından, Suriye görüşmeleri ses kayıtlarında tepe noktasına vardığı gibi Wikileaks ve Snowden olaylarının benzeri bir kamu yararına istihbarat deşifrasyonu vakaları yaşamaktadır.
Wikileaks olayında da Başta ABD olmak üzere çeşitli ülkelerin istihbarat örgütleri, dış işleri bakanlığı birimleri vb gibi dünya halklarının kaderi üzerinde tasarrufta bulunan organların kendi aralarındaki yazışmalar bir biçimde elde edilerek, ahlaki ve hukuki bakımdan suç oluşturan yazışmalar, belgeler kamuya deşifre ediliyordu. Bu belgeler teknoloji yöntemleri kullanılarak üçüncü şahıslar tarafından \"yasa dışı\" ve \"internet korsanlığı\" yapılarak elde edilmişti.
Snowden vakası ise istihbarat birimlerinin içinden bir bilgi-veri sızdırılması olayıydı. Snowden çalıştığı CIA ve NSA gibi örgütlerde tanık olduğu, birçok yasa dışı faaliyeti karşı casusluk örgütlerine satmak yerine kamuoyuyla paylaştı. NSA\'nin tüm dünyayı, hatta müttefik devletlerin başkanlarını, başbakanlarını dahi dinlemekte olduğunu deşifre etti. Siyasal krize neden oldu. Snowden \"vatan hainliği\" ve \"devletin gizli bilgilerini deşifre etmek\"le suçlandı.
Fakat kuşku yok ki hem Wikileaks hem de Snowden olayları dünya halklarının bilgilenmesi ve demokrasi açısından fevkalade önemli çıkışlardır. Ellerindeki güçle her türlü komployu tezgahlama ayrıcalık ve rahatlığı içinde olanların bu bilgilerin kamuya teşhir olması nedeniyle eski rahatlarının kaçtığını söyleyebiliriz. Bu tür faaliyetlerin kalkmış olacağı tabiiki söylenemez ama hem komploların hedefi olan insanlık daha dikkatli olmaktadır hem de komplocu ve suç tezgahlayıcıları yaptıklarının beklenmedik biçimde teşhir olabileceği korkusuyla daha temkinli olmaya sevk etmiş olmalıdır.
Bu kadarı bile demokrasi ve kamu denetimi adına önemli bir hizmettir.
Siyasi partileri, politikacıları, yerel yönetim organlarını, seçimle gelen ve hesap vermek durumunda olan kurum yöneticilerini üzerinde kamu oyu denetimi oluşturmak nispeten daha kolaydır. Ama Militarist bürokrasiler, istihbarat örgütleri, güvenlik birimleri denetim dışı olma avantajlarını her zaman bir biçimde sürdürüyorlar. Bizzat kendileri kamu güvenliği için bir tehdit oldukları halde, ironik biçimde \"güvenliğin korunması\" zırhı altında her türlü dolabı çevirme özgürlüğü taşıyorlar.
Bunlar hakkındaki bilgilere nasıl ulaşılacak. İnsanlık için tehdit ve suç olan işleri nasıl deşifre edilecek? Bir film yıldızının yediği yemekten, giydiği iç çamaşırına kadar \"kamu merakı\" ve bilgilendirilmesi adına koca bir \"paparazzi sektörü\" oluşmuş durumda. Ama belkide milyonlarca insanın kaderini savaşlar, göçler, şiddet ve ayrımcılıkla karşılaşmasına neden olacak işlemler için kamu denetimi \"vatan hainliği\", \"gizli bilgilerin sızdırılması\" vb. gibi bağırtılarla sıfır düzeyinde tutulmaya çalışılmaktadır. Öyleyse bu kurumlar üzerinde kamu oyu denetimi nasıl olacak, hangi araç ve yöntemlerle sağlanacak?
Bu açıdan Wikileaks ve Snowden olaylarında \"güvenlik\" kodunun arkasına sığınanların komplolardan, insanlık suçlarının gizlenmesinden bir biçimde fayda umduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Türkiye\'deki ses kaydı yayınlarının da böyle bir işlevi var. Devlet katında işlenen yolsuzluk, hırsızlık, suiistimal olaylarını deşifre ettikleri gibi; Suriye konuşmalarında ortaya çıktığı gibi savaş komplolarını ve insanlığa karşı tasarlanan suçları da deşifre etmektedir. Paris cinayetlerinde MİT\'in rolü ile ilgili olarak da çok kritik bilgiler, belgeler paylaşıldı.
Keşke devlet birimlerince işlendiğine kuşku olmayan binlerce siyasi cinayetin belgeleri de paylaşılsa. Bu bilgileri paylaşanları suçlamak, korkutmak, caydırmak bir yana teşvik etmek insanlığa yapacakları katkılardan ötürü tebrik etmek gerek.
Ne var ki örnek olayımızda çok önemli bir farklılığa da dikkat çekmek yerinde olur.
Ses kayıtlarını deşifre edenler henüz karanlıkta durmaktadırlar ve şimdiye kadar ki duruşları sadece iktidar bloğu içindeki güç savaşlarının bir parçası olduklarını izlenimi veriyor. Bu anlamıyla şimdilik Wikileaks ve Snowden olaylarındaki salt \"kamu yararına deşifrasyon\" gibi ahlakı bir referans kaygısı taşıdıklarını söylemek çok erken. Belki de kayıtları internet ortamında paylaşanların ortaya koydukları ahlaki ve siyasi gerekçeler onların da \"anonimus\" olmaktan çıkıp, gerçekten ölçülebilir, değerlendirilebilir somut kişilikler olarak görülebilecekleri zamana kadar tartışmalı ve karanlık kalacak.
Savaş suçları hazırlıkları, tarihi refleksler...
Konunun diğer yanına gelecek olursak deşifre edilen bilgiler sayesinde, Türkiye\'yi yönetenlerin siyasi, kültürel, ahlaki düzeyleri ; aralarındaki ilişkiler çok daha iyi şekilde görülebilmektedir.
Suriye ile ilgili toplantının ses kayıtları, TC\'nin en üst düzey güvenlik bürokratlarının her türlü savaş suçu işleyebilecek eğilimde, yenilerini tezgahlamaya hazır yapılarını ortaya koymuştur. Devletin resmi yetkilileri, Deşifre edilen ses kayıtlarının sahte olduğunu ileri sürmediler; hatta daha çok nasıl olup da dinlenebildiği ve sızdırılabildiği noktasında ifade edilen panikle, içeriğinin doğru ve vahimliğinin kabul ettiler.
Dolayısıyla \"içeriğe değil\" güvenlik açıklarına, bilginin elde ediliş yöntemine odaklanan yorumlar, çoğunlukla konuşmaların içeriğinin vahametini dikkatlerden kaçırmaya çalışan ve bu suçları savunan bir mantığı ifade ediyor.
- Türkiye\'nin çok büyük miktarda silah, savaş malzemesi ve militan ihraç ederek Suriye\'deki iç savaşa müdahil olduğu, bu konuda sürekli planlama ve koordinasyon içinde olduğu bir kez daha deşifre olmuştur. Bu bir savaş suçudur.
- Türkiye\'nin sevk ettiği silah, savaş malzemesi ve savaşçıların kendi denetiminde veya denetiminin dışına çıkarak para-militer; \"terörist\" olarak kabul edilen silahlı gruplara yapıldığı ve bunun siyasi sonuçlarının denetlemediği de ortaya çıkmıştır. Bu da uluslar arası terörizme destek suçudur.
- Türkiye\'nin güvenlik birimi yöneticilerin savaş çıkarmak veya savaşa bahane üretmek için yol ve yöntemleri konuşan; bunun için kendi kendisine füze fırlatmak, kamuoyunu tahrik ve manipüle etmek için kendi türbe, cami veya kutsal yerlerine bomba attırmak dahil her komplo yapmak mantığı içinde bulunduğu ortaya çıkmıştır. Bu da savaş kışkırtıcılığıdır, uluslararası bir suçtur.
- Türkiye\'nin ordu, polis, istihbarat, jandarma gibi birimlerinin her türlü komplo ve savaş suçu hazırlığı yapabilecek kişilerin denetim ve idaresi altında olduğunu bir kez daha göstermiştir.
- Konuşmalar bu üst düzey bürokratların kültürel, entelektüel düzeylerinin; olaylarını tartışma ve değerlendirme düzeyinin yerlerde süründüğünü gösteriyor. İnsanların kahvehanelerde çevirdikleri \"geyik\"lerin veya pazar alışverişine çıkmadan önce evde yaptıkları tartışmaların bile çok daha kaliteli, düzeyli olduğu söylenebilir.
Bu kayıtlar Türkiye\'nin 6/7 Eylül 1955 Rum, Ermeni, Yahudi yurttaşlara karşı girişilen pogromu başlatmak için Atatürk\'ün Selanik\'teki evine bomba atan Özel Harp Dairesi yöntemlerinin; ic ve dış oparasyonlar için neye ihtiyaç uduyuluyorsa o iş için \"bahane üretme\" rahatlığının bu günde devam ettiğini bir kez daha teyit ediyor. Kürdistan\'daki \"tedip ve tenkil\" oparasyonlarının hep \"karakollarımıza saldırdılar!\" gerekçesiyle başlatıltığı bilinir. \"Gerekirse kendi kendine de füze sallayabilecek\" bir siyasi-askeri gelenek!..
Türk medyasında ağırlıklı olarak tartışılan şey, ne yazık kı Dışışlerinin güvenlikli olup olmaması. Sözde bu kadar \"güvenlikli\" bir odadan nasıl olurda birinci derecede kalite ile kaydedilmiş bir ses kaydının yapılabilmesi, \"vahim bir güvenlik zaafı\" olduğunu gösteriyor olsa da; bizi bu \"güvenlik açığı\" değil, Türkiye\'nin bu kafadaki insanlar tarafından yönetiliyor olmasının vahametidir.
Recep Maraşlı Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.