Dengeler ve Fırsatlar Bağımsızlığı Dayatıyor
IŞİD’ın on Haziran’da sessiz bir saldırı ile Musul’u ele geçirmesi ardından, bir daha Ortadoğu’daki dengeler alt üst oldu.
Selahattin Gün
19.07.2014, Cts | 12:40
IŞİD’ın on Haziran’da sessiz bir saldırı ile Musul’u ele geçirmesi ardından, bir daha Ortadoğu’daki dengeler alt üst oldu. Bir anda IŞİD ve Irak dünya gündemine oturdu. Irak içlerine doğru ilerleyişine devam eden örgüt, ciddi bir direnişle karşılaşmadan kısa bir süre içinde Sünni Arapların yaşadığı toprakların hemen tümünü kontrollerine almayı başardı. Bağdat kapılarına dayanarak, Maliki hükümetinin iktidarını işlevsiz bırakmış, Irak devleti diye ortada bir şey kalmamış ve ırak fiilen üç parçaya bölünmüştür. Maliki’nin ABD ve Avrupa’dan yardım isteme çağrıları yerini bulamamış, üç yüz askeri uzman ve onları korumakla görevli birkaç insansız hava aracı dışında bir yardımları olmamıştır. Ortadoğu ve özelde Irak’taki kriz ve istikrarsızlık gün geçtikçe dahada derinleşerek, toplumlar açısından ağır sonuçlara mal olan bir düzeye ulaşmıştır.
IŞİD saldırısıyla bir kez daha herkes Ortadoğu’da neler oluyor sorusunu sormaya başladı. Bazı ülkeler ve güçler açısından sürpriz olan IŞİD saldırısının arkasında hangi güç veya güçler var? IŞİD’i ileri sürerek neyi amaçlıyor? Maliki’nin ordusu tek bir mermi sıkmadan, tüm askeri silah ve tekniği bırakarak kaçması hangi askeri mantıkla izah edilebilir. Mevcut gelişmelerin seyri nereye kadar gidecek, Irak ve Suriye’nin şahsında Ortadoğu’nun kaderi ne olacak, en önemlisi de Kürtler bu sürece nasıl cevap olacak, bütün bunlar cevap bekleyen sorular olarak ortada duruyor. Gerçi her devlet veya gücün kendi çıkarları temelinde ileri sürdükleri bir cevapları vardır. Karşılıklı suçlamalar, tehditler savruluyor. Politik taktik ve pratik hamleler üst üste yapılıyor, ama hala gelişmelerin seyrini kestirmek tüm güçler ve siyasi çevreler açısından son derece zordur.
Irak ve genelde Ortadoğu coğrafyasında baş gösteren savaş ve krizin temelinde halkların bağımsız ve özgür yaşama duyduğu özlemin bir sonucu olsada, küresel güçlerin Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme politikalarından bağımsız ele almak da mümkün değildir. Batının Ortadoğu’da çıkarlarına uygun rejimleri işbaşına getirmek istediğini ve yıllardır böylesi bir mücadele içinde oldukları bilinen bir durumdur. Bunu Arap baharı adı altında, Tunus, Libya ve Mısır’da patlak veren kitlesel olaylarda ve sonrasında takındıkları tavır, gösterdikleri yaklaşımda görmek mümkündür. Diktatörleri deviren siyasal halk hareketleri sonucunda iktidara gelen hükümetleri çıkarlarına uygun görmedikleri takdirde, her türlü oyunu devreye sokarak nasıl alaşağı edildikleri bilinen bir gerçektir. Bu durum tüm Ortadoğu rejimleri açısından geçerlidir. Öyle olmazsa birkaç bin IŞİD militanı, bu kadar kısa sürede bütün dünyanın gözü önünde Irak’ta bu denli etkili bir aktör haline gelmesi mümkün olamazdı. Önceden bilgi sahibi olmalarına rağmen, özellikle Maliki hükümetinin tedbir almaması son derce düşündürücüdür. Musul ve çevresinde 28 bine yakın Irak askeri gücü, üç dört bin IŞİD gücüne karşı bir gün içinde nasıl darmadağın oldu. Irak ordusunun üstün sayı ve teknik gücüne rağmen neden savaşmadan kaçtı. Bankalardaki yüklü miktardaki para neden bilinçli bir şekilde IŞİD’e bırakıldı. Son derce örgütlü ve kapsamlı bir hazırlığa dayanan bir operasyon olduğu ortaya çıkıyor. Maliki’nin haberdar olmasına rağmen, hiç harekete geçmemesinin altında başka hesaplarımı vardı. Yoksa oyuna mı geldi. Bazı yorumcular, Maliki İran’ın de desteğini alarak Musul ve Kerkük şehirleri şahsında IŞİD veya Sünni Arapları ile Kürtleri karşı karşıya getirmek istedi ama başaramadı. Gelişmeler tersine döndü. Kurmak istediği tuzağa kendisi düştü. Kaybeden Maliki, kazanan Kürtler oldu.
Sünni Arapların İslam Devleti örgütü yardımı ile başta Musul, Tikrit, Rammadi olmak üzere, büyük bir alanda hâkimiyet sağlayarak hilafet ilan etmeleri durumu, Irak devleti ve Maliki hükümeti açısından büyük bir krizi ifade ediyor. Krizin çözümü için başta bölge ülkeleri olmak üzere, bütün küresel güçler devrede. Adeta Ortadoğu zemininde küresel bir savaş yürütülüyor. Bu savaş bölge halkları açısından çok ağır ve yıkıcı sonuçları olsada, ayni zamanda yeni bir Ortadoğu’nun habercisi de oluyor.10 Haziran öncesi bir Irak’a dönmek mümkün olmadığı gibi, eski dengeler üzerinden bir Ortadoğu’nun da ayakta kalması imkân dâhilinde görünmüyor. Mevcut rejimlerin aşılması, sınırların değişmesi acil olarak kendini dayatıyor. Özgür ve demokratik yaşama susamış bölge halkları sonuç ne olursa olsun mevcut baskıcı ve dikta rejimlerinden kurtulmak istiyor. Kürt halkının inkârı ve büyük zulümler üzerine çizilmiş sınırlar artık dar geliyor. Hiçbir insan hakları ve demokratik değere müsaade etmeyen, rejim grup veya kişilikler aşılmak durumundadır. Yaşanan savaş, verilen mücadele yeni Ortadoğu’da tüm halkların içinde yer aldığı demokratik bir sistemi hedefliyor. Ayni zamanda çürümüş eski rejimlerin değişime karşı direnme savaşı olarak da ele almak mümkün. Her devlet, rejim veya siyasi akım bu yeni süreçte kendime nasıl bir yer bulabilirim hesabıyla yoğun bir mücadele içerisine girmiş durumda. İran, Suriye ve Türkiye rejimlerinin, Irak’taki fiili durum karşısında paniğe kapılarak politik ve pratik hamle üstüne hamle yapmaları, hiçbir kural tanımayarak balıklama işin içine atlamaları böyle bir gerçeğin sonucudur. İşin aslına bakılırsa, IŞİD’in Sünni bölgesinde hâkimiyet sağlamasından rahatsız değiller. Söz konusu Ülkeler IŞİD’ın G. Batı Kürdistan’daki Kürt halkına açmış olduğu savaştan da memnun. Güney Kürdistan’a savaş açmalarını da dört gözle bekliyorlar. Öyle ki Kürt Sünni savaşını çıkarmak için, yoğun çabada harcadılar, tehditler savurdular, kirli oyunlar oynadılar. Mesele Sünnilerin elde ettiği pozisyon değil, Irak ve Ortadoğu’da alt üst ettiği dengelerdir. IŞİD veya Sünni Arapların mevcut iktidarlarına dokunulmadığı takdirde ne Şiiler için nede sözü edilen devletler için tehdit oluşturmalarını hiç sanmıyorum. Onları esas kaygılandıran, İslam Devleti terör örgütünün Irak’ta fiili olarak sebep olduğu parçalanmadan bağımsız bir Kürdistan çıkarmı korkusudur. Kürdistan bölge başkanı Barzani’nin bağımsız Kürdistan açıklamalarına karşı gösterdikleri tepki, IŞİD’e gösterdikleri tepkiden çok daha sert olmuştu.
Dolayısıyla bölgedeki statükocu güçler, İslam Devleti örgütünün uygulamalarından çok, neden oldukları gelişmelerden rahatsızlık duyuyorlar. IŞİD’ın terörist bir örgüt olması, katliamlar gerçekleştirmesi, her türlü vahşice yöntemlere başvurması onları fazla ilgilendirmiyor. Nede olsa IŞİD’ın bugün yaptıkları, onlar on yıllardır yapıyor. Suriye rejiminin kırk yıldan fazladır Suriye halkları üzerinde uyguladığı katliamlar, her türlü işkence ve insanlık dışı muamele, IŞİD’ın yaptıklarından ne farkı var. Türk devletinin; Kürtlere uyguladığı inkâr imha politikaları, Kürtleri insan yerine bile koymayan yaklaşımları çok daha kötü değilmidir. İran İslam devletinin halklara ve özellikle Kürt halkına karşı başvurduğu ilkel vahşi uygulamalar, bir terörist örgütün uygulamalarından ne farkı var. Düşüncelerinden dolayı ortalama her gün dört beş günahsız insanı çoğunlukla Kürt gençlerini idam sehpalarında sallandırmakla, IŞİD’ın boğaz keserek cinayet işleme arasında bir fark varmıdır. Hatta Maliki bile, Saddam’ın dikta rejimine özendiği ve Irak’ın tek diktatörü olma yolunda ilerlemek istediği ve bunun için hiçbir kanun kural tanımadığı, her gün Kürtleri tehdit ettiği, elinden gelirse Kürtlerin güneyde kazandığı statüyü ortadan kaldıracağı herkesin izleyerek gördüğü bir durumdur. Biri Selefi veya vahabi, öbürü Şia, diğeri Baasçı, bir diğeri ulusal devlet adına yapıyor. Sonuçta devlet ve rejim
Çıkarları temelinde halklara her türlü insanlık dışı muamele reva görülüyor. Sözkonusu Kürtlerin Bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi olunca,
Bütün statükocu güçler, milliyeti mezhebi ne olursa olsun aralarındaki çelişkileri dondurup, Kürtlere karşı tek söylem ve eylem birliği içinde hareket edebiliyorlar. Dikkat edilirse Güney Kürdistan şahsında ortaya çıkan bağımsızlık söylemleri karşısında hemen hepsi nasıl ağız birliği yapmış gibi karşı çıktılar. Yıllardır en büyük zulmü yaşayan, devlet olmak için çırpınan Filistin halkının lideri Mahmut Abbas bile Kürdistan devletine karşı çıkıyor. İran; Kürtlerle Sünni Arapları çatıştırmayı başaramayınca, bu sefer tehditlerle kirli oyunlarla devreye girerek, Kürtlere karşı en tehlikeli politika yürüten ülkelerin başında yerini aldı. Türk devleti tepkilerin dozunu artırarak, bir kez daha kirli yüzünü gösterdi. Esat diktatörü hiç gecikmeden kendisine bağlı IŞİD çeteleri harekete geçirerek, Batı Kürdistan’a saldırttı. Bölgenin statükocu güçleri Kürtleri nefessiz bırakmak için dört bir taraftan harekete geçerek, ellerindeki tüm kozları oynamaya çalışıyorlar.
Egemen sömürgeci devletlerin yeni durum karşısında takındıkları tavır, Kürtlerin ulusal mücadelesine karşı gösterdikleri refleks, engelleme çabaları, tepkileri yeni değil ve anlaşılır bir durumdur. Ama Kürt olan, Kürtler adına siyaset yaptığını iddia eden hatta sözüm ona parti başkanı geçinen bazı kişilerin, sömürgeci devletlerin ağzı ile onların temsilcileri gibi tepki göstermeleri anlamak son derece güçtür. Bir kaç yıl hapis yatarak veya tepeden inme başkan olarak kimseye bağımsız Kürdistan’ı tarihin çöp sepetine atma hakkını vermiyor. Bu hakta, kararda sadece Kürt halkına aittir. Bağımsızlık zamanı değil, bağımsızlığa karşıyız, Kürdistan’ın Irak’tan ayrılmasını doğru bulmuyoruz, Kerkük Kürdistan değildir şeklindeki açıklamaların, egemen devletlerin açıklamalarından daha küstahça ve haince değilmidir. Bu konuda hiçbir görevi ve yetkisi olmamasına rağmen, pişkince ve sorumsuzca sözler sarf etmenin ne anlamı var. Dünün sahte bağımsızlık savunucuları, bu açıklamalar karşısında biraz olsun utanıyorlar mı? Hiç sanmıyorum. Çünkü onlar vazgeçti diye tüm Kürtlerin vazgeçmesini istiyorlar. Şu anda meşgul oldukları tek şey, Kürtleri Türkiyelileştirmektir.
Bazı ayrıksı seslerin tersine, bölgede oluşan yeni durum karşısında tüm Kürtlerin söylem ve eylem birliğine ulaşmaları hayati bir görevdir. Bütün Kürt partilerinin aralarındaki çelişkileri bir tarafa bırakarak, hiçbir gücün özellikle bölgenin statükocu devletlerin oyunlarına gelmeden birlikte hareket etmeleri, ortaya çıkan tarihi fırsatı değerlendirme açısından son derece önemlidir. Aksi durumda çok başlı politikalar, küçük hesaplar, boşa çıkarıcı yaklaşımlar herkese kaybettirir. Sadece siyasi partiler kaybetmeyecek, onların şahsında Kürt halkı da büyük tehlikelerle karşı karşıya kalacak. Irak ve Suriye’deki kriz bir kez daha şu geçeği ortaya çıkarmıştır. Mevcut baskıcı rejimler aşılmadan hiçbir parçada Kürt sorunu çözüme kavuşamaz. Onun için; bölgesel güçlerin isafına bırakılamayacak kadar elverişli ve hayati bir durumla karşı karşıya gelmiştir Kürtler. Kürtlerin birlik olmaları sürece aktif ve yaratıcı politik hamleleri karşısında, Güneyde bağımsızlık olmak üzere tüm parçalarda çözümün imkân dâhiline girdiği bir süreci yaşıyoruz. Suriye’de yaşanan kaos, Irak’ta ortaya çıkan fiili durum Kürt sorunu çözüme kavuşmadan, kalıcı bir çözüme doğru yol alması olanaksız gibi görünüyor. Belki kolay ve kısa sürede olmayacak. Çok zorlu hatta çatışmalı geçecek. Ama ne olursa olsun mevcut bölge ve dünya koşulları her zamankinden daha fazla Kürtlerin lehine işliyor. Kürtlerin, siyasi, askeri, ekonomik gücü azımsanmayacak ölçüde gelişmiş ve bölgede önemli bir aktör durumuna ulaşmıştır. Aktör olarak
Öne çıkan bir gücün Ortadoğu denklemi dışında bırakılması düşünülemez. Bu çerçevede Irak ve Ortadoğu’da süre gelen gelişmeler karşısında Güney Kürdistan hükümetinin tavrı desteklenmesi gereken doğru bir tavırdır. Kürdistan hükümeti, İran ve Maliki’nin tehditlerine aldırış etmeden, kışkırtmalarına uymadan Sünni ve Şii Arap savaşına müdahil olmayarak doğru yapmıştır.
Irak ordusunun Kürdistan topraklarında IŞİD karşısında bıraktığı boşluktan yaralanarak,140. Maddeden doğan hakkını kullanarak isabetli ve ilkeli bir duruş sergilemiştir. Bağdat hükümeti ile Kürdistan hükümeti arasındaki ihtilaflı bölgeler ve bir bütün olarak Kürdistan’ın yeni statüsü konusunda referandum yoluyla halka sorma kararı tarihi bir adım olmuştur. Ortaya çıkan elverişli koşullar ve tarihi fırsatlar karşısında bağımsızlık istemek, bunun için hazırlıklar yapmak, diplomatik bağlantılar kurmak, siyasi fırsatlar kullamak yanlış olmadığı gibi, tarihi bir sorumluluğun yerine getirilmesidir. Bağımsız Kürdistan’ın zamanı gelmemiştir, Kürtler için felakettir, daha fazla kandır diyenler ya mevcut statüko ile hareket edenlerdir yada iradesi kırılmış Kürtlerdir.
Kaldı ki Irak’taki son on yıllık federal devlet tecrübesi göstermiştir ki artık Araplarla Kürtlerin, Şiilerle Sünnilerin birlikte barış içinde yaşama imkânı kalmamıştır. Irak’ta köklü bir çözüm geliştirilmeden, mevcut kriz ve çatışmalı duruma son vermek mümkün görünmüyor. Kürtlerin tüm iyi niyet ve birlikte yaşama çabalarına rağmen, Bağdat hükümeti hep kötü niyetli davranmış kanunları çiğneyerek Kürtlerin yasalarla belirlenmiş haklarını gasp etmiş ve zor durumda bırakmıştır. Bu yetmiyormuş gibi, Maliki’nin diktatörlük hevesleri temelinde Sünni Arapları yok sayarak yönetim dışı bırakma operasyonları mevcut kaosun doğmasına neden olmuştur. Ortaya çıkan krizde her ne kadar IŞİD ismi ön planda olsada, esasta dıştalanmış Sünni Arapların Maliki yönetiminin yok edici politikalarına karşı bir isyanıdır. Maliki’nin politikaları sonucu fiilen üç parçaya bölünmüş Irak gerçeği karşısında, Kürtler için ayrılmak bağımsız olmak son çare oluyor. Geçen on yılda Irak’ın tüm yükünü neredeyse Kürtler omuzlamasına rağmen, Bağdat hükümetinin baskıları Kürtlere başka bir seçenek bırakmadı. Gelinen aşmada artık Kürtler bu yükü kaldırmak zorunda değiller. Bundan dolayıdır ki, Kürtler için en hayırlı yol Maliki ve IŞİD arasındaki sorunlara bulaşmadan, taraf olmadan ayrılmayı gündemlerine koymayı esas almaktır.
Hemen her Kürdistanlının gönlünde geçen bağımsız Kürdistan ‘in ilanı olacak mı? Kürdistan hükümetinin böyle bir kararı verip vermeyeceğini bilemiyoruz. Bu karar tamamen Güney Kürdistan halkı ve onun temsilcilerine aittir. Ama artık gelinen noktada eski Irak’a dönmenin son derece zor olduğu hatta imkânsız olduğunu, tüm Kürtlerin Kürdistan meclisinden çıkacak kararı dört gözle ve heyecanla beklediklerini biliyoruz.
Selahattin Gün
19 Temmuz 2014
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
12855 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:15:59:41