Dr. Can Şeker Ahamenişlerden itibaren İran İslam Cumhuriyeti’ni üç dönmede incelemektedir. İran, Ahamenişler dönemini, İslam, 630-640 yıllarında İran’ın, İslam orduları tarafından ele geçirilmesiyle başlayan dönemi anlatmaktadır. Cumhuriyet kavramı kapitalist gelişmelere, ulus-devler dönemin işaret etmektedir.
Dr. Can Şeker, yerleşik uzun zamanın Yakın-doğu zaman mekanının tarihsel seyrinin arka planında şunları anlatmaktadır:
‘Tasasız toplayıcılar’ olan Havva ile Adem’in çocukları tarımla uğraşan Kabil ile hayvancılıkla geçimini sağlayan Habil idi. Aynı ana-babadan doğan iki kardeşin gelecekleri yaptıkları işler dolayısıyla değişmiş, evleri ayrılmıştı. Toprakla uğraşan Kabil kurduğu ilk eve oğlu İdris’in adını verirken, Habil’in hayvan derilerinden yaptığı çadırından başka bir şeyi yoktu. Habil bu çadırına isim de vermemişti. Zaten onu bir yerden bir yere sürükleyen bu isimsizlik hali olmuştu. Habil’in, ruhunun göçebe halini dindirmek için aldığı kararlar soyunun geleceğini de belirlemişti. Habil’in aldığı karar evinde oturan kardeşini kanın dökmekti. Kardeş katili olmak. Sıradan bir olay gibi gözüken bu olay insanlığın geleceğini de belirlemişti. Evinde oturanların, yerleşiklerin, Habillerin/göçebelerin gelip onları ortadan kaldıracak zaman-mekanda yeniden canlanacaklardı. (s. 59)
Bu incelemede Yakın Doğu önemli bir kavramdır. Yakın Doğu, batısında Anadolu ve Mısırdan başlayıp Levant’ı (Doğu Akdeniz) içine alan, doğusunda Fırat ve Dizle nehirlerinin arasında kalan ve Mezopotamya’dan İran’a kadar uzanan topraklarıdır. Mezopotamya düzlükleri ile İran arasında İbni Haldun’un (1332-1406) Ekrad Dağı/Kürd Dağı dediği Zağros Dağları vardır. Bu coğrafyanın doğusunda Afganistan, güneydoğusunda Hindistan yer almaktadır. Tarıma elverişli bu topraklar yerleşik hayatı zorunlu kılmış, ilk yerleşim alanları buralarda kurulmuştur. Bu coğrafyada çiftçiler hem göçebelerin hem de yerleşiklerin baskısı altında kalmıştır. Afro-Avrasya Ekümenliği’ndeki zaman-mekansal emperyal döngüyü sağlayan dinamik budur. Bu ilişki Neolitik Çağ’da (M.Ö 6000- M.Ö. 5000) başlamış, gelişerek kalkolitik Çağ’a (M.Ö. 5000-M.Ö.3000) kadar gelmiştir.
Afro-Avrasya Ekümenliği’nin net bir şekilde ortaya çıkışı M.Ö. 3000’den başlayarak, Mezopotamya, Mısır, Levant, Orta Asya İndüs Vadisi, Anadolu ve İran coğrafyasında tamamen kentli göreceli olarak istikrarlı toplumlar yaratmıştır. (s. 66) Yabani buğday ve arpa türleriyle, koyun, keçi, sığır, domuz ve develerin atalarının bu coğrafya olduğu belirtilmektedir. (s. 68)
M.Ö. 6000 ile 3000 arasında, insan, ata gem vurmasını öğrenmiş, sapanı, tekerlekli arabayı, yelkenli kayığı bulmuş, bakır cevherini arıtmayı, madenlerin fiziksel niteliklerini öğrenmiştir. Bu döneme damga vuran diğer bir unsur ise uzun mesafeli ticaret yollarının ve tapınakların ortaya çıkmasıdır. Uzun mesafeli ticaret yollarının güvenliğini sağlamak elbette çok önemlidir. Bu, adına Ubeyd Uygarlığı denen bir dönemdir. Saray’ın ve tapınakların kurumlaşması yanında çarşı’ da ortaya çıkmıştır.
Göçebe Longue Duree’nin Orta Asya zaman mekanında Şamanlık ve Yerleşik Longue Duree’nin Yakın Doğu zaman mekanında zerdüştlük İran platosunda birbirleriyle çakışmıştır.
Dr. Can Şeker, çalışmasını, Braudel, İbni Haldun ve Hodgson’un, coğrafya, yerleşiklik, göçebelik, ve evrensellik kavramları etrafında örmektedir.’ Bu anlamda yerleşil Longue Duree’nin, Afro-Avrasya ekümeniğinde, Akad döngüsüyle başlayan emperyal gelenek denildiğinde her kavram bir bağlama işaret etmektedir. Bu anlamda yerleşiklik İbni Haldun’a, Longue Duree, Braudel’e, Afro-Avrasya ekümeniği Hodgson’a, ve emperyal gelenek ise, her biri farklı kavramlarla ele almış da olsalar, üçünde ortak bir anlam dünyasına tekabül eder. ‘ (s. 119)
Ubeyd uygarlığında, örneğin Sumer’de ilk şehirler sınırları belirsiz bir şekilde durmaktadır. Sürekli olarak etrafındaki göçebe dağ aşiretlerinin baskınlarıyla karşılaşmaktadır. Bu bakımdan, bu baskınları önlemek için, şehirlerin etrafını surlarla çevirmek önemli olmaktadır. Ayrıca, çok hızlı akan, zaman zaman da sellerle tarımsal hasadın gerçekleşmesinin engelleyen Dicle Nehri’ni kontrol altına almak da önemlidir. Bu bakımdan bu şehirlerin yöneticileri mutlak anlamda belirleyicidir. (s. 69)
‘Kiş Kralı Agga’nın karşısındaki Gılgameş böylesi bir hükümdardır: Uruk’un çobanı, şehir duvarlarını ören, erkekleri savaşa çağıran, ormanlardaki sedir ağaçlarını kesen, geçitler açan, kutsal yerleri onaran, yapıp ettiklerinde şan ve şeref duygusunu önde tutan, fazlasıyla Tanrıya benzese de insana benzer bir yanı da olan, fakat ölümsüz olmadığının da bilincinde olan bir kahraman. İfade edilmesi gereken ilk şey, karşımızda müdahale eden, inisiyatif alan, kişisel sorumluluğunu bilen, toprağın işlenmesini önceleyen, tanrısal kahramanlıklar sergileyen, ölümsüzlüğün peşinde koşsa da ölümlü olduğunun hakikatına ulaşan, bir ‘çoban’ olduğudur.’ (s. 69)
Bu arada Gılgameş Destan’ından da söz etmek gerekir kanısındayım. Gılgameş Destanın, M.Ö. 1250 dolaylarında, günümüzden 3250 yıl kadar önce, Kürd şair Sin Lekke Ünnünü tarafından yazılmıştır. Kassit diliyle yazılmıştır. Kassitlerin Kürdlerin ilk atalarından bir olduğu bilinmektedir. (Dr. Cemşid Bender, Gılgameş Destanı’nı Kil Tabletlere Geçiren, Kassitli Ünlü Ozan, Sin Lekke Ünnünü’yü Tanıtan Tarihi Gerçekler, Veger, Hejmar 4, Adar 2003, s. 60-61)
‘Mezopotamyalılar, okyanuslarla çevrili ve çember şeklindeki dünyadaki ana yönleri, dört ülkeye göre saptıyorlardı. Elam (Güneydoğu), Amurru (Güneybatı), Akad (Kuzeybatı) Subaru (Kuzeydoğu)’ (s. 83)
Subaru, Kürdleri anlatmaktadır. Subarular, bugünkü Zebarilerin atalarıdır. Amurrular (Amoriler) Suriye’de oturan, Sami dili konuşan bir halktır.
Akad İmparatorluğu’nun, Zağroslarda oturan Gutiler tarafından yıkıldığı vurgulanmaktadır. Hurriler, Gutiler, bugünkü Kürdlerin atalarıdır. M.Ö. 1600-1200’ler arası dönemde, Yakın Doğu’ya temelde dört siyasal yapı damgasını vurmuştur. Babil ülkesi, Hurri Topluluklarının akınlarının, olduğu, Mezopotamya’nın kuzeyinde ortaya çıkan, ve Zağroslardan Akdeniz’e uzanan, Mitanni Krallığı, Mısır ve Hititler.(s. 86-87) Mitanniler de Hurriler ve Gutiler gibi bugünkü Kürdlerin atalarıdır.
Bugünkü Kürdlerin ataları arasında Medleri de saymak gerekir. M.Ö. 554-553 yıllarında, Medlerin vassali olan Anşanlı Kiros, Medya kralı Astiyages’i esir alarak, başkenti ele geçirmiş, tüm ganimeti Anşan’a yollamıştır. (s. 133)
‘Mısır, Hitit, Mitanni, Asur ve Babil, M.Ö. 1200-900 arasındaki dönemde baskın siyasal modeldir. Bu, pek çok bağımsız Kent devletin ittifaklar kurarak küçük kentleri, kendi yörüngesine çekmeye çalıştığı ve üstünlük için birbirleriyle rekabet etmeleri üzerine belirlendiği bir dönemdir’ (s. 87-88).
İran döngüsünde İran’ın dini Zerdüşlük’tür. Zerdüşt’ün getirdiği Avesta, Gathalar önemli metinlerdir. Zerdüştlük’te iyilik tanrısı Ahura Mazda ile kötülük tanrısı Ehrimen birbirleriyle savaş halindedir. İki yönlü hareketi gerçekleştirme imkanın kavuşmuş birçok hareket de vardı. Bunlardan en fazla öne çıkan Maniheizm’dir. Esas kurtuluş için ise Mehdi’yi beklemek gerekir. Mani M.S. 216-276 arasına yaşamış bir peygamberdir. (s. 110-111)
M.S. 5. Yüzyılda da Mazdek ortaya çıkmıştır. Mazdek’in ölüm tarihi 524’tür. Mazdekizm, toprak gibi temel üretim araçlarında ortaklaşmayı geliştirmeye çalışan bir anlayışın sahibidir. (s. 111-112)
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.