Ankara’nın Suriye politikası, Kürt sorununa yaklaşımını nasıl açığa çıkarıyor?

Suriye'de Kürtlerin ulusal ve demokratik hak taleplerine kategorik olarak karşı çıkan bir Ankara’dan, kendi siyasi sınırları içerisindeki Kürt sorununa dair yapıcı ve kapsayıcı adımlar atmasını beklemek, mevcut siyasal gerçeklikler ışığında pek realist bir beklenti değildir. Bu bağlamda, Türkiye’nin Suriye ve özel olarak Rojava Kürdistanı politikasının seyri, Ankara’nın genel Kürt sorununa yaklaşımını analiz etmek açısından bir tür turnusol işlevi görmektedir.

2 Ağustos 2025 - 12:40
2 Ağustos 2025 - 12:40
 0
Ankara’nın Suriye politikası, Kürt sorununa yaklaşımını nasıl açığa çıkarıyor?

Ankara, Suriye'nin ademi merkeziyetçi bir yapıya kavuşarak Rojava Kürtlerinin kolektif haklara sahip olacağı bir idari yapılanmayı, Türkiye'nin ulusal güvenliği açısından potansiyel bir tehdit olarak görmeye devam ediyor. Bu tutum, Türkiye’nin siyasi sınırlarının ötesindeki Kürtlerin ulusal demokratik hak taleplerine yönelik genel güvenlik paradigmasının devam ettiğini göstermektedir. 

Türk devleti ile Abdullah Öcalan arasında yürütülen mevcut diyalog, bazı çevrelerin iddia ettiği üzere, PKK’nın silah bırakması ve kendini feshetmesi karşılığında Ankara’nın, Türkiye’nin üniter, siyasi ve toprak bütünlüğü çerçevesinde Kürtleri tatmin eden adımlar atacağı varsayımını tümüyle desteklemiyor. Bu çıkarımdan yola çıkarsak, Ankara’nın, kendi Kürt sorununun olası çözümünde elle tutulur, Kürtlerin asgari beklentilerini karşılayan ve Türkiye’nin demokratikleşmesine de katkı sunan bir açılım iradesinin oldukça zayıf olduğunu söyleyebiliriz. 

Çünkü Ankara’nın Abdullah Öcalan ile başlattığı diyalog sürecinin arkasındaki temel belirleyici unsur, 2023 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısıyla başlayan ve devamında Suriye’de Esad rejiminin beklenmedik şekilde devrilmesiyle, İsrail ve ABD'nin İran’a yönelik askeri saldırılarıyla derinleşen bölgesel jeopolitik değişimin, Türk devlet elitleri nezdinde yarattığı stratejik kaygı ve paniktir. Bu gelişmeler, Türkiye’nin Kürt meselesi bağlamında güvenliği ve bölgesel nüfuz alanlarıyla karşı karşıya kaldığı tehdit algılarını yeniden tetiklemiş ve şekillendirmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulması planlanan komisyonun, Kürtlerin ulusal ve demokratik hakları boyutundan ziyade, PKK’nin silah bırakma süreci ile örgütün tasfiyesine ilişkin teknik ve hukuki altyapının hazırlanmasına odaklanacağı anlaşılmaktadır. Bu doğrultuda, komisyonun Kürt sorununa yönelik çözüm arayışlarından çok, güvenlik eksenli ve örgüt tasfiyesi merkezli bir perspektif doğrultusunda faaliyet göstereceğine dair güçlü göstergeler mevcuttur.

Türk devleti, mevcut durumda kendi Kürt sorununu sürdürülebilir bir kriz düzeyinde tutarak kontrol altında bulundurmaktadır. Kuzey Kürdistan’daki PKK ve DEM Parti, devletin gözünde ideolojik ve örgütsel açıdan Abdullah Öcalan üzerinden dolaylı bir denetim mekanizmasına tabi tutulmaktadır. Öcalan, Kürt meselesine ilişkin geliştirdiği tezlerde, federasyon, özerklik ve kültürel çoğulculuğa dayalı çözümlerin günümüz sosyolojisinde karşılığı bulunmadığını ileri sürmekte; dolayısıyla Kürtler ve Kürdistan için herhangi bir statü talebinde bulunmamaktadır. Bu söylem, devletin Kürt ve Kürdistan sorununa ilişkin güvenlik merkezli yaklaşımı ile örtüşmektedir. Öcalan’ın “yeni paradigma” olarak sunduğu bu yaklaşımın, özellikle Rojava Kürtlerinin federal ve ademi merkeziyetçi Suriye arayışlarının önünü kesmek amacıyla formüle edildiği açıkça görülmektedir.

Öte yandan, Kuzey Kürdistan merkezli diğer siyasi hareketler ise, siyasal meşruiyetleri ve toplumsal etkileri bakımından devletin öncelikli muhatap Kürt aktörleri kategorisinde yer almamakta; bu aktörler, daha çok devlet tarafından izlenen ancak muhataplıkta dikkate alınmayan yapılar olarak kalmaktadırlar. Bu durum, Türkiye’nin Kürt meselesine yaklaşımında güvenlikçi paradigmanın sürdüğünü ve çözümün statü temelli talepler yerine, denetim ve kriz yönetimi çerçevesinde ele alındığını göstermektedir.

Türkiye’nin kendi Kürt sorununa ilişkin politika değişikliğine gitmesini sağlayacak ya da bu yönde baskı oluşturacak en önemli faktörün, Kuzey Kürtleri ve onların siyasal hareketlerinden ziyade, bölgesel jeopolitik gelişmeler olduğu görülmektedir. Özellikle Irak’ta Güney Kürdistan Bölgesi Yönetimi örneğinde olduğu gibi, Suriye ve İran’daki Kürtlerin de benzer şekilde siyasi ve idari statüler elde etmeleri, siyasi sınırlar ötesi Kürt kimliği ve Kürdistan’ın kurumsallaşması Türkiye açısından en büyük tehdittir.

Bu tür gelişmeler, Türkiye’yi kendi Kürt sorununa ilişkin stratejik pozisyonunu yeniden gözden geçirmeye ve kendi Kürt sorununa yönelik adım atmaya zorlayabilecek ciddi dinamikler yaratabilir. Bu açıdan, Türkiye’nin iç politikasında Kürt meselesine yönelik yaklaşımı, büyük ölçüde Rojava ve Rojhilat Kürdistanı’nın elde edeceği kazanımlarla şekillenebilir.

Bunun dışında Ankara'yı Kürt sorununda adım attıracak ciddi bir etken, kendi iç dinamikleri açısından ufukta gözükmemektedir.

Güney Kürdistan’daki siyasi aktörler, PKK’nin silah bırakması ve örgütü feshetmesi yönündeki çağrılara destek verirken; Rojava Kürdistanı’nın ademi merkeziyetçi bir statü kazanması amacıyla uluslararası kamuoyu nezdinde yoğun diplomatik girişimlerde bulunmaktadır. Bu durum, Kürdistan coğrafyasının farklı parçalarında faaliyet gösteren siyasi güçler arasında örtük, adı konmamış bir koordinasyonun ve giderek derinleşen bir işbirliği dinamiğinin gelişmekte olduğuna işaret etmektedir.

Söz konusu işbirliği ve karşılıklı destek, Kürdistanlı siyasal yapıların geleneksel olarak parça ya da grup merkezli siyaset anlayışından uzaklaşarak, daha bütüncül ve ulusal ölçekli bir vizyona yönelme eğilimlerinin Kürtler arasında güçlendiğini göstermektedir.

Rojava’daki Kürdistanlı siyasi aktörler, Suriye’nin geleceğine ilişkin çözüm arayışlarında, ademi merkeziyetçi bir yönetim modelinin kabul edilmesi ve Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) bir bütün olarak Suriye ordusuna entegre edilmesi konularında müzakereler yürütmektedir. Bu müzakereler, Kürt siyasi yapılarının yalnızca yerel değil, aynı zamanda Suriye genelinde kalıcı ve kurumsal bir çözüm hedeflediğini göstermektedir.

Suriye’de bölgesel ve uluslararası aktörlerin nüfuz savaşları açısından yarın nelerin olabileceği öngörüsünde bulunmak oldukça güçtür. Bu süreçte ABD Başkanı Donald Trump ile Ankara Büyükelçisi ve aynı zamanda Suriye Özel Temsilcisi olan Tom Barrack, Suriye’deki siyasi sürecin Ankara’nın çıkarları doğrultusunda şekillenmesini sağlamak amacıyla çeşitli diplomatik girişimlerde bulunmaktadır.

Radikal İslamcı Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) iktidarı ele geçirmesinin ardından Alevi ve Dürzi topluluklara yönelik gerçekleştirilen katliamlar, Suriye'de katı merkeziyetçi bir yönetim anlayışının etnik ve mezhebi çeşitliliğe sahip toplumsal bileşenler açısından nasıl yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini uluslararası kamuoyuna açık biçimde göstermiştir. Bu trajik gelişmeler, ademi merkeziyetçiliğin yalnızca Kürtler için değil, Suriye’nin tüm toplumsal kesimleri açısından da bir güvenlik ve istikrar arayışı olarak değerlendirilmesini mümkün kılmaktadır.

Başta Fransa olmak üzere ABD Kongresindeki önemli pozisyonlardaki Demokrat ve Cumhuriyetçi üyeler, Pentagon çevresi, İsrail ve Güney Kürdistan’daki siyasi aktörler ile uluslararası düzeyde Kürt dostu çevreler, Rojava Kürtlerinin ademi merkeziyetçi taleplerine destek sunmaktadır. Söz konusu destek, yalnızca Rojava’daki Kürtlerin değil, aynı zamanda Suriye’de demokratik, kapsayıcı ve çoğulcu bir siyasal yapının inşasına yöneliktir.

Ankara'nın Rojava Kürdistanı’na yönelik doğrudan askeri operasyonları mevcut konjonktürde geçici olarak duraklamış görünmektedir. Ancak bu durum, Türkiye'nin Rojava'ya yönelik siyasi, diplomatik ve ekonomik baskılarını sürdürdüğü gerçeğini değiştirmemektedir.

Suriye'de Kürtlerin ulusal ve demokratik hak taleplerine kategorik olarak karşı çıkan bir Ankara’dan, kendi siyasi sınırları içerisindeki Kürt sorununa dair yapıcı ve kapsayıcı adımlar atmasını beklemek, mevcut siyasal gerçeklikler ışığında pek realist bir beklenti değildir.

Bu bağlamda, Türkiye’nin Suriye ve özel olarak Rojava Kürdistanı politikasının seyri, Ankara’nın genel Kürt sorununa yaklaşımını analiz etmek açısından bir tür turnusol işlevi görmektedir. Dolayısıyla, Ankara’nın dış politikada Rojava Kürdistanı’na karşı izlediği tutum, iç politikasındaki Kürt meselesine yaklaşımının önemli bir göstergesi olarak okunabilir.

X: @cetin_ceko

Ev nûçe toplam 2787 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 15:41:18