Bundan tam 100 yıl önce, 1.
Birinci Dünya Savaşı, Almanya ve ABD\'nin yükselirken İngiltere ekonomik gücünün aşındığı bir konjonktürde, yükselen güçlerin oyuna dahil olma ve yeni denge ihtiyacıyla patlak verdi. Savaşın sonunda 1918\'de açıklanan ve Osmanlının da itiraz etmediği Wilson prensipleri, Osmanlı topraklarında yaşayan ve Türk olmayan diğer milletlere serbest gelişim imkanı tanıyordu. Bağımsızlık için muazzam bir ortam oluşmuştu. Mondros Mütarekesi ardından Kürdistan\'ın Güney\'inde İngiliz egemenliğindeki siyasi alanda mücadele sürerken, Kuzey\'inde halk; saltanat-kuvayı milliye oyunları arasında, 1915-18 Rus işgalinin etkileriyle ve Ermeni tehciri altında yaşamaktaydı. Kürdistan\'ın genelindeki karışıklık, mütarekenin Osmanlı üzerindeki baskısı ve bağlayıcılığı, manevra sahasının genişliği Kürtler açısından bulunmaz politik, askeri olanaklar sağlıyordu.
Buna rağmen sonuç; İngilizlerin İstanbul hükümeti üzerindeki etkisine karşılık olarak bolşevik yayılmacılığı kartını ABD\'ye kullanan Mustafa Kemal\'in zaferi oluyor. 1919 sonlarında objektif gözlem yaparak rapor hazırlamak üzere Kürdistan ve Anadolu\'ya gönderilen Amerikalı general Harbord\'la görüşürken, Kürtlere ilişkin soruya Mustafa Kemal; \'birbirinden ayrılmaz iki müslüman kardeş\' cevabını verirken, Amerikan mandacılığı için; \' tarafsız ve kuvvetli bir devlet ve milletin beyannamemizin 1. maddesi ahkamı mucibince muavenetine ihtiyacımızı itiraf ve bunu memnuniyetle kabul ediyoruz\' diyor. General Harbord, görüşmeler ardından Amerikan senatosuna sunduğu raporda burada mandacılığı geliştirmek gerektiğini, kurulacak mandacılık sistemiyle bütün halkların hakkının korunabileceğini ifade ediyor. Ve Mustafa Kemal, hakimiyetini tamamen kurana kadar Amasya protokolünde olduğu gibi, yeni Osmanlı ülkesinin sınırlarının Türk ve Kürt coğrafyası sınırları olduğunu, bu iki müslüman unsurun azınlık değil, ana unsur olduğunu savunuyor.
Peki neden? Bu süre içinde Güney\'de Şex Mahmud Berzenci\'nin ilan ettiği bağımsızlık, Kuzey\'de Kürdistan Teali Cemiyeti çalışmaları, daha öncesinde Abdurrezak Bedirxan\'ın girişimleri....... olmasına rağmen sonuç alınamadı? Sonuç neden bir yüzyıl daha Kürtlerin katliamlar, asimilasyon politikaları altında ezilmesi oldu?
Kazım Karabekir, 1919 Mayıs ayında Mustafa Kemal\'e Kürdistan Teali Cemiyetinin faaliyetlerine yönelik politikalar konusunda şu perspektifi iletiyor; \' Dikkat edeceğimiz önemli bir mesele de Kürtlük cereyanıdır. İstanbul\'da bu hususta büyük faaliyet gördüm. Ben mıntıkamızdaki aşiretleri nizama koyup ve beylerini bizzat tarafıma çekerek onları tutabilirim. Kürdistan\'ın Ermenistan olacağını anlatmakla mesele hallolur. Bütün Kürtlük mıntıkasında en mühim manevi kuvvet din.. Teşkilata dahil bazı reislerin muntazam aylıklarını vermek de manevi kuvvet...\' Yani Ermenistan korkusu, din ve para...
Ve ne acıdır ki, dönemin Kürdistan karakol komutanlığı misyonuyla görev yürüten Van valisi Haydar Bey, Osmanlı dahiliye vezaretine gönderdiği 25 Haziran tarihli telgrafta; \'Kürt reisleri birbirlerine güvenmedikleri ve en büyüğünden en küçüğüne hepsi büyüklük hastalığına tutuldukları için birleşmeleri mümkün değildir\' diyor.
Buradan çıkarmamız gereken çok önemli sonuçlar var. Çünkü 21. yy\'ın ilk çeyreği de bize farklı koşullarda ama aynı fırsatı sundu. Yakalamamız gereken zaman, çok iyi değerlendirmemiz gereken konjonktür içinde ciddi zaaflarımız var. Ama diğer yandan yakalanan kazanımlar da var.
Hiçbir kavramın ve çıkarımın birebir yerine oturmayacağını vurgulayarak yazmak istiyorum. Çünkü bundan yüzyıl öncesine göre içiçe geçmiş insani değerler, kazanımlar var. Teknolojik gücün pazar yoluyla kısmen eşitlediği bir dünya var. Ve bu dünya ölçeğinde zaman ve mesafe tanımından tutun, savaşlar zaferler gibi tüm olguların yuvarlak tanımlar kazandığını görüyoruz. Buna rağmen her bireyin, cinsin, ulusun bu yuvarlak tanımlar içerisinde kendi tanımını korumaması durumunun dünya tekel siyaseti tarafından vakumlanarak öğütülüp yok edildiği de çok açık. Bunu belirtmemin nedeni şu; bu dünya gerçeği bizim bir yüzyıl daha entegrasyon politikalarından sıyrılarak ayakta kalmamıza izin verir mi? Bence hayır. O halde geçmişin tecrübelerinden doğru yararlanmalıyız.
ABD, Rusya, İran, Çin, İsrail hatta Türkiye ve Kürdistan... Arap baharıyla başlayan ve son olarak Ukrayna\'da gördüğümüz ayaklanmalar birey-iktidar, toplum-iktidar çelişkilerini yaratan gelişme düzeyinin sahipleri arasındaki savaş biçimidir de. Kimi başlangıç kimi sonuç itibariyle... Yeni doğal kaynak ihtiyaçları, başta su ve petrol yollarının hakimiyet kavgası dönemin örtülü ve açık savaşlarının kaynağı durumunda. Kürdistan bu savaşın esas bir merkezi durumunda. Rusya, İran, ABD başta olmak üzere geniş bir yelpazede siyaset olanağı var. Kürdistan\'ın Güney\'i bağımsızlığa doğru yol alırken, bütün Kürdistan için çok önemli bir mevzi. Batıda uluslararası bir savaş var. Bunun tahribatları çok ağır olmakla birlikte, savaşın ulusal aktörü olarak varlık gösterilmesi durumunda Kürdistan\'ın genelini doğrudan etkileyecek bir pozisyon yakalanabilir. Kuzey\'de ise bütün bölgeye etkide bulunabilecek siyasi olanaklar açığa çıktı.
Bunları başarıya götürmek bizim elimizde. Yeter ki ulus gücünü açığa çıkaralım.
Devam edecek
Neval Çelik
10.04.2014 Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.