Mesut Barzani Türkmenlere hiç sizi seviyorum demez, hele sizi yaradandan ötürü seviyorum hiç demez. Çünkü zorlama bir durum yoktur, çünkü Kürdler neyse Türkmenler de odur.
Türkiye’de durum çok farklı. Çocuklarım canımdan parçadır. Ama ben onlara bunu ispatlamak için uğraşmam, bunun içerdiği duygu ve sorumlulukla ilişkilenirim. Onları Allah verdi diye sevmekle onları sevmek arasında dağlar kadar fark var. Kürdler elbette ki Erdoğan’ın çocuğu değil, yavru halk değil. Fakat her savaşın bir sonu vardır. Ve bu savaş taraflarla son bulur. Kürdistan’da yüzyılı aşkın bir süredir savaşlar var. Bir kısmı halloldu, bir kısmı hala sürüyor. Ve savaşın sürdüğü topraklarda bir taraf Erdoğan ve temsil ettiği iktidardır. Savaşın kaynağı ise; Kürd ve Kürdistan sorunudur. Hiçbir modernite anlayışı ve argümanı, hiçbir konjonktür bu gerçeği ortadan kaldırmadı, kaldıramaz. Bu nedenledir ki; ‘etle tırnak gibiyiz’ benzetmesi yalandan ibarettir. Hele kardeş olduğumuz tamamen yalandır. ‘Çanakkale’deki mezarlığa bakın kardeşliğimizin ne ölçüde olduğunu görürsünüz’ diyorlar. Bunu düşünmemizi istemek, narkozu kendi kendimize yapmamızı istemekten farksızdır. Dedemin kardeşlerini kollarından tutup Çanakkale’ye götürmüşler, Kore’ye götürülenler olmuş. Şimdi hiçbiri sağ değil, hepsi oralarda ölmüşler. Ve onlar götürülürken tek kelime Türkçe biliyorlar mıydı, nereye gittiklerini biliyorlar mıydı, bilmiyorum. Şimdi onların mezarının başına gidip de kardeşleriyle yatıyorlar mı diyeyim? Biz ete zorla takılmak istenen tırnağız. Et defalarca kanadı, tırnak defalarca kırıldı. Etle tırnak arasından oluk oluk kan aktı. Bu edebiyatla bu iş çözülmez.
R. T. Erdoğan iktidarı 2002’de başa geldiğinden itibaren Kürdlere dönük politikaları, pozisyonları gereği radikal ve olumluydu. Yerini sağlamlaştırmasına, Abdullah Öcalan da kendisini siyaset aracı olarak kabul ettirinceye kadar bu böyleydi. Bundan önce AKP sorunu Kürdlerle çözmeyi, bunun için hakları konusunda birşeyler yapmayı önüne koymuştu. PKK tabanını kazanmaya çalışıyordu. Nereye kadar götürürdü ya da ortaya çıkacak atmosferden biz ne kadar yararlanabilirdik bir şey diyemem. Ama ne zaman ki Abdullah Öcalan ‘alın beni kullanın’ dedi, sorunun yönü de, öznesi de, argümanları da değişti. Oysa; Erdoğan ve iktidarı açısından kendi geçmişiyle ve kendi ifadesiyle ‘parya’ olmak gerçeğiyle doğru yüzleşmek; herkesin, her halkın ve kesimin TC zemininde yaşadığı geçmişle, ezilmişliğiyle de yüzleşmek olabilirdi. Kürdler için de demokrasi çerçevesinde gerçek bir süreç yaşanabilirdi. Şimdiye kadar olmadı. Ve şu ‘yaradılanı yaradandan dolayı sevmek’ felsefesiyle de hiç olmaz.
Bu Kürdler ki yaradanına geçmişi için şükredemez, bu Kürdler ki yaradanına bugünü için şükredemez, bu Kürdler ki yaradan onlara sadece umut bırakmışken yine yaradana sığınır. Bu sığınmadan yararlanıp da sevgi devşirmeye çalışmak, bunun siyasetini yapmak nasıl bir zihniyetin ürünüdür? Bu devşirme duygularla nasıl bir bağ kurulabilir?
Kürdler cumhuriyet tarihi boyunca bazı gerçekleri AKP iktidarında egemeninin ağzından duydu. Bu doğrudur. Fakat iş söylediği için söylediklerinin tasarrufuna ve 13 yılın sonunda bile bir de buna minnet etmeye dönüşürse artık halk ‘karnımız tok’ der. 13 yılın sonunda anayasada Kürdler için ne değişti? Ne değişecek? Amed’de konuşulacak olan budur. Kürdleri sevmenin tek nişanesi; Kürdlerin ulus olmaktan kaynaklı haklarını teslim etmektir.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin son 40 yılında bütün iktidarların Kürd sorununda yaşanan çözümsüzlüğünün yol açtığı nedenlerle düştüğü gözönüne alındığında kafayı da, yüreği de, felsefeyi de, siyaseti de gözden geçirin derim. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.