Google’da ‘uluslararası hukukta devlet terörü’ başlığını aradım, yoktu. Birçok devlet başka bir devleti terörizmle suçlayabiliyor ancak bunun hukukî bağlayıcılığı yok, yaptırımı yok. Uluslararası sözleşmeler devlet yaptırımları açısından bazı sınırlamalar getirmiş olsa da, yaptırımlara tanım konulmadığı gibi etkin ceza maddeleri yok. Bunun nedenleri anlaşılırdır.
Ancak bir gerçeği çok daha belirginleştirerek ortaya koyar: devlet düzenine, devlete karşı olan anarşist hareketler 19. yüzyılın 2. yarısından beri var. Ancak bu hareketlerin hiçbiri halk hareketine dönüşemedi. Modern devlet geleneği içinde hangi alternatif düşünceyi ele alırsanız alın, iktidar olduğunda devlet sınırlarının dışına çıkamadı. Kürd Halkı hangi anlayışta olursa olsun, bu düzen içinde ancak devletleşerek statü elde ederek kendisini koruyabilir ve güç olabilir. ‘Kürdler devlet istemiyor, statü talebi yok’ söylemleri Kürdlere şamar oğlanlığını layık görmektir. Şimdi olduğu gibi ezilir biçilir ama kimse dönüp de ‘ne oluyor’ demez. Ne zaman ki çıkarları müsaade eder o zaman döner ‘orada da Kürdler vardı’ derler.
Fakat ‘devlet terörü’ başlığını aradığımda bir cevap vardı. Sadece bir cevap: İsmail Beşikçi Hoca’nın ‘Ortadoğu’da Devlet Terörü’ adlı kitabı. Hoca devlet terörünü tanımladığı bölümde; ‘Devlet terörünün hep mazlum halklara karşı, yoksul bırakılmış, geri bırakılmış halklara karşı, özellikle devletlerarası sömürge düzeni içinde tutulmaya gayret edilen Kürd Halkına karşı, bu halkların ulusal ve demokratik istemlerine karşı kullanıldığı da açık bir gerçektir. Biz devlet terörü olgusunun terör sürecinin kökeninde durduğunu biliyoruz.’ diyor. Ve ilk baskısı 1991 yılında yapılan kitapta Hoca; Kasımlo suikastini, Halepçe katliamını, Kuzey Kürdistan’da yaşanan katliamları ve devlet uygulamalarını devlet terörizmine örnek olarak veriyor. Kitabın günümüzle birebir örtüşmesi elbette mümkün değil. Mesela Kemalist devlet bugünle örtüşmüyor ancak içeriğindeki ‘Türkiye’de Kürdlerle ilgili temel politikalar hep devlet politikası olarak ortaya çıkmaktadır. Türk Hükümetleri Kürdistan sorunuyla ilgili politika üretemezler. Devlet politikaları bütün hükümetleri bağlar. Kürdistan sorunu söz konusu olduğu zaman, hükümeti ve devleti birbirinden ayırmak gerekir.’ tespiti değişmedi. Özü itibariyle herşey hâlâ geçerli…
Roboski katliamının perde arkasındaki ayrıntıları tam olarak bilmiyorum. Fakat muhakkak açığa çıkacaktır. Roboski katliamı bizim için çok büyük acı ve katliamlar tarihimizin yeni bir sayfası oldu. Fakat Türk devlet tarihinde yerinin bizimkinden daha hafif olmadığı muhakkaktır. Devletin AKP Hükümetine operasyonu esas olarak bununla başladı. Ve sonuç da aldı. Roboski öncesinde AKP ‘öteki’ idi. Bizim gibi, cumhuriyet tarihinin ezdiği tüm ötekileştirilmişler gibi. Bu nedenle AKP hepsine hitap ediyordu. Hatta CHP’ye Dersim Katliamının hesabını soruyordu. Çünkü TC devlet geleneğinin uzağındaydı, örtüşemiyordu ve eli Kürd kanına bulaşmamıştı. Roboski katliamından önce devlet AKP’yi kitlesel bazda aşamadı. AKP’yi devletleştirmekten başka şansı da kalmadı. Bugün AKP merkezinin dışına düşenlerin ‘eski kodlarımıza dönmeliyiz’ derken kastettikleri kodlar devlet tarafından kırıldı. Katliamla birlikte Recep Tayyip Erdoğan’ın önünde iki yol vardı; ya aynı kodlar ve kadrolarla Adnan Menderes’in sonunu göze alarak yürüyecek ve sırtını tüm ötekilerle demokrat Türk tabanına dayayacaktı. Ya da devletin denklemine girecekti. Birinci yola girseydi; çıkıp ‘Kürdlerden özür diliyorum, olay şu şekilde vuku bulmuştur’ demesi gerekirdi. Yapmadı ve içinden geldiği geleneğin ve belki bilmediğimiz bağlayanlarının da ağırlığıyla ikinci yola girdi. Ara bir dönem yaşandı. Bu dönem AKP’nin devlet tarafından, devlet sınırlarına çekildiği dönem oldu. Erdoğan Dersim katliamını unuttu.
Bugün Kuzey Kürdistan’da yaşananlar tamamen devlet terörüdür. PKK öyle bir kırımın yolunu açtı ki, onlarca yıldır kanıyla canıyla mücadeleye omuz veren herkesin, her karış toprağın burnundan geldi. O dozerlerle hendekler değil, tanklara toplara yol açılıp Kuzey Kürdistan’da hâlâ Türkçe konuşmayan her kapının önüne getirildi. Cizre’li bir yurtsever ‘Onlara biz siziniz. Kapımızın önünü kazarsanız devlet bizim üzerimize gelir, çoluğumuz çocuğumuz zarar görür gidin ağanın kapısının önünü kazın dedik, gitmediler bizimkini kazdılar’ diyor. Neden? PKK neden bu halka bunları yaşattığının, insanların sadece kalbinde değil gözlerindeki kırıklara neden yol açtığının izahını elbet birgün yapacak.
Evet Kürdistan’da yaşanan tam bir devlet terörüdür. Sivil halk öldürüldü, halkın iradesi dışında evleri yakılıp yıkıldı. Savaşanlar uluslararası savaş kurallarını misliyle ortadan kaldıran çok iğrenç yöntemlerle katledildi. Cenazeler vicdan, tahammül sınırlarını aşan saldırılara uğradı. Herşey TC tarihine yakışır tarzda yapıldı ve kaç bina onarılırsa onarılsın, asla onarılamayacaklara yenileri eklendi. Ve tüm bu süreç yine Beşikçi Hoca’nın belirttiği gibi sömürge idare biçimi olan kararnamelerle yönetildi.
AKP Hükümeti Kuzey Kürdistan’da uyguladığı devlet terörünü kendisini uluslararası düzlemde çok sıkıntıya sokacak başka bir boyuta taşıdı. Kürdistan sendromunun sürüklediği bu boyut Türkiye’yi IŞID’la aynı potaya koydu. Güney-batı Kürdistan’da PYD güçlerine saldırmak ne demektir? PYD, Suriye’de koalisyon güçleriyle birlikte IŞID’e karşı savaşan etkili bir güç. PYD’yi vurduğunda kimi güçlendirmiş oluyorsun? Fiili olarak kimin önünü açıyorsun? IŞID’ın. O halde nerede duruyorsun? IŞID’ın yanında. Bu durum uluslararası dengelerin kaldıramayacağı ve muhakkak bir karşılığının olacağı bir durumdur. Bundan sonra Türk devleti sınırı geçse de geçmese de malum ilan olmuştur. Tıpkı PKK’nin yitirecekleri korkusuyla girdiği yanlışlar zincirine kendini dolaması gibi Türk devleti de kendi zincirine dolandıkça dolanacaktır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.