Mazlum Kürd halkı, henüz Kerkük ihanetinin yaratmış olduğu büyük yıkımı ve şoku atlatamamışken ne yazık ki Doğu ve Güney Kürdistan’da meydana gelen bir deprem ile yeniden sarsılarak bir kez daha yeni acılarla yüz yüze geldiler.
Tüm Kürdistanlıları derin üzüntüye sevk eden ve binlerce yurtsever kardeşimizi kaybettiğimiz ve on binlerce insanımızın yaralandığı ayrıca yüz binlerce insanımızın bu kış arifesinde evsiz, barksız, perişan bir hale düştüğü bu doğa felaketinden dolayı Doğu Kürdistan’da ve Güney Kürdistan’da hayatını kaybeden kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifa ve tüm Kürdistanlılara sabırlar diliyorum.
Biz Kürdler, başımıza getirilen her felakette veya uğradığımız herhangi bir haksızlıkta her nedense sebeplerden çok sonuçlar üzerinden yorum yapmayı adet edinmişiz. Yine biz Kürdlerin uğradığı haksızlık, hakaret ve felaketlerde ilk hatırladığımız şey Kürdistanı işgal altında tutan devletlerin, biz Kürdlerin haklı ve meşru mücadelesine yönelik uyguladıkları fiziki zulüm ve katliamlar aklımıza gelmektedir.
Oysa olayları biraz daha derinlikli incelediğimizde, işgalcilerin Kürdlere yönelik tüm haksızlık ve katliamlarının her birinde bahsi geçen güçlerin oldukça derinlikli ve çok yönlü bir altyapı çalışmalarının olduğunu ve yine icraata geçirdikleri her türden kötülükte kendilerini haklı çıkarabilecek birçok çalışmaya ve projeye sahip olduklarını görmekteyiz.
Örnek verecek olursak; Bunların içerisinde en çarpıcı olanı, Kürd halkının uluslaşma süreçlerini engelleyen ve bu süreçleri intikaya uğratmak üzere onlarca stratejik çalışma yapan kurumlarının olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Burada, Kürdlerin kültürel, eğitimsel, ekonomik, sağlık, sosyal ve siyasal altyapıdan mahrum bırakılması projelerini görmek mümkündür. Dolayısıyla, kendi dinamikleri üzerinden gelişemeyen Kürd halkının, ulusal anlamda geliştirmek istediği her türden reflekste düşmanlarımızın parmak izlerinin bulunması da kaçınılmaz olmaktadır.
İşte bütün bu sebeplerden dolayı, her parçanın Kürdü doğal olarak biraz kendi egemenine benzemekte ve böylece Kürdlerin kendi ortak sorunlarına yönelik çözümde yine Kürdler ortak bir stratejiyi hayata geçirmekte zorlanmaktadırlar. Bahsi geçen bu önemli durum, Kürdler arası birliği zorlaştırırken ne yazık ki Kürdistanı işgal altında tutan güçlerin işlerini de aynı oranda kolaylaştırmaktadır.
Elbette ki sömürgeci güçlerin dört parçada Kürdistani mücadeleyi yok etmeye yönelik zulüm ve katliamları, Kürdlerin anasının sütü gibi haklı ve meşru mücadelesine büyük darbeler indirip muazzam mağduriyetler yaratırken düşmanlarımızın sadece Kürdü yok etmeye yönelik askeri yönelimlerini görmek yeterli olmayacaktır.
Örnek verecek olursak, sömürgeciler Kürdlerin uluslaşma süreçlerini, işgal altında tuttukları topraklarda altyapı projelerinden tutunda eğitim, kültür, sağlık ve ekonomik alanlarda da kendisine bağımlı insan tiplerini yaratabilme doğrultusunda önemli ve büyük projeler geliştirmekte ve bu vesileyle Kürdler arası kopuşmayı ve yozlaşmayı oldukça başarılı bir biçimde sürdürmektedirler. Yine burada sömürgecilerin temel mantığında “mağdur Kürd, mecbur Kürd’tür.” felsefesinin önemli bir yer tuttuğunu ne yazık ki hayatın pratiğinde görmekteyiz.
Bütün bunlarla da yetinmeyen sömürgeci devletler, farklı kurumlarının vasıtasıyla muhtemel doğal afetlere karşı da Kürd halkını oldukça savunmasız ve çaresiz bırakarak büyük mağduriyetlerle yüz yüze getirip kendisine mecbur kılmanın alçakça ve insanlık dışı yöntemlerini uygulamaktadırlar. Bunun en son ve en çarpıcı örneğini 11 Kasım 2017 tarihli Doğu ve Güney Kürdistan’da ki deprem olayında yaşamaktayız.
Bu depremde, geleneksel Kürd yapılarında ciddi bir hasar ve can kaybı olmazken gerici İran devleti tarafından ünlü bir Kürd katiline yani Dr. Qasımlo ve arkadaşlarının katledilmesinde bizzat görev alan Ahmedi Nejad’a mehr evlerinin yaptırılmış olması asla tesadüfi bir olay değildir. Deprem sonrası Ahmedi Nejad tarafından projelendirilip imal edilen bu mehr evlerinin günün birinde en ufak bir sarsıntıdan dolayı bölgede yaşayan Kürdlere mezar olacağı hem Ahmedi Nejad denilen Kürd katili tarafından hem de gerici, yobaz İran yöneticisi mollalar tarafından gayet iyi bilinmekteydi.
Bu olayın vuku bulmasından sonra İran devlet yöneticilerinin, sanki böyle bir felaket yaşanmamış gibi kayıtsız kalmaları ve aynı zaman da dünyada ki hümaniter kuruluşların yardımlarını engellemeleri bunun en somut göstergesidir. Bütün bu yaşananlardan dolayı çok rahatlıkla diyebiliriz ki İran devleti mehr evleri adı altında, yoksul Kürdistanlılara yaptıkları konutların aslında Kürdler için yapılmış birer mezar evi oldukları ortaya çıkmıştır.
Bu olaydan da anlaşılacağı üzere sömürgeci güçler sadece özgürlük uğruna savaşan Kürd insanlarına karşı askeri katliamlar yapmakla kalmayıp, aynı zamanda Kürdlerin yaşadığı bölgelerde yine Kürdleri topluca yok etmenin farklı yöntemlerini alçakça ve sinsice geliştirmektedirler. Bütün bunlardan düşmanlarımızın Kürdlerin aleyhine olabilecek tüm araç ve enstrümanları sonuna kadar kullanarak, halkımızın özgürlük mücadelesini ve insanca yaşamını engellemeye çalıştığını büyük bir rahatlıkla görebiliriz. Buna, düşmandır elinden gelen her türlü kötülüğü yapar ve yapabilir de diyebiliriz.
Ancak, bize yani Kürdlere yönelik bütün bu insanlık dışı uygulama ve yaptırımlara karşılık, bizlerin ne yaptığı ve ne yapması gerektiği oldukça önem kazanmaktadır. Bizler yani Kürd siyasi çevreleri, her vesileyle Kürdlerin bir ulus olduğunu iddia edip mangalda kül bırakmazken, Kerkük ihaneti ve deprem pratiğinde görüleceği gibi çokta dişe dokunur bir çalışma pratiği içerisinde olmadığımız ne yazık ki bütün çıplaklığıyla görülmektedir.
Depremzede kardeşlerimize yönelik yardımlarda da, masa başında oturup internet sitelerinden medet bekleyeceğimize tek tek her Kürdün kapısını çalarak mağdur kardeşlerimizin dertlerine çare bulmayı neden ve niçin denemediğimizin mantığını da henüz anlayabilmiş değilim.
Kürdlerin, hemen her konuda zorluklarını ve yoksulluklarını aşabilmesinin tek ve vazgeçilmez yöntemi, gecesini gündüzüne katarak her Kürdün kapısını çalıp mağdur kardeşlerinin içinde bulundukları zorlukları tüm detaylarıyla anlatarak ve ikna ederek onların desteğini almaktan geçmektedir. Böylesi bir yöntem, lüks mekanlarda siyaset yapan dostlarımızı sahaya indireceği gibi Kürdler arası diyalog ve dostluğun gelişmesine de büyük katkılar sağlayacaktır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.