Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde parlamento 111 milletvekilinden oluşmaktadır. 21 Eylül 2013 seçimleri sonucunda, parlamentoda, Kürdistan Demokrat Partisi 38, Kürdistan Yurtseverler Birliği 18, Değişim Hareketi Goran 24 milletvekili ile temsil edilmektedir.
Kürdistan İslami Birliği, Yekgurtu 10, Kürdistan İslami Grubu, Komala ( Kürdistan Müslüman Kardeşler Örgütü) 6, üye ile parlamentoda temsil edilmektedirler.
Ayrıca, parlamentoda, Kürdistan İslami Hareketi’nden, Kürdistan Sosyalist Partisi’nden, Kürdistan Emekçiler Partisi’nden, Üçüncü Taraf Partisi’nden birer milletvekili vardır.
11 milletvekili de kota ile belirlenmektedir. Türkmenler 5, Asuri-Süryaniler 5, Ermeniler 1 milletvekili ile temsil edilmektedirler.
Ezidiler ise Kürdistan Demokrat partisi listesinden milletvekili seçilmişlerdir.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki, Kürdistan Hükümeti’n deki büyük zaaf kanımca, bütün siyasal partilerin, parlamentodaki güçleri oranında, hükümette yer alıyor olmasıdır. Muhalefete yer verilmemesi siyasal sistemin önemli bir özeliği olarak görülmektedir.
On yıl kadar önce, Goran Hareketi, Kürdistan Yurtseverler Birliği’nden ayrılırken, Kürdistan’daki, Hükümet’teki yolsuzluklardan, rüşvetlerden, adam kayırmalardan söz ediyordu. Etkili bir muhalefet yapacağını dile getiriyordu. Ama, Goran’ın hükümette yer almasıyla, muhalefet anlayışı etkili bir şekilde yaşama geçmedi.
Güney Kürdistan’da, son aylarda, Başkanlık dolayısıyla, parlamenter sisteme sık sık atıf yapılmaktadır. Kürdistan Yurtseverler Birliği, Değişim Hareketi Goran, Kürdistan İslami Birliği, Yekgutu, Kürdistan İslami Grubu, Komala, Başkan’ın parlamento tarafından seçilmesini önermektedir. Bu çerçevede, 23 Haziran 2015 de parlamentoda, KDP’nin ve kota ile belirlenen azınlıklara mensup milletvekillerinin katılmadığı bir toplantı da yapmışlarıdır. Bu siyasal Partiler, Başkan’ın parlamento tarafından seçilmesinin. Parlamenter sistemin önemli bir özelliği olduğunu da vurgulamaktadırlar. Yürürlükteki Kürdistan anayasasına göre Başkan halk tarafından seçilmektedir.
Yukarıda sözü edilen siyasal partiler, anayasayı değiştirerek Başkan’ın parlamento tarafından seçilmesini önermektedirler. “Yeni bir anayasa yapalım”, “anayasayı değiştirelim”, “anayasadaki falanca maddeleri değiştirelim” gibi söylemler, demokratik gelenekleri iyice oturmamış toplumların söylemleridir. Demokratik gelenekleri oturmuş olan, demokratik zihniyete ulaşmış toplumlar anayasa ile fazla oynama ihtiyacı duymazlar.
Demokratik geleneklerin iyice oturmadığı toplumlarda, hukuk, adalet gibi değerler de çok konuşulur ama gerekleri yerin getirilmez. Hukuk, adalet, bunları dile getiren grubun veya kişinin o günkü çıkarlarını koruyorsa hukuktur, adalettir. Hukuk nedir? Hukuk, yetkili organlar tarafından, önceden konulan kurallar bütünüdür. Kamu yöneticileri de dahil, herkesi bu kuralara uyması gerekir. Demokratik geleneklerin, iyice oturmadığı, demokratik zihniyetin gelişmediği toplumlarda, bu kurallar, ilgili grubun veya kişinin o günkü çıkarlarıyla uyuşmuyorsa, kolaylıkla çiğnenebilmektedir. Halbuki, hukuku geliştirmek, köklendirmek, yaygınlaştırmak, herkes için önemli olmalıdır.
Başkan’ın halk tarafından veya parlamento tarafından seçilmesi parlamenter sistemin önemli bir özelliği değildir. Ama hükümet karşısında bir muhalefetin bulunması, parlamenter sistemlerin doğal özelliğidir. Bu aynı zamanda, demokratik toplumların önemli bir özelliğidir.
Siyasal partiler birbirleriyle anlaşarak koalisyonlar oluşturabilirler. Koalisyon hükümetleri karşısında bir muhalefetin olması yine kaçınılmazdır.
Kürdistan’da 56 milletvekiliyle hükümet kurulabilir. 21 Eylül 2013 seçim sonuçlarına göre, tek partinin hükümet kurması mümkün değil. Bu koşullarda, ikili, üçlü koalisyon hükümetleri kurulabilir.
Sağlıksız Gelişmeler
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Başbakan’ı, petrol, gaz, bütçe gibi önemli görüşmeler için Bağdat’a gidiyor. Başbakanla birlikte Başbakan yardımcısı da gidiyor. Görüşmelere her ikisi de katılıyor.
Başbakan, önemli, ekonomik, politik, diplomatik görüşmeler için Ankara’ya geliyor. Başbakanla birlikte Başbakan yardımcısı da geliyor. Görüşmelere, müzakerelere her ikisi de katılıyor. Bunlar, sağlıklı işler değildir. Başbakan, Bağdat’a veya çevre devletlere resmi bir ziyaret yaptığı zaman, Başbakan yardımcısı Hewler’de kalmalıdır. Veya zaman zaman, Başbakan yardımcısı tek başına resmi ziyaret gerçekleştirebilir. Başbakan’ın ve Başbakan Yardımcısının aynı resmi geziye katılması anlamlı değildir.
Bu, neden böyle olmaktadır? Temel neden, farklı siyasal partilere mensup devlet ve siyaset adamlarının, birbirlerine güven duymamalarıdır. Bütün siyasal patilerin, daha doğrusu parlamentoda yer alan 5 siyasal partinin hükümette görev alması da partilerin birbirlerine güven duymamalarıyla yakından ilgilidir. Bunlar kuşkusuz yaşana zaafın görüntüleridir.
Halbuki, Kürdler birbirlerine taviz vermelidir. Kürdlerin birbirlerine verdiği taviz, sonuç olarak yine, Kürdleri/Kürdistan’ı büyütür. Kürdlerin birbirlerine taviz vermedikleri, kendilerini birbirlerine dayattıkları durumlardaysa, Kürdlere hasım olan güçlere taviz verilmektedir. Buysa çoğu zaman, onuru zedeleyen bir durum ortaya çıkarmaktadır.
Kürdler, Yakındoğu’da, Ortadoğu’da kendi konumlarının bilincine varmak durumundadır. Araplar, Farslar, Türkler karşısında Kürdlerin konumu nedir? Yakındoğu’da, Ortadoğu’da, 50 milyondan fazla nüfusu olan, geniş topraklara sahip bir ülkede, , Kürdistan’da yaşayan Kürdler, uluslar arası ilişkilerde geçerli bir statüye sahip olmadıklarını düşünmek durumundadır. Halbuki, dünya uluslar ailesine katılmak, dünya uluslar ailesinin eşit bir ferdi olmak önemli bir çaba olmalıdır.
Kürdler/Kürdistan,1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, dönemin iki emperyal gücünün ve Yakındoğu’nun, Ortadoğu’nun iki köklü devletinin yani, Türk, Fars ve Arap yönetimlerinin işbirlikleriyle bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Ve bu süreç, gerek Sovyetler Birliği’nde, gerek ABD’de, Ulusların kendi geleceklerini tayin hakkının en çok konuşulduğu, tartışıldığı bir dönemde gerçekleşmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Birleşmiş Milletler döneminde, dünyanın siyasal çehresinde çok büyük değişiklikler meydana gelmiştir. Örneğin, 1960’larda ve sonrasında, sömürgeler birer birer bağımsızlıklarına kavuşmuştur. Ama, devletlerarası sömürge Kürdistan’da hiç şey değişmemiştir. 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde kurulan anti-Kürd uluslararası nizam Birleşmiş Milletler döneminde de aynen sürdürülmüştür.
Anti-Kürd uluslararası nizamın bilincine varmak, bu yapının nasıl oluştuğunu incelemek şüphesiz önemlidir. Bu nizamı eleştirmek de önemlidir. Bunun için yüksek bir Kürd bilincinin oluşması gerekir. Bu siyasal fraksiyonları ikinci derecede tutan, onların üstünde olan, zaaflardan arınmayı gerektiren bir Kürd/Kürdistan bilincidir.
1920’ler… Kürdlerin/Kürdistan’ın üçüncü bölünüşü, parçalanışı, paylaşımı… Bu neyi gösterir? Bu, Kürdlerin yaşadığı zaafı gösterir. Hasım güçler, Kürdlerin bu zaafından yararlanarak, onu bölüyor, parçalıyor, paylaşıyor. Bu zaafın bilincine varmak, bu zaaflardan arınmak da önemlidir. Bu da ancak, Kürdler arasında yüksek Kürd bilincinin gelişmesiyle gerçekleşir.
Kürdler, dünya uluslar ailesinin eşit bir ferdi olmak bir tarafa, dünya uluslar ailesinin bir ferdi bile değildir. Örneğin Birleşmiş Milletler gibi, İslam konferansı gibi uluslar arası örgütlerde, Kürdler temsil edilmemektedir. Dört yılda bir düzenlenen Olimpiyat Oyunları’nda Kürdler temsi edilmemektedir. Halbuki, bu kurumlarda, nüfusu çok küçük olan, nüfusları Ancak binlerle ifade edilen ama devlet statüsüne kavuşmuş halklar bile temsil edilmektedir.
Güney Kürdistan’da Bazı Gelişmeler Üzerine
Güney Kürdistan’da iş yapan kesimler, gruplar, rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma gibi süreçlerden yakınmaktadırlar. KDP’nin, YNK’nin ileri gelenlerinde, bu ilişkilerin yoğunlaştığını da dile getirmektedirler.
Güney Kürdistan’da, halkta ve bazı yöneticilerde, ulusal duyguların güçlü olmadığını, para kazanma, paraya tapma gibi bir sürecin yaşandığını bunun için de rüşvet, yolsuzluk gibi ilişkilerin geliştiği de vurgulanmaktadır.
Bu ilişkilere daha geniş bir çerçevede bakmakta yarar vardır... Basra’da Rumelia petrol bölgesinde çalışan mühendis bir arkadaşım var. Basra’nın, iki milyonun üzerinde nüfusu olduğunu, şehrin çevresindeki insanların, ailelerin çok yoksul olduğunu, büyük bir yoksulluk yaşandığını vurguluyor. Süleymaniye’yi görmediğini, ama Hewler’i gördüğünü, Hewler’in çevresinde dolaştığını söylüyor. Hewler’in Basra yanında, Avrupai bir şehir olduğunu dile getiriyor. Basra’ya göre Hewler’de, refahın daha yüksek olduğunu, şehircilik açısından Hewler’in daha gelişkin olduğunu anlatıyor.
Bu anlatım, Bağdat’da bir Arap’ın yakınmasını hatırlatıyor. Arap, Bağdat’da halkın yoksul yaşamına bakarak, “bunca para nereye gidiyor, ne oluyor…” diye kendi hükümetini eleştiriyor. Hewler’e, Süleymaniye’ye, Dühok’a bakarak, “demek ki oralarda yolsuzluk, rüşvet… daha az…” diye düşünüyor.
Hewler’deki, Süleymaniye’deki, Dühok’daki refahın, genel bütçe’den gelen % 17 ile gerçekleştirildiği de söylenmelidir. Kesintilerle, bu aslında % 12 lik bir bütçe payıdır. Ve 10-12 sene gibi kısa bir süre içinde gerçekleşmiştir.
Basra-Bağdat anlatımları, Kürd bölgesindeki yolsuzluklara, rüşvete, adam kayırmalara karşı durmayı hafifletmez. Bu konularla mücadele, elbette, kararlı bir şeklide sürdürülmelidir.
Ulusal Duyguların Neden Güçlü Olmadığı Üzerine
Baas yönetimi, Peşmergenin, Güney Kürdistan’da, geliştirmeye çalıştığı ulusal süreci ezmek, dağıtmak için, çok yoğun bir devlet terörü uygulamıştır.
Kenan Makiya’nın, Vahşet ve Sessizlik, Savaş, Diktatörlük, Başkaldırı ve Arap Dünyası, Çeviren Arif Karabağ, İstanbul 2002,
Middle East Watch’un ve Humain Rights Watch’un, Irak Kürdistanı’ndaki Enfal Askeri Harekatı ve Koreme’nin Yok Edilmesi,
Irak’ta Soykırım, Kürdlere Karşı Yürütülen Enfal Askeri Hareketı, Avesta, Çev. Ümit Aydoğan, İstanbul 2001,
Jonathan C. Randall’ın, Bunca Bilgiden Sonra, Ne bağışlaması, Kürdistan İzlenimlerim, Çeviren Faysal Nerse, Avesta, İstanbul 1998
Kenneth Timmerman’ın, Ölüm Lobisi, Batı, Irak’ı Nasıl Silahlandırdı? Çev. İbrahim Bingöl, Avesta, İstanbul, 2002
gibi kitaplarda bu konular çok iyi anlatılmıştır.
Baasçılar, çeşitli yöntemlerle Kürdlerin önemli bir kısmını mücadelenin dışında tutabilmiştir. Bunlara genel olarak ‘cahs’ deniyor. Ulusal duygulardan, değerlerden yoksun olanların, genel olarak bu kesimler olduğu söylenebilir.
Mücadele sürecinde, Peşmergenin çocukları, ancak, Peşmerge olmuşlardır. Mücadeleye katılmayan, mücadeleye karşı olan, mücadeleye karşı, devletle işbirliği yapan kesimler, çocuklarını, Avrupa’da, ABD’de, Rusya’da vs. okutup iyi eğitim almalarını sağlarken, Peşmerge çocukları, babaları gibi dağları mesken tutmuş, savaşta pişmişlerdir. Bu, onların, mesleki, teknik eğitim almalarını engelleyen bir durumdur.
Peşmerge ve çevresinde, ulusal duygular elbette vardır. İşgalci, sömürgeci yönetimle, Baasçılarla işbirliği yapan kesimlerde bu duygular cılızdır, bazılarında da yoktur.
Mart 2003 de, ABD’nin Irak’a müdahalesi sonunda, Kürdistan Bölgesel Yönetimi kuruldu. Bürokratik makamlara, eğitim düzeyleri yüksek, bir-iki yabancı dil bilen bu insanlar getirildiler. Bunlar, genellikle devletle işbirliği yapan Kürdlerin çocuklarıydı. Ulusal duyguları cılız olan, para kazanma hırsı içinde olan kesim genel olarak bu gruptur, kanısındayım.
Bu durumda, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Peşmergelere, Peşmergelerin çocuklarına pozitif ayrımcılık yapması doğaldır.
Bu ilişkilerin, Peşmergelerin geliştirmeye çalıştığı ulusal mücadeleye aykırı olduğu açıktır. Kürdistan’da Şeyh Abdüsselam II, 1914 yılında, “Kürdistan’da Kürd memurlar görev alsın, Kürdistan’da eğitim Kürd diliyle olsun, Kürdistan’dan toplanan vergiler Kürdistan’ın imarında kullanılsın…” gibi düşünceleri savunduğu için, bu düşünceleri yaşama geçirmeye çalıştığı için idam edilmiştir. Şeyh Abdüsselam II, bu düşüncelerinden ve çabalarından dolayı, İttihatçılarla her zaman çatışma içindeydi.
Benzer düşünceler, çabalar, Şeyh Mahmud Berzenci’de de vardı. Şayh Abdüsselem Barzani II’den sonra, Şeyh Ahmet Barzani, (1896-1969) ve daha sonra Mele Mustafa Barzani’ (1903-1979) da bu ilkelerle mücadeleyi sürdürmüşlerdir.
Baasçıların, Barzanilerle mücadelesi stratejiktir. 1983 yılında, yaşları, 7-85 arasında değişen, 8000 (sekiz bin ) Barzan erkeği, Barzan bölgesinden devlet terörüyle alınarak, Güney Irak’a çöllere götürülmüştür. Bir daha da kendilerinden haber alınamamıştır. Daha sonra, 2003’den sonra, bu 8000 kişiden bazılarının toplu mezarlarda cesetleri bulunmuştur. Unlarlın milli duygulara sahip Kürdler olduğu söylenebilir.
Enfalde 182 bin civarında Kürd imha edilmiştir. 1983 den itibaren başlayan, ‘hangi gaz daha zehirlidir, hangi gazı kullanırsak, kitlesel bakımdan daha büyük ölümler elde ederiz?” çalışmalarında, cezaevlerinde ve Kürd köylerinde katledilen Kürdlerin sayısı, 14 Mart 1988’de, Halepçe’de, bir çırpıda soykırıma uğrayan Kürdlerin sayısından fazladır. Halepçe’de 6000 (altı bin) den fazla Kürd’ün soykırımla yok edildiği bilinmektedir. Ulusal duyguların gelişmesinin engellemek için devlet, her yolu kullanmıştır. Devlet terörü her zaman tırmandırılmıştır.
2 Şubat 2004 Bir Kurban Bayramı günü, Hewler’de, halkla bayramlaşma sırasında, Kürdistan Demokrat Partisi ve Kürdistan Yurtseverler Birliği binalarında, eşzamanlı olarak gerçekleşen intihar saldırırları sonucu şiddetli patlamalar oldu. KDP binasında 80, YNK binasında 60 kişi katledildi Başbakan Yardımcısı Sami Abdurahman de katledilen kişiler arasındaydı. Ulusal duygulara sahip Kürdler, benzer yollarla azaltıldı. ulusal duygulara sahip Kürdleri yok etmek için her önlem alındı, kullanıldı.
Bir-İki Söz
Bu arada, ulusal duyguları cılız olan, ulusal değerlere önem vermeyen ama, para peşinde, mal-mülk peşinde koşan Kürdlere bir-iki söz söyleme gereği vardır.
Kürdler, şunca nüfuslarına rağmen dünya uluslar ailesinin bir ferdi değil. Kürdistan’ı müştereken yöneten devletler de, Kürdlerin bir statü sahibi olmalarını engellemek için yoğun bir çaba içindeler. Koşullar böyleyken, senin, Türk bankalarında, deste deste paraların yatıyor olsa, Ege, Akdeniz kıyılarında villaların olsa… Bunun ne değeri var?
Önemli olan erdemli insanlar olmaktır. Geleceğe, çocuklara özgür bir vatan, özgür bir Kürdistan bırakmak, önemlidir. Bunun için de dünya uluslar ailesinin eşit bir ferdi olmak yolunda çaba sarf etmek gerekir.
Kürdler, özellikle, Kürdistan’ı müştereken baskı altında tutan devletler tarafında, itelenirken, kakalanıken, senin Türk bankalarında paraların olsa, İstanbul’da, Ege ve Akdeniz sahillerinde villaların olsa ne işe yarar? Gelecekte, çocukların vatan, özgürlük istemlerine bunlar cevap olabilir mi?
Bu çerçevede, şunu da hatırlatmak gerekir. Ağustos 2014. İŞİD Hewler’e doğru ilerlerken, bazı varlıklı Kürdlerin, paralarını, altınlarını torbalara doldurup, arabalarıyla Hewler’den kaçmaya çalıştıkları görüldü.
Evini-barkın, malını mülkünü bırakıp nereye kaçıyorsun, Hewler’i neden savunmuyorsun? Kaçmaya çalıştığı devletlerde, paralarına, şu veya bu şekilde el konulacağın bilmelisin. Kürdistan’da oturmuş bir hukuk yok. Kürdistan’ı müştereken baskı altında tutan devletlerde de yok. Bu bakımdan kaçış yol değil. Hewler’de kalıp orayı savunman gerekir. Malın-mülkünü de ancak böyle koruyabilirsin…
Türkiye ve İranla İlişkiler
Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Türkiye, İran gibi devletlerin Kürdlere dost olmayacağını bilmelidir. Kürdlere çelme takmak, Kürdleri geriletmeye çalışmak, bu devletlerin siyasal düşüncesinin ve pratiğinin özüdür. Bunu bilerek politika yürütmek gerekir. Kürdlerin, Türkiye üzerinden petrol ihracı, Kürd petrolünün dünya pazarlarıyla buluşması, Türkiye’nin olduğu kadar, Kürdlerin çıkarlarını da korumaktadır. Bu ekonomik ilişkilerin şeffaf bir şekilde sürdürülmesinde yarar vardır.
Kürdler için, dünya uluslar ailesinin bir ferdi olmak, eşit bir ferdi olmaya çalışmak önemlidir. Bu konuda Kürdler, gelecek kuşaklara borçludurlar. Bu yolda çaba sarf edilmesi kaçınılmaz olmalıdır. Bunun için, Kürdlerin bazı temel konularda anlaşmaları gerekir. Ordunun birleştirilmesi, merkezi bir ordunun kurulması çok önemlidir. Siyasal partilere bağlı ordularla demokrasi de kurulmaz, özerklik de kurulmaz, devlet hiç kurulmaz…
Ordunun yanında, istihbaratın, polisin, jandarmanın birleştirilmesi de önemlidir. Kamu yönetiminin, maliyenin birleştirilmesi ihmal edilemez. Bütün bunların yanında, tarıma, hayvancılığa, turizme önem vermekte, küçük sanayi desteklemekte, kamu yönetimini etkin kılmakta, bu konuların bilincine varmakta yarar vardır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.