Yıllardan beridir bulabildiğimiz her fırsatta ve ortamda PKK ve ona bağlı legal yapıların Kürdler adına gerçek ve samimi bir mücadele içerisinde olmadıklarını, onlar için asıl meselenin Kürdlerin enerjisini kullanarak yine Kürdler üzerinden kendilerinin hüküm süreceği bir egemenlik alanı yaratarak Kürdistan’daki diğer milliyetçi yurtsever çevrelerin Kürd Ulusal Demokratik Mücadelesini engellemeye çalışmak olduğunu anlatmaktayız. Ancak bütün bu çaba ve uğraşlarımıza rağmen ya gerçek yurtsever Kürd çevreleri hesap bilmiyorlar ya da Kürdleri kandırarak oyalayıp mağdur eden PKK ve onun legal uzantıları mevcut sistemin devamlılığını sağlamak üzere derslerine iyi çalışmış ve kendilerine verilen görevi oldukça profesyonel bir biçimde yerine getirmektedirler.
Kuruluş felsefesi, ideolojisi ve işleyiş tarzı bizzat Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından belirlenmiş olan sömürgeci T.C devletinin özellikle Kürdlerin haklarının gaspı ve Kürd milletinin inkarı üzerinden şekillendirildiğini ve halkımızın bu günlere kadar köle muamelesine tabi tutuldukları bilinmektedir. Tarihsel gerçeklikler böyle olunca Kürdlerin hak ve özgürlüklerini savunmak üzere siyaset sahnesine çıkan tüm siyasal yapıların doğal olarak ilk karşı çıkmaları gereken de Mustafa Kemal’ in mimarı olduğu üniter devlet anlayışını olmalıdır. Aksi bir tutum içerisinde olanlar yani Kürdlere kölelik mikrobunu zerk etmiş çevre ve anlayışlara karşı çıkmayanlar pratikte ne yaparlarsa yapsınlar ya da ne söylerlerse söylesinler son tahlilde Mustafa Kemal’ in bu ırkçı devleti kurarken ortaya koymuş olduğu felsefenin savunucusu, takipçisi hatta hizmetkârı olmaktan kendilerini kurtaramazlar.
Konumuza bu çerçeveden baktığımızda günümüz koşullarında Kürdistan’da kent savaşlarını başlatarak Kürdlere hendek atlatmaya çalışan PKK/HDP’lilerin kongrelerini üniter devletin merkezi Ankara’da pahalı ve şık kıyafetlerini giyinerek ve özellikle de Türk bayrağı ve Mustafa Kemal’in posterleri önünde yapmalarını, yoksul ve mağdur edilmiş Kürd insanlarının karşısında arz-ı endam etmelerini anlayabilmek ya da vicdanla tarif edebilmek mümkün değildir.
Tek devlet, tek millet ve tek bayrak anlayışına yani üniter devlet anlayışına şayet karşı çıkmıyor ve hatta onaylıyorsanız ayrıca en ileri sloganlarınız “ortak vatan, eşit yurttaşlık” ise o zaman size sormazlar mı anayasal ve yasal düzenlemelerle hallolacak bu sorunu Kürdistan’da hendek savaşlarına döndürerek yüzbinleri mağdur etmeye, binlerce insanı öldürtmeye ne gerek vardı? Bütün bu kırıntı taleplerinizi doğru bir uluslararası diplomasi, sivil itaatsizlikler ve bir takım yasal boşlukları zorlayarak pekâlâ gerçekleştirebilmek mümkün iken neden ille de yüzbinleri mağdur, yüzlerce Kürd gencini şehit eden meşruiyetin dışına çıkan şiddet yöntemlerini uyguluyorsunuz.
Ayrıca gerçekten Kürdler adına samimi ve doğru bir siyaset yürütmek istiyorsanız ve bu sistemin tüm kurumlarını karşınıza alabilecek yüreğiniz var ise Kürd insanlarına büyük bir zulüm ve kıyım uygulayan ayrıca bu uygulamaların tamamını mecliste yasalaştıran TBMM’yi neden boykot etmiyor ve üzerine sıkı sıkıya yapıştığınız kırmızı koltuklarınızı neden bırakarak sine-i millete yani çocukları şehadete uğramış anaların, evleri viraneye dönüşmüş babaların yanlarına dönerek tarihsel sorumluluğunuzu yerine getirmiyorsunuz?
Karnaval havasına dönüştürdüğünüz kongrede cicili bicili kıyafetleriniz ve süslü sloganlarınızla Mağdur Kürd insanlarına hitap ederken hiç mi yüzünüz kızarmadı?
Bütün bu süreçleri ve o muhteşem kongrenizi Tv ekranlarında izlerken geçmişte bölgemizde yaşanmış bir hikâyeyi acı duyarak hatırlamış oldum. Hikâyenin bir alacakarga ile kilisenin papazı arasında geçtiği söylenir.
Alacakarga Ve Kilisenin Papazı
Tarihin birinde Erzurum yöresinde kilisenin haçına musallat olmuş bir alacakarga her gün Hristiyanlar için kutsal sayılan haçı pisliyormuş. Karga tarafından pislenen haçı her gün silmekle kendisine gına gelen papaz dayanamayıp bir bilge adama gider ve karganın yapmış olduğu o pis eylemi anlatır.
Bilge insan “bak papaz sana bir yöntem öğreteyim eğer bunu uygulayabilirsen hem karganın sizin kutsal haçınızı pislemekten kurtulur hem de her gün pislenmiş haçı temizlemekten kurtulursun.” Papaz büyük bir dikkatle bilge insanı dinler.
Bilge insan formülünü anlatmaya başlar: “İki tane kâse alacaksın birisini tuzlu buğday diğerini ise keskin bir şarapla dolduracaksın. Haçın yanına gelen karga tuzlu buğdayı yiyecek sonrasında da susadığı için su zannettiği şarabı içecek ve dolaysıyla sarhoş olup mest olacaktır. İşte o arada sen yakınlarda pusuda olacaksın. Mest olmuş kargayı yakalaman kolay olacak ve dolayısıyla gereken cezayı vereceksin.”
Bu formülü sıkı sıkıya uygulayan papaz böylelikle alacakargayı yakalar ve büyük bir hırsla avuçlarında sıkarak “ulan karga sen Müslüman olsaydın şarap içmezdin, sen Hristiyan olsaydın haça sıçmazdın yoksa sen dadaş mışın?” Diyerek hiddetle karganın başını ezerek onu bertaraf eder.
Bu hikâyenin yorumunu değerli okuyucularıma bırakarak yazımı sonlandırmak istiyorum.
Saygılarımla.
26/01/2016 İSTANBUL
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.