Savaşın bir amacı varsa savaştır. Bir insanın hayatını feda etmeye değecek bir amacı. Savaş bizim için bağımsızlık, olmazsa bağımsızlık için siyaset yolunu açmak, bunun araçlarını elde edebilmek ve meşru bir zemin kazanmak için yapıldığında değer ifade eder. Bağımsızlık dışındaki bütün taleplerde silah siyasetin ve sivil mücadelenin savunma gücü olarak amaca ulaşılıncaya kadar varlığını korur.
Yaşadıkça, Mahabad’ı, Sevr’i, Lozan’ı sonra Dersim’i, sonra Melle Mustafa’yı, Seyid Rıza’yı, Xalidê Cîbrî’yi, Şex Said’i yeniden yeniden düşününce Kürd olmanın, Kürd davasının sahibi olmanın aslında ince bir ipte değil, görünmez bir ipte yürümek kadar zor olduğunu fark ediyor insan. Onların yaşadıklarını, nerede doğru nerede yanlış yaptıklarını, koşullarını, ittifaklarını, tuzakları, kavgalarını, barışlarını, pazarlıklarını… ne kadar fakiriz anlamak konusunda.
Herkesin ihtiyacı olan, herkesin istediği toprakların, kimsenin istemediği halkı olmak kadar zor ne olabilir? Tam herşey yolunda derken ışığı görüyorum derken karanlığa gömülmek ne kadar zor. Aslında Mahabad’da, 1. Dünya Savaşı döneminde yaşananlar bunlara çok yakın. Kürdistan’ı isteyen ama Kürdü Kürd olarak istemeyen tarihin kodamanlarının çelmelerini atlayabilmek bu kadar mı zor? Bunun için kendimizi sevmek, değer vermek; birbirimizi sadece Kürd olduğumuz için sevmek değer vermek, kollamak, saymak bu kadar mı zor? Yahudilere neden bakmıyoruz? Nasıl devlet olduklarına… Theodor Herzl kendisi bile başladığı noktanın zayıflıklarından dolayı deliliğinin sorgulanabileceğini her seferinde belirttiği halde sadece Yahudilikle bağlı olmanın değerini topraklarıyla bağlamış. Kürd olmak bizim için neden bu kadar ucuz?
Fakat tarihi nasıl okursak okuyalım, hangi düşünceden olursak olalım, hangi duygumuz ağır olursa olsun, öncülük sıfatı ne olursa olsun tarihin ibresinin Kürdleri gösterdiği bu çeyrekte herkes geleceğe karşı sorumlu davranmak zorunda.
Bundan üç ay önce hepimiz farklı yazıp çiziyorduk. Güney Kürdistan IŞID’dan temizlenmişti. Başkan Barzani bağımsızlık referandumu çağrısı yapmıştı. Güney batı Kürdistan’da zor da olsa Kürdlerin birbirine ihtiyacı açığa çıkmıştı. Kürdistan’ın doğusunda halk uzun zaman sonra ayaklanmıştı. Ve Kuzey Kürdistan’da siyaset imkânı vardı. Kürdler önünü biraz görüyorken yeniden bir dar boğaza giriliverdi.
İran varlığının Kürdistan’ın parçalılığına bağlı olduğunu resmi ağızdan açıklarken; Türkiye’nin Kürd sorununu ‘çözüm süreci’ başlığı ile silahsızlandırma amaçlı ele almasını kabul etmedi. İran, Kürdistan söz konusu olduğunda her taşın altındadır. Ortadoğu’daki pozisyonunu Kürd realitesini ve yaşanabilecek neredeyse her türlü olasılığı hesaplayarak belirliyor. Kürdlerle ilişkilerini bunun dengelerini korumak amacıyla kuruyor ve koruyor. Kürdlerin egemenliğini yapan diğer devletlerde de bu statükoyu koruyacak düzeyde kurumlaşıyor. Güney Kürdistan’da bağımsızlığın yolu açılmıştı. İran dört elle buna karşı durdu, resmi açıklama bile yaptı. Olmadı, Goran ve YNK aracılığıyla Mesut Barzani’nin başkanlığını tartışmaya koyarak süreci geriletti. Ve bundan sonra Mesut Barzani’nin başkanlığının resmen kabulü gerçekleşse bile bir daha ki hamlesinin ne olacağı belirsizdir. Kuzey’de seçim öncesi Amed’deki patlamada Suriye üzerinden İran izi var. PKK’yle ilişkileri ve bu ilişkinin PKK’yi bağlayan boyutu genel olarak Kürdistan mücadelesi açısından ayak bağı oldu. Amed’deki patlama da PKK’nin şiddeti öne çıkarmasının ciddi bir kozu oldu. Kürdistan’da karışıklık gerekiyordu, karıştırdılar.
Peki sadece İran mı? Elbette hayır. Öncelikli ABD çıkarları, bunun Türkiye siyasetine etkisi, Erdoğan –AKP- hükümeti…
Erdoğan iktidar tiplemesi olarak tez konusu olacak yapıda biri. F. Gülen’in ABD’deki varlığı ve pozisyonu, ittifakları; ittifakın bozulması, Mısır’a ilişkin tavrı, İsrail, AB konusunda tehditkâr duruşu vs raydan çıktığına dair kesin işaretler oldu. Bununla birlikte iktidar dönemindeki yolsuzluk gibi konularda şaibelerin artması özellikle kendi tabanını etkiledi. Böylece içeriden ve dışarıdan istenmeyen ya da gözden çıkarılabilecek adam durumuna geldi. Kurtuluşunun tek yolu vardı; gerçekten demokrat tutum geliştirmek ve Kürd sorununda samimi olmak. Yapmadı. Aslında Roboski’den itibaren Kürd Halkına karşı tutumunu bir özür dahi dilememekte ısrar ederek ortaya koydu. Artık niyeti çok açıktı. Fakat böyle bile olsa, Kürdler de etkisiz eleman ya da mutlak belirlenen değildi. Hatalar yapıldı.
‘Çözüm süreci’ projesine Türkiyelileşme teziyle karşılık vermek çok yanlıştı. Kürdler adına devleti inkâr edecek kadar düşük çıta argümanlarıyla siyasi ortam değerlendirilemezdi. Zaten zorlama bir masada oturuluyordu. AKP milliyetçiliğini öteliyor, PKK ise silahlı mücadele niyetini öteliyordu. Samimiyetsiz bir masaydı. Buna rağmen siyaset kabiliyeti, niyeti o masayı ayakta tutabilirdi. Erdoğan’a rağmen…
PKK yönetiminin ağırlıklı bölümünün Türkiyelileşme tezini hazmettiğine hiç inanmıyorum. Bunu hiçbir zaman onaylamadı. Onaylanacak bir tarafı da yok zaten. Ancak bunun alternatifi eski savaş tarzı da olmamalı. Türkiyelileşme ve çözüm adına duygularıyla bu kadar oynanan, refleksleri köreltilen, kimyasıyla oynanan halka canla başla seçimlere kilitlenen ve o seçimlerden sonra zafer duygusu yaşayan halka şimdi de ‘ölümüne ayaklan’ denemez. Eğer bir beklentiniz varsa önce bu halka kendinizi izah etmelisiniz.
Ortada herkesin savaş dediği bir durum var. Bu savaşın niyeti nedir? Demokratik özerklik mi? Eğer demokratik özerklik ise neden 80 milletvekiliyle reform hükümetinde ısrar edilip yerel yönetim kanunu gündeme alınmadı?
Bu savaş neden Kürdistan’ı yakıyor? Neden ölenlerin yarısından fazlası Kürd? Ve katliam ihtimalinin neredeyse %100 olduğu koşullarda halk neden ayaklanmaya çağırılıyor?
Erdoğan’ı mı devireceksiniz, birileri bunun ardından CHP’yle çözüm sözü mü verdi? Ya da İran’la kendinizi garantiye mi almak istiyorsunuz? Yoksa APO’nun yakalandığı zamanki ortamı yaratarak iktidar yolu mu açmaya çalışıyorsunuz? Bunun tepkisini yaratmak için mi katliam koşulları hazırlıyorsunuz? Böyle olmaz. Bu kadar belirsizlik yaratıldıktan sonra halkı öyle kaldıramazsınız. İlk ikisi ise; kimsenin Kürdün kanına girmeye hakkı yok. Sonuncusuysa böyle olmaz. Bu yol yol değil. Ancak intihardır. Bu tarz şiddetin ardından kimse alın Kürdistan’ı, teslim demez. Siz böyle halkın zulüm görmesinin önünü açarken acaba Türkler ABD’ye, İsrail’e, Avrupa’ya hangi tavizleri veriyor. Kimlerle dans ediyorsunuz, kimin üzerine basarak hem de.
Mesele Erdoğan ise tek başına iktidar olma şansı zaten neredeyse kalmadı. Olağanüstü bir hamle yapar ve Kürdlere anayasal hakların yolunu açarsa belki. PKK de eğer akan bunca kanı, yaşanan bunca acıyı boşa düşürmek ya da birilerinin hizmetine koşmak niyetinde değilse; şiddetin ucunu gören Türkiye’ye ve iktidarına eli güçlüyken pazarlık açar. Kaldı ki bu yapılmayacaksa seçimlere katılmanın da anlamı yok. Eğer geçmişin savaş tarzı devam ettirilecekse bu muğlak durum ortadan kaldırılır ve açık bir savaşa girilir. HDP’liler şamar oğlanına döndü, halksa arada kaldı. Yok bu savaş amaç değilse o zaman amacına uygun yerde durmalı herkes.
Savaşın bir amacı varsa savaştır. Bir insanın hayatını feda etmeye değecek bir amacı. Savaş bizim için bağımsızlık, olmazsa bağımsızlık için siyaset yolunu açmak, bunun araçlarını elde edebilmek ve meşru bir zemin kazanmak için yapıldığında değer ifade eder. Bağımsızlık dışındaki bütün taleplerde silah siyasetin ve sivil mücadelenin savunma gücü olarak amaca ulaşılıncaya kadar varlığını korur. Öncülük iddiasındaki bir güç ezilen halkına araç muamelesi yapamaz. Bu egemenin tavrıdır. Ezilenin öncülüğü kendi insanının canına, varlığına, her türlü hakkına uluslararası düzeyde statü sahibi her halkın insanına nasıl yaklaşılıyorsa öyle yaklaşır. Ki egemenin meşruiyeti silinsin.
Hele ki Kürdler adına bırakalım atılan tek bir kurşunun söylenen bir sözün bile vebalinin çok ağır olacağı bu çeyrekte… Kürdler adına silah taşıyan, öncüsüyüm diye ortaya çıkan herkes özgürlük fırsatının sorumluluğuyla hareket etmeli.
Neval Çelik
12.09.2015
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.